MİLLİYETÇİLİK ANDI MI, KAVMİYETÇİLİK İNADI MIYDI?
Hatırlayınız… Danıştay, İlköğretim süresince her sabah öğrencilere tekrarlattırılan ANDIMIZ’ı gereksiz sayıp kaldırınca malum kesimler kıyametler koparmışlardı. Hayret, görünüşte birbirinden çok farklı ve aykırı sanılan CHP’den MHP’sine, Davutoğlu’ndan İYİ Parti’sine hepsi birden “Andımızın kaldırılması Türklük düşmanlığıdır! Danıştay ortalığı karıştırmıştır!” feryatları başlamıştı. “Yahu şu MHP ile CHP’nin, İYİ Parti’yle diğerlerinin temel zihniyet olarak bir farkları yoktur” dediğimizde, “Olur mu canım?” diye karşı çıkanlar da umarım gerçeğin farkına varmışlardı. AKP iktidarı ve Sn. Erdoğan ise suskun kalarak, ortağını ürkütmemek telaşıyla dengeleri kollamaktaydı.
Oysa şu anda herkese ve özellikle yöneticilere, siyasilere ve kanaat önderlerine yaraşan ve lazım olan; dışlayıcı, yok sayıcı ve kışkırtıcı söylemler değil; barıştırıcı, kucaklayıcı ve yatıştırıcı söylemler olmalıydı!
Fertler için “nefis” ne ise, toplumlar için “kavmiyetçilik-ırkçılık” da odur. İnsanoğlu, kendi benliğini bilsin, en doğal ihtiyaçlarını ve çıkarlarını arayıp bulsun, kişisel onur ve özgürlüğünü başkalarının tecavüzünden korusun diye kendisine verilen nefis, nasıl ki başıboş bırakıldığında her türlü zulüm ve günaha sürükleyen en büyük düşman haline gelmektedir.
Bunun gibi, kavim ve toplumların nefsi sayılan “milliyetçilik” de, bir kavmin bağımsız yaşaması, din, düşünce ve düzen hürriyetini, mal, can ve namus emniyetini koruması, dış tesirlere ve tecavüzlere karşı ülke menfaatlerini savunması gibi hikmetlerle meşru ve mubah sayılmakla beraber, başıboş bırakıldığında ve İslami kayıt ve kurallardan uzaklaştığında ise faşizme, ırkçılığa ve ayrılıkçılığa dönüşmekte ve “milli münafıklık” haline gelmektedir.
İslam, esaslarını bizzat Cenab-ı Hakkın belirlediği ve son Peygamber Hazreti Muhammed (SAV) aracılığıyla insanlığa öğrettiği en son ve en mükemmel dindir. “… Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamlayıverdim ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim…”[1] mealindeki ayet-i kerimenin de açıkça belirttiği gibi insanlığı, dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak için, bizzat Allah tarafından gönderilen İslam dininde hiçbir eksiklik bırakılmamış, insanlığın maddi ve manevi her ihtiyacı karşılanmış, imani, ahlâki, ilmi, ekonomik ve sosyal her konuda eskimez ve değişmez prensipler, adil ve kâmil ölçüler getirmek suretiyle Cenab-ı Hak en geniş manada dinini tamamlamıştır.
Artık İslam; girdiği kalplerde ve kafalarda, hayırlı değişimler yapacak, zulmet ve cehalet bulutlarını dağıtacak, kavim ve kabileleri zillet ve esaretten kurtaracak, herkese izzet ve saadetin yollarını açacaktır. İslam; toplum hayatının her kademesine girecek, modasından medeniyetine -istisnasız- her şeye kendi rengini verecektir. “Biz Allah’ın boyasına (dinine) girmişiz. Allah(ın boyasın)dan (Kur’an ahkâmından ve ahlâkından) daha güzel boyası olan kimdir? Biz (yalnızca) O’na kulluk edenleriz”[2] ayet-i kerimesinde ifade edildiği gibi her şey ve herkes Müslüman olduktan sonra haliyle Allah’ın rengine boyanacak ve Müslümanların hayatlarına baştan sona bu renk hâkim olacak ve İslam toplumunun her yanında, yalnız ve sadece Allah’ın mührü ve Peygamberin imzası okunacaktır, işte İslam budur. Şimdi herkesin rahatlıkla anlayıp kabul edebileceği bu mutlak gerçek bütün çıplaklığı ile karşımızda dururken, bir kısım nâdanların “Türk İslam Sentezi” veya “Kürt İslam Sentezi” gibi yanlış yakıştırmalardan bahsetmeleri gaflet ve cehalet alâmetidir.
Son devrin büyük âlimlerinden Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin şu tespitleri üzerinde dikkatle durmak lazımdı:
‘“Türklük bir içtimai kavramdır. Biyolojik ve ırksal bir olay olarak değerlendirilmesi yanlıştır. Türklük sosyal bir ırktır, bu Milletin adalet ve hürriyet yolunda mücadele vermiş ve kendisini Allah’a ve insanlığa vakfetmiş kimliği’ şeklinde algılanmalıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin: ‘Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türk demek Müslüman demektir’ sözleri de bu anlamdadır. Türkler, Emeviler döneminde Müslüman ordularının Türkistan İstilası sırasında Arapları daha yakından tanımışlardı. Bu dönemde, Arapların fetih hareketine katılan ve henüz İslam ahlâkını sindirememiş bulunan bazı askerlerin yağmaya girişmesi, Türklerde, Emevi yönetimine karşı düşmanca tepkileri oluşturmuştu. Bu nedenle, Emevi yönetimine karşı çıkan Ehl-i Beyt’e mensup ihtilalci şahsiyetlerin Türklere sığınması Peygamberin nesline karşı kuvvetli bir sempati doğurmuştu. Emevilere karşı isyan eden Ebu Müslim’in ordusunda henüz Müslüman olmamış çok sayıda Türklerin de yer alması bunun neticesi olmalıdır. Ehl-i Beyt’e karşı oluşan bu yakınlık, Türklerin Müslümanlığı kabulünden sonra daha da gelişmiş, bu konuda birçok destan ve menkıbenin meydana gelmesine yol açmıştır. Sonraki zamanlarda bu durum, Ehl-i Beyt soyunun Araplardan çok Türklere yakın olduğu kanaatini yaygınlaştırmıştır.”
Aslında İslamiyet’le Milliyet, asla zıt kavramlar değildir. Çünkü pek çok hikmetlerle farklı kavimleri yaratan da, onların hayat ve huzur rehberi olan İslam’ı yollayan da aynı Rabbimizdir. Ya Rab; iman ne büyük bir huzur ve barış vesilesi, küfür ise ne korkunç bir gurur ve çatışma sebebidir…
Biz görüşlerimizi, gerçeklerimizi ve tarafgirliğimizi oluştururken, “Mutlak Doğru”ları esas alarak ve “Mutlak Yanlış”lardan sakınarak hareket etmekteyiz. “Doğru” ve “Yanlış” tespitinde ise şu beş değeri ölçü ediniriz: 1- Aklıselim, 2- Müspet bilim, 3- Tarihi deneyim ve birikim, 4- Vicdani kanaat ve tatmin, 5- İlahi Din (Kur’an’ın muhkem ayetleri ve Resulüllah’ın (SAV) sağlam Sünneti). İşte bu beş temel ölçünün ittifakla: “Yararlı, hayırlı, gerekli ve güzel” bulduğu şeyleri “Doğru”; ve yine bu temel değer birimlerinin ittifakla, “Kötü, zararlı ve çirkin” bulduğu şeyleri “Yanlış” biliriz. Çünkü Kur’ani kuralları dikkate almamak, imansızlık ve sapkınlık… Müspet bilimi ve aklıselimi hesaba katmamak, manyaklık ve mantıksızlık… Tarihi tecrübeleri ve vicdani kanaatleri önemli saymamak ise ahmaklık ve insafsızlık alâmetidir.
Sağlam temellere ve vicdani kanaatimize göre düşünce ve davranış ürettiğimizden; ülkemizin ve milletimizin menfaatlerini, şahsi heveslerimizin üstünde gördüğümüzden; gizli, kirli ve çetrefilli ilişkilere tevessül ve tenezzül etmediğimizden ve imtihan için gönderildiğimiz bu dünyadan kalb-i selim ve uhrevi sermaye ile göçmeyi, en önemli gaye edindiğimizden; özümüz mert, sözümüz net, hatta biraz serttir. İşte bu nedenle; Allah’ın izni ve iradesi dışında, ABD’nin gizli servisleri, CIA destekli Cemaatin kalemşor tetikçileri, AKP’nin kiralık hizmetçileri ile bir sivrisineğin; bize vereceği zarar ve yarar eşittir. Rabbim dilerse, bir sivrisinek ısırmasıyla virüs kaptırıp öldürebilir ve yine dilerse, nükleer füzelerden ve suikast girişimlerinden kurtarabilir. İmanın en tabii neticesi (en üst derecesi değil) olan bu tavrımızı; idrak edemeyen iz’an ve iman fakirleri, bu basiret ve cesaretimizin altındaki güç kaynağını merak etmekte ve nice tutarsız tahminler yürütmektedir. İmani ve insani değerlerimiz ve milli ideallerimiz uğrunda, ne ağır cezalara çarptırıldığımızı, defalarca tutuklanıp hapis yattığımızı, nice sürgünlere ve görevine son verilmelere uğradığımızı ve hâlâ her ay başka bir mahkeme kapısında dolaştırıldığımızı, yani rahatlık ve ferahlık döşeğinde, kuru kahramanlık edebiyatı yapmadığımızı da hatırlatmamız gerekirdi.
İşte bizim milliyetçilik yaklaşımımız:
Bir insanın kendi ırkını (kavmini, kabilesini, mensubiyetini, ailesini) sevmesi ve sahiplenmesi fıtridir (yaratılış özelliklerindendir), güzeldir, gereklidir, değerlidir ve dinen de caiz ve münasiptir. İnsanların; kendi özel geleneklerini, örf ve âdetlerini, dil ve kültürlerini benimsemesi ve tercih etmesi tabiidir. Bu nedenle; cemiyetteki milliyetçilik, fertlerdeki nefis gibidir. Her insana nefis; kendi benliğini oluşturmak, haklarına sahip çıkıp savunmak ve saldırılara karşı kendisini korumak için verilmiştir ve gereklidir. Bu durum; Türkler için olduğu kadar, Kürtler ve diğer kavimler için de geçerlidir. Ancak; şayet bu nefsi dizginlemez, haksız ve ahlâksız isteklerine boyun eğersek, bu sefer bizim felaket ve rezalet sebebimizdir. Bir toplumun, nefsi sayılan milliyetçilik de böyledir. Kendilerini başkalarından farklı ve faziletli zannetmeye, dini, ilmi ve insani değerlerin üstünde görmeye yönelirse, işte bu ırkçılık haline gelir ve tehlikelidir. Kaldı ki hiç kimsenin doğarken ailesini, kavim ve kabilesini seçme hakkı kendisine verilmemiştir. Bu sadece Allah’ın bir tayini ve taksimidir. Hâşâ bazılarını üstün ve ayrıcalıklı, bir kısmını da düşük ve aşağılık yaratmış olmasını düşünmek bile, Allah’a iftira etmektir. İslam; hiçbir beşerî ideolojinin ve ırkçılık felsefesinin aksesuarı ve kafatasçı Türkçülüğün jelatinli pazarlama kılıfı değildir. İslam; herkesten ve her şeyden yücedir, her kavim ve her girişim İslam’a hizmet ettiği kadar kıymetlidir.
Ben, Türk bir babadan ve Zaza bir anadan dünyaya geldim. Tarihe yön vermiş, büyük medeniyetler meydana getirmiş ve 1300 yıldır, İslam’ın gönüllü bayraktarı olma şerefini hak etmiş Türk kavminden olmayı, yüce Rabbimin takdiri kadar, taltifi de bildim. Haçlı Batılılar nazarında, Türklükle İslam’ı mezcedip kaynaştıran ve aynı anlamda kullandıran aziz ceddime layık olma gayretindeyim. Kur’an’a inanan, Müslüman olduğunu savunan hiç kimsenin, bundan başka türlü düşüneceği kanaatinde değilim. Mustafa Kemal’in; “Türk Milleti” kavramıyla da ırkçılık yaptığını değil, çok farklı kavim ve kesimlerden, İslam potasında kaynaşmış bir toplumu amaçladığını bilmekteyim. Yani; biz insanları kavimlerine, kökenlerine, renklerine, dillerine ve kültürlerine göre değil; imanlarına, İslam’a bağlılıklarına, güzel ahlâklarına, insanlık onurlarına, vatanına ve topluma yararlarına göre değerlendirip önem veririz. Şimdi, anayasadan “Türk Milleti” kavramını çıkarmaya yeltenenlerin de “Ilımlı İslam” diye yüce dinimizi dejenere edip, “Protestan Müslüman” tipi oluşturmak isteyenlerin de hep aynı Siyonist güçlerce desteklendiğini görmekteyiz. Ama; Moiz Kohen Yahudi Hahamının, Munis Tekinalp takma ismiyle yazdığı ve aziz milletimizi İslam’dan koparmak için yaptığı TÜRKÇÜLÜK kafasıyla, bu tahribatların önlenemeyeceğinin de bilincindeyiz.
Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı
“Mustafa Kemal Paşa Büyük Millet Meclisi’nin İlk Oturumlarında:
– Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep (tamamından meydana gelmiş) anasır-ı İslamiye’dir, samimî bir mecmuadır. Binaenaleyh, bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslam’a münhasır değildir. Anasır-ı İslamiye’den mürekkep bir kitleye (çeşitli kökenlerden oluşan bir İslam topluluğuna) aittir.” buyurmuşlardı.
Atatürk bu konuşmasında, Aziz Milletimizin ortak paydasının ırkçılık değil Müslümanlık olduğunu açıkça ortaya koymuşlardır. Evet, Türk Milliyetçiliğinin mayası ırkçılık değil, İslam’dır. Tüm mü’minlerin ortak ve kutlu rehberi ise Hz. Muhammed Aleyhisselam’dır.
Zaten Mustafa Kemal de: “Hz. Muhammed; Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür.”[3] buyurmuşlardır.
Mustafa Kemal Atatürk, 01 Mayıs 1920’de TBMM’de yaptığı kısa ve tarihi konuşmasında tam 7 (yedi) defa, Aziz Milletimizin “Anasır-ı İslamiye”den, yani Müslümanlık bağıyla kaynaşan farklı kökenlerden meydana geldiğini ısrarla vurgulayarak, milliyetçilik konusundaki temel dayanağını ortaya koymuşlardır. Bu nedenle bizim; Moiz Kohen-Tekinalp hahamından ve başka karanlık kafalardan, milliyetçilik dersi almamıza, Atatürk ihtiyaç bırakmamıştır. Elbette devletimizin; bu cennet ülkemizi fethedip bize vatan yapan, Cumhuriyetimizi kuran ve halkımızın büyük çoğunluğunu oluşturan Türk sıfatıyla tanınması ve anılması da doğaldır, bundan gocunanların marazlı maksatları vardır. Yurdumuza “Türkiye” denilmesinden bile gıcık alan kancıkların, ağızlarından “Kürdistan” kelimesini hiç düşürmemeleri, bunların bozuk niyetini ve tıynetini ortaya koymaktadır. Artık sağa-sola kaytarmaya çalışmamalıdır: Ölçü İslam’sa, Ayet ve Hadislerin buyrukları açıktır. Örnek Atatürk’se; işte, Meclis kürsüsünden aktardığı ve resmi zabıtlarda aynen saklanan kanaatleri bunlardır. Bu konuda haksız, hatta ahlâksız bir tavırla bize sataşanların; hiçbir ilmi ve vicdani dayanakları bulunmamaktadır.
Ülkemizde ve aziz milletimiz üzerinde, Türk ırkçılığının da Kürt ayrımcılığının da hep Yahudi dönmelerince başlatılmış olması bir tesadüf sanılmamalıdır!
Örneğin Munis (Kohen) Tekinalp, Türkçülüğün kurucularındandır. Nam-ı diğer “Moiz Kohen”, Osmanlı’nın Serez beldesinde bir hahamın oğlu olarak 1883’te doğmuşlardır. Selanik’te sıkı bir hahamlık eğitimi almıştır. Koyu bir Sultan Abdülhamid düşmanıdır. Selanik’te çıkan Asır gazetesi’nde yazılar yazmış, aynı gazetenin genel yayın yönetmenliğini yapmıştır. İttihat ve Terakki Partisi’ne katılmış, 1907 yılında Masonluk faaliyetlerine başlamıştır. 1909 yılında Hamburg’da düzenlenen Dünya Siyonist Kongresi’ne, Selanik Delegesi olarak giden insandır. 1920 yılında Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde; “Kahrolsun Şeriat, Mustafa Kemal Paşa Türk Peygamberidir” diyecek kadar küstahlaşmış, Hz. Ali’ye “Sen ilahsın!” diyen İbni Sebe Yahudi’sinin yerini almıştır. Moiz Kohen’e göre, “Türkler İslam’ı bırakmalı ve eski Şaman inanışına dönüş yapmalıdır.” Bunu söylerken, Yahudilerin de Türklerin İslam öncesi halini çok benimsediğini yazmıştır. Kohen’in “Kahrolsun Şeriat” sözleri, bugün daha cılız olsa da yakın zamana kadar bazı katı ulusalcılar ve Kemalist takımınca sıkça kullanılan bir slogandır. Bir de “Araplar bizi sırtımızdan hançerledi” bahanesiyle, Türkçü Moiz Kohen; İslam düşmanlığına, Arap karşıtlığı kılıfı sarmıştır. Kohen, Türkiye’de Arap düşmanlığı yaparken; meslektaşı, dindaşı ve İsmet İnönü’nün Lozan’daki özel danışmanı Yahudi Hahamı Haim Nahum da Mısır’da Arapları Türklere karşı kışkırtmaktaydı. Uzun yıllar Türk Dil Kurumu’nda çalışan “Türk Ruhu” kitabının yazarı, Ziya Gökalp’in akıl hocası ve CHP kayıtlısı olan Munis Tekinalp, yani Moiz Kohen, 1956 yılında emekli olduktan sonra Fransa’nın Nice şehrine yerleşince, her nedense; “Öldüğümde sakın beni Türkiye’de defnetmeyin” vasiyetinde bulunmuşlardı. 1961 yılında vasiyetine uygun bir şekilde Fransa’da (gizli Yahudilerin gömüldüğü bir kilise mezarlığına) bırakılmıştı.
Şimdi soralım: Moiz Kohen (Munis Tekinalp) gibi Yahudi sapıkların, Şamanizm’e ve Siyonizm’e uyarladığı, İslam düşmanlığına kılıf yapılan TÜRKÇÜLÜK ideolojisinin:
• Kendine özgü ekonomik esasları var mıdır, varsa nelerden oluşmaktadır? Örneğin FAİZ uygulanacak mıdır, vergi nelerden ve hangi ölçülerle alınacaktır?
• Bu Türkçülüğün; kendine ait hukuk nizamı ve temel anayasa kuralları var mıdır, varsa hangi kaidelere dayanmaktadır?
• Bu Türkçülüğün; birtakım gelenek ve görenekler dışında hayatın her safhasını kapsayan, devlet ve medeniyet ufukları açan orijinal prensipleri ve kutsal hedefleri var mıdır ve nerelerden kaynaklanır?
• Bu Türkçülüğün; siyaset (yönetim) kanunları ve devletin asli kurumları hangi şartlara ve standartlara göre ayarlanmaktadır?
• Bu Türkçülüğün; eğitim ve öğretimin bütün aşamalarında gözetilecek temel esasları ve programları var mıdır, neye göre belirlenmiş olacaktır?
İslam dışı ve kafatasçı Türk veya Kürt ırkçılarının bu sorulara verecekleri bir tek doğru ve doyurucu yanıtları yoktur. Çünkü Türk, Kürt vb. sadece bir ırktır, kendilerine ait bazı gelenek ve görenekleri dışında, özel ve orijinal hukuk nizamları ve sistem kavramları bulunmamaktadır. Oysa, Avrupa’dan kopya edilen, barbar Batılı değerleri taklit yoluyla şekillenen kurum ve kurallar esas alınarak; biraz Kapitalizm, biraz Sosyalizm, biraz Osmanlı geleneği karıştırılıp, üzerine de biraz İslam sosu katılarak, maalesef Moiz Kohen (Munis Tekinalp) gibi hain Yahudilerce uydurulan ve hiçbir ilmi temeli bulunmayan boş kuruntular yerine, İslami değerler ve tarihi birikimlerle şekillenen müspet bir milliyetçilik, elbette daha tutarlı ve kucaklayıcı olacaktır.
Şu AKP döneminde maalesef;
a- İslam Dinini istismar edip ılımlılaştırma ve yozlaştırma girişimlerine hız verilmiştir.
b- Müspet Türk Milliyetçiliğini ise inkâr edip, milli duygu ve duyarlılıklarımızı soysuzlaştırma yolu benimsenmiştir. Hatta öyle ki “T.C.”den gıcık alan ve kaldırmaya çalışan resmi ve sivil WC’ciler türemiştir. Bu ülkede Türkler, Kürtler, Çerkesler, Lazlar, Zazalar, Göçmenler ve diğer kökenler; bunların hepsi ayrı kavim olabilir ama aynı millettir. Resmi ve ortak dilleri Türkçedir, Türkiye Cumhuriyeti hepimizin devletidir ve hepimizin ortak haysiyet ve hürriyet garantimizdir.
Halbuki başta Bediüzzaman gibi şahsiyetler, müspet Türk Milliyetçiliğine hürmet ve riayet etmişlerdir. Yoğun bir medya manipülasyonu ile artık “Kürt”lerin özgürlüğünden, özerkliğinden, etnik kimliğinden bahsetmek ve bunları sahiplenmek; vicdani duyarlılık, Avrupai uygarlık ve insan haklarına saygınlık sayılırken, maalesef “Türk” kelimesini ağzına almak; ırkçılık, çağ dışılık ve barbarlık gibi gösterilmektedir. Bunun gibi Alevilik de ilericilik, hoş geçimlilik, aydın kişilik olarak takdim ve takdir edilirken; Sünnilik ise gericilik, Emevicilik ve köktendincilik diye tahkir edilmektedir. Oysa her ikisi de aynı değerlerin, farklı tezahür ve renkleridir.
• Rahmetli Erbakan Hoca ise, Türkçülüğü; diğer unsurları inkârcı, horlayıcı ve yok sayıcı bir kavram olarak kullanılıp dayatıldığı ve dış güçlerin bu haksız uygulamayı istismar edip, özellikle Kürt kardeşlerimizi ve PKK’yı kışkırtıp azdırmaya çalıştığı bir ortamda: “Milli birlik ve dirliğimizin mayası ve kaynaştırıcı kimyası olan DİN kardeşliğini” öne çıkarıp önemsemiş; ama çok dikkatli ve rikkatli (merhametli) bir dille sık sık “Bin (1000) yıllık kardeşliğimize” vurgu yaparak, Anadolu’muzun Malazgirt Zaferi’yle fethedilip, Selçuklu ve Osmanlı dönemleriyle Türklere vatan yapılmasına özellikle dikkat çekmiştir. Ve hele, Erbakan Hoca’nın müspet milliyetçiliği tahkir edici söz ve imalarına rastlamak mümkün değildir. Ve zaten o devirdeki, dedesini bile gizlemek zorunda kalan bazı sahte Türkçüler ve sabataist-mason İttihatçı döküntüler ve diğer siyasi aktörler içerisinde, yedi sülalesi özbeöz Türk olan, belki de tek şahsiyettir. Ve tabii, hepsinden önemlisi Erbakan Hoca inançlı ve kararlı bir mü’mindir ve bizi millet yapan asıl kimyanın İslam Dini, Ehl-i Sünnet disiplini ve Ehl-i Beyt çizgisi olduğunun bilincindedir. Erbakan Hoca’nın Türklerin dışında; Kürtler, Rum ve Ermeni nesiller, Kafkas ve Balkan kökenliler gibi değişik kavim ve kültürlerden, İslam potasında kaynaşan, muhteşem Anadolu seramiğinin (mozaik değil!) bu mübarek ahengini ve rengini bozacak söylem ve sloganlardan sakınması, milli haysiyet ve hassasiyet gereğidir. Kaldı ki, bir kişiyi önemli ve değerli kılan ve gerçek kimliğini oluşturan; onun kökeni ve mensubiyeti değil, insanlığı, inancı, amacı, ahlâkı, ilm-ü irfanı ve yararlı çabaları gibi şeylerdir.
• Şu tarihi ve tescilli gerçek de asla unutulmasın ki, Müslüman olmayan veya sonradan İslam’dan çıkan Türklerin büyük çoğunluğu; Türklüklerini de Türkçeyi de muhafaza edememişler (istisnai örnekler dışında), başka kavimler ve kültürler içerisinde eriyip gitmişlerdir. Hatta Ehl-i Sünnet istikametinden (Sünnilikten) koparılıp, geçmişte Şiilik, günümüzde Vehhabilik, El-Kaide’cilik, İranlı Ali Şeriati’cilik gibi aykırı mezheplere kayan Türklerin bile, tarihte Osmanlı Devleti’ne, şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ne düşman hale getirildikleri görülecektir. Mustafa Kemal’in, -şimdi kaldırılmaya çalışılan- Diyanet İşleri Başkanlığını kurarken; İslam’ın Ehl-i Sünnet çizgisini ve Maturidilik düşünce sistemini tercih etmesi boşuna değildir.
Atatürk’ün yararlı adımları ve yarım bıraktıkları:
Evet, sanki kader Atatürk’ü; “Cihad” (Milli Savunma ve Ahlâki Dayanışma) ruhunu ve “İçtihad” (İlmi Araştırma ve Yerli Kalkınma) şuurunu yitirmeye başladığı için çürümeye ve çözülmeye başlayan ve 1. Dünya Savaşı’yla yıkılan Anadolu arsasındaki Osmanlı enkazını kaldırmak ve kurulacak yeni bir dünya medeniyetine zemin hazırlamakla görevli kılmıştır. Ne var ki bu tarihi devrim ve değişim programını uygularken, bize göre yararlı kararları yanında, tartışma konusu olan ve eksik bırakılan tarafları da vardır.
Örneğin; giderek yozlaşmış ve genellikle istismar ocağına çevrilmiş bulunan tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla bir adım atılmış, ama yeni ve yeterli manevi eğitim kurumlarının oluşturulamaması önemli bir boşluğa yol açmıştır. Çünkü bu boşluğu sonradan ya sahte şeyhler, ya da dinsiz şebekeler doldurmaya çalışmıştır.
Önemini ve özelliğini tamamen yitiren ve artık çağın şartlarına intibak edemeyen medreselerin kaldırılması bir mecburiyet halini almış, ama gerekli ve gerçekçi dini eğitim kurumlarının açılması konusunda gevşek davranılmıştır. Öyle ki; bir ara dini bilgiler yönünden ülkeyi koyu bir cehalet bulutu kaplamıştır.
Harf devrimiyle Latin alfabesine geçilmesi yerinde ve yararlı bir girişim sayılmakla beraber, eski harflerin tamamen yasaklanması doğru olmamıştır. Çünkü bunun sonucu milletimiz tarihi mirasından tamamen koparılmış ve eski harflerle yazılmış önemli evrak ve eserleri okuyamaz, anlayamaz hale gelmiştir. Dedelerimizin yazdığı çok kıymetli kitap ve kaynakları çözmek için bir ara Batı’dan uzmanlar getirilmeye mecbur kalınmıştır. Halbuki bugün birkaç yazıyı birden kullanan pek çok ülke vardır.
Kadınların toplum hayatındaki etkin konumuna kavuşması hususundaki gayretler faydalı olmuş, ama bu arada sonradan ahlâki yozlaşmaya neden olan birçok davranışların önünü tıkayacak tedbirler yeterince alınamamıştır.
Türkiye’de yaşayan ve İslam potasında kaynaşıp mutlu ve milli bir mozaik oluşturan Yörük, Kürt, Çerkez, Abaza, Laz, Zaza gibi… farklı kökenden insanlarımızın tamamını tanıtan bir üst etiket yerine milli birlik ve dirlik temsili olarak “Türk kimliğinin“ kullanılması yerinde ve yararlı olmuş; ama bu kavramın, dönmeler ve masonik kesimlerce ırkçılık ve kafatasçılık hesabına kullanılmasını önleyecek şekilde, milliyetçiliğin dozu, kavram ve kapsam olarak iyi ayarlanamamıştır. Gerçi “bu devleti kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyen Atatürk, hem söylemleriyle hem de eylemleriyle ırkçılığa karşı olduğunu sürekli vurgulamıştır. Hatta bir ara; Atatürk’ün berberi olan Selanikli Rıdvan, diğer hizmetçilere: “Biz olmasaydık, siz kurtulamazdınız” diye şaka yapmış, onlar da “Hadi oradan, Selanik’ten çıksa çıksa Yahudi çıkar” diye takılmışlar. Bu sözleri duyan Atatürk, bir yemek esnasında ve bunları konuşanların da bulunduğu bir sırada, Nuri Conker’e sormuşlar:
“-Nuri Bey, söyle bakalım Selanik’ten en çok ne çıkar?” Atatürk’e yakınlığı ile bilinen ve nazı çekilen Nuri Conker ise şu cevabı yapıştırmışlar:
“-Bol Yahudi çıkar Paşam!…” Bunun üzerine Atatürk alaylı bir gülümseme ile şunları hatırlatmışlar:
“-Benim için de bazı kimseler (Selanik’te doğduğumdan) Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar. Ama şunu unutmamak lazımdır ki, Napolyon da Korsikalı bir İtalyan’dı. (Yani aslen Fransız değildi) Ama Fransa’ya hizmet etti ve Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız olarak geçti. (Bu nedenle) İnsanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları lazımdır…”[4]
Ve yine Atatürk bugün yanlış uygulanan ve zorbalığa kayan bir laiklik anlayışının sahibi ve savunucusu olmamakla beraber, din hizmetleriyle devlet işlerinin ayırımını esas alan ve halk iradesine dayanan Cumhuriyet konusundaki kararları yerinde ve yararlıdır. Ancak Türkiye’yi bütün dünya Müslümanlarının manevi merkezi ve mümessili konumunda tutacak “Hilâfet” kurumunun lağvedilmesi, bize göre tarihi bir fırsatın kaçırılmasıdır. Ve bunun hikmeti hâlâ bazılarınca anlaşılamamıştır. Atatürk, Anadolu’yu parçalanmaktan kurtarmak ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak hatırına, daha önce hararetle savunup sahip çıktığı “Hilafet” kurumunu, ilgaya mecbur kalmış, ancak yine bir diplomasi dehasıyla, hilafeti Osmanlı hanedanından alıp, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uhdesine bırakmıştır. Yeri gelmişken şu hususu da özellikle belirtelim ki “Laiklik” maddesini anayasaya, Atatürk’ün ölümcül hastalığının pençesine yakalandığı 1937 yıllarında İnönü koydurmuş ve Şeflik döneminde bu madde bir zulüm ve kıyım mekanizmasına çevrilmiştir. Yoksa hem Atatürk’ün 3 ciltlik Nutuk’unda hem onunla ilgili hatıra kitaplarında tek bir kelime olsun “Laiklik” kelimesinin kullanıldığını kimse gösteremeyecektir. Anlaşılıyor ki Atatürk Laiklik kurumunun ve kavramının istismar edileceği endişesi içindedir.
Oysa Atatürk inançlı ve kararlı bir insandır. O İslam’a değil; din istismarına, akıl ve vicdan dışı safsatalara ve zamanla yozlaşıp koflaşmış kurum ve kurallara karşıdır. Tarihi devrimlerine de işte bu yüzden kalkışmış ve elbette doğru adımlar yanında, eksik bırakılan hatalar da yapılmıştır. Yukarıda da belirttik; Batı medeniyetinin hem İslam’dan, hem bilimsel çalışmalardan kaynaklanan bazı doğru verilerinden yararlanmak, böylece önce aramızdaki mesafeyi kapatıp sonra onları aşmak (Muasır medeniyetin fevkine çıkmak) için, harf inkılâbı lazımdı, yararlıydı; ancak eski yazıyı tamamen yasaklamak ve unutturmak yanlıştı ve zararlıydı. Çünkü yetişen yeni nesil, muhteşem bir medeniyet birikimi olan kitaplarımızı, tarihi belge ve kaynaklarımızı okuyup anlamaz hale sokulmuşlardı. Oysa Latin harflerine geçilmekle beraber, eski yazımızın da öğretilmesinde hiçbir sakınca bulunmamaktaydı.
Ve yine çoğu meskenet yuvasına çevrilmiş, asli özelliğini ve işlevini yitirmiş, hatta bir kısmı Sabataist (gizli Yahudilerin) güdümüne girmiş tekke ve zaviyelerin kapatılması bir zaruret halini almıştı. Ancak toplumun manevi ve ahlâki eğitim ihtiyacını karşılayacak yeni ve yeterli kurumların hizmete sokulmaması, bu boşluğun din istismarcılarınca ve ehil olmayan insanlarca doldurulmasına yol açmıştı. Ve tabi önce Sultan Abdülhamid’e karşı haksız bir muhalefet bayrağı açanların ve mason İttihatçılarla ortak safta bulunan İslamcı aydınların, daha sonra Mustafa Kemal’e karşı da aynı olumsuz tavrı takınmalarının, psikolojik yanılgıları ve günümüze yönelik politik yansımaları üzerinde de, dikkatle durulmalıydı.
Ve asla unutulmasın ki, Atatürk de nihayet bir insandı. Haliyle onun da yanlışları ve yanılgıları olacaktı. Elbette onun da “keşke yapmasaydım” dediği pişmanlıkları, isteyip de başaramadıkları, başlayıp da yarım bıraktıkları vardı. Ama her şeye rağmen, şanlı Kurtuluş Savaşımıza önderlik yapan ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni bize miras bırakan zattı. Kaldı ki onun yaşadığı dönemdeki şartları, imkânları, zorlukları ve dengeleri gözetmek zorunda olduğu güç odaklarını hesaba katmak lazımdı. Bu nedenle onu tabulaştırıp tanrılaştıranlar da, ona düşmanlık yapanlar da haksızdı ve kötü maksatlıydı.
İsimlere ve ideolojilere takılmamalı, sistemlere ve milli stratejilere bakmalıdır!
Hangi dinden ve kavimden olursa olsun;
●Ülkemiz ve halkımız için kötü şeyler düşünmeyen, ●Siyonizm’in Dünya hâkimiyeti ve Büyük İsrail hayali peşine düşmeyen ve Türkiye’yi kendi vatanı gören, ●Yurt içinde ve dışında gizli ve kirli hıyanet odaklarıyla ilişkiye ve işbirliğine girişmeyen, ●İyi niyetli, kabiliyetli ve karakterli olanlarla; birlikte çalışma, sorumluluklarımıza ve sonuçlarına beraber katlanma, ülkemizin nimetlerini de, külfet ve zahmetlerini de ortak paylaşma siyaset ve stratejisini benimseyen Erbakan Hocamız haklıdır.
Bunun yanında; ●Vatanımızı, halkımızı ve ülke imkânlarımızı İsrail’in hesabına kullanmak, yıpratmak ve yıkmak isteyen, ●İslami inancımızı ve milli ahlâkımızı bozmak, laytlaştırmak ve yozlaştırmak isteyen… ●Mason locaları ve hıyanet odaklarıyla birlikte çalışıp, ekonomik, teknolojik, politik ve psikolojik alanda bizi kuşatmak ve geleceğimizi karartmak isteyen; niyeti ve tıyneti bozuk olanlara ise, mesafeli durma, gözaltında bulundurma, stratejik noktalardan uzak tutma ve sürekli dikkatli davranma siyaset, feraset ve dirayetini gösteren, M. Kemal’den sonraki tek lider Erbakan Hoca’dır. Evet, Erbakan Hoca, Yahudi’ye veya dönmelere değil, şeytani ve gayriinsani amaçlar taşıyan Siyonizm’e ve ülkemize hıyanet düşünenlere karşıdır ve elbette haklıdır. Ülkemiz, Milletimiz, güvenliğimiz ve geleceğimiz üzerinde kötü niyet taşıyanların ve onlara taşeronluk yapanların: Çok ayrı inanç ve kafalarda… Farklı konum ve kulvarlarda bulunmalarına rağmen, Erbakan karşıtlığında ve Milli Görüş korkaklığında, hep ortak tavır almaları boşuna mıdır?
Ama, korkunun ecele faydası olmayacaktır!.. Kader, Atatürk’e; Siyonistlerin güdümündeki bütün emperyalist güçlerin “Hasta Osmanlı’yı öldürme ve Müslüman Türk’ü tarihe gömme” siyaset ve saldırılarına karşı “Anadolu’yu kurtarma ve Türk varlığını koruma” gibi çok şerefli, ama çetrefilli bir misyon yüklemişti. Erbakan ise; bütün insanlığın bünyesine, kanser urları gibi yerleşen Siyonist çıbanlarını deşmek… Her din ve düşünceden… Değişik köken ve kültürden bütün insanlığın barış ve bereket içinde yaşayacağı, Türkiye merkezli yeni ve adil bir medeniyeti kurma şuuruna, onuruna ve sorumluluğuna sahiptir… Unutmayın ki; Atatürk de, resmi apoletleri söküldükten, tüm siyasi yetkileri elinden gittikten sonra, tarihi devrimini gerçekleştirmiştir.!?
“Andımız” konusuna gelince; dünyada öğrenci andının bulunduğu ülkeler sadece şunlardır:
● Amerika Birleşik Devletleri, ● Meksika, ● Filipinler, ● Hindistan, ● Singapur, ● Vietnam.
Herhangi bir “öğrenci andı”nın bulunmadığı ülkeler ise büyük çoğunluktadır:
Hiçbir Avrupa ülkesinde, Rusya’da, Asya’da ve İslam ülkelerinde; Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde, öğrenci andı bulunmamaktadır.
Peki, öğrenci andının olduğu ülkelerde öğrenciler bu andı ne zaman ve nasıl okuyorlar, çocuklar bu ant sırasında neler söylüyorlar?
ABD’de öğrencilerin birçoğu tarafından okunan ve 1892 yılında Francis Bellamy tarafından yazılan ant şöyledir:
“Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve onun temsil ettiği cumhuriyete bağlılık yemini ediyorum: Tanrı’nın gözetiminde tek ve bölünmez bir millet, herkese özgürlük ve adalet.”
Meksika’da, anaokulundan ortaokula kadar tüm okullarda ve bazı liselerde haftada bir olmak üzere her pazartesi bir tören yapılıyor. Törende ülke bayrağı göndere çekilerek ulusal marş okunuyor. Bu törende öğrenci andı okumak da zorunlu. Öğrencilerin sağ ellerini göğüs hizasında tutarak andı okumaları gerekiyor.
“Meksika’nın bayrağı, kahramanlarımızın mirası, atalarımızın ve kardeşlerimizin birliğinin simgesi. Hayatlarımızı adadığımız anavatanımızı insancıl ve cömert bir bağımsız ülke yapan özgürlük ve adalet değerlerine sadık kalmak için ant içiyoruz.”
Filipinler’de:
“Ben bir Filipinliyim. Filipinler’in bayrağına ve onun temsil ettiği ülkeye bağlılık andı içiyorum. Gurur, adalet ve özgürlüğün olduğu bir ulus için. Tanrı için. İnsanlar için. Doğa ve ülke için.”
Hindistan da zorunlu öğrenci andının olduğu ülkelerden biri olup her sabah toplanan öğrenciler şunu okumaktadır:
“Hindistan benim ülkemdir. Tüm Hintliler benim kardeşlerimdir. Ülkemi severim ve onun zengin mirasından gurur duyarım. Her zaman buna değer olmaya çalışacağım. Ebeveynlerime, öğretmenlerime ve tüm yaşlılara saygı duyup herkese hürmet edeceğim. Ülkeme ve insanlarıma bağlılık yemini ediyorum. Onların mutluluğu ve refahı benim mutluluğumdur.”
Singapur’da ilkokul ve ortaokul düzeyindeki tüm okullarda, dersler başlamadan önce toplanan öğrenciler her gün ulusal marşı ve ardından ulusal andı okuyor. Açık havada yapılan tören, her tür hava şartında gerçekleşiyor. Ant sırasında öğrenciler sağ yumruklarını kalplerinin üzerine koymak zorundalar. Singapur ulusal andının sözleri şöyle yazılmıştır:
“Biz, Singapur vatandaşları, ırkımız, dilimiz ya da dinimiz ne olursa olsun, bir olmuş insanlar olarak adalete ve eşitliğe dayanan demokratik bir toplum yaratmak için ve aynı zamanda ulusumuzun mutluluğu, refahı ve ilerlemesi için ant içeriz.”
Dikkat edilirse, Öğrenci Andı okutulan birkaç ülkede ise, asla bir kavmi öne çıkaran, diğer kökenleri dışlayan veya kışkırtan hiçbir cümle yer almamaktadır. Üstelik Atatürk bu Milletin Avrupa ve Amerika’yı taklide ihtiyacı olmadığını vurgulamıştır: “Artık durumu düzeltmiş olmak için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Türkiye hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne Batılılaşacaktır. O sadece özleşecektir.”[5]
[1] Maide: 3
[2] Bakara: 138
[3] Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik s.127 Atatürkçülük, Cilt: 1, s.455) (Ali Rıza Ünal “Atatürk Hakkındaki Anılarım” Türkiye Harp Malulü Gaziler Dergisi Sayı:158, s.23, 1969
[4] Cemal Granda Sh: 205–206
[5] Müdafaa-i Hukuk, Sayı: 31, Hikmet Tanyu. Atatürk ve Türk Milliyetçiliği s. 181, Ercüment Kuran, Türk Kültürü Dergisi, sayı: 37, sh. 62 TBMM Gizli Celse Zabıtları. Cilt III.
Bizlere herşeyin en doğrusunu ve nasıl anlamamız gerektiğini anlatan Milli Çözüm iyi ki var. Olaylara, fikirlere, her türlü akım ve düşüncelere vahyin ışığında mümin feraseti ile önümüze projektör tutulmaktadır.
Siyonizmin elinden, ulusalcılık, milliyetçilik gibi kendi hakimiyetleri için kullandığı kavramların doğru anlaşılıp ellerinden alınmış ve bu silahlarını boşa çıkartan bir çalışma olmuş…
Milli Çözüm;
İstismar edilen, içi boşaltılan, ılımlaştırılan, katılaştırılan, yanlış anlaşılan, çarpıtırılan, iftira atılan, haksızlık edilen, yanlış tanıtılan..
Bütün değerlerimizi aslına ve özlüne kavuşturuyor! hiçbir kisim de itiraz edemiyor..
Çünkü Allah’ın rızasını arıyor! Kur’an’a tercünan oluyor Elhamdülillah..
Atatürk’ün hayalleri, Erbakan Hocamızın hedef ve projeleri Milli Çözüm İktidarı ile çok yakında tamamlanacak İnşAllah!..
MİLLET-İ İBRAHİM
De ki: “Allah (her konuda ancak) doğruyu söylemektedir. Öyleyse (her bâtıl düşünceden kaçarak Hakk Din olan İslam’a sarılıp) Allah’ı bir (İslam’ı din) tanıyan (Hanif)ler olarak İbrahim’in dinine uyun ki; o, asla müşriklerden olmamış biriydi.”
Biz insanları kavimlerine, kökenlerine, renklerine, dillerine ve kültürlerine göre değil; imanlarına, İslam’a bağlılıklarına, güzel ahlâklarına, insanlık onurlarına, vatanına ve topluma yararlarına göre değerlendirip önem veririz. Şimdi, anayasadan “Türk Milleti” kavramını çıkarmaya yeltenenlerin de “Ilımlı İslam” diye yüce dinimizi dejenere edip, “Protestan Müslüman” tipi oluşturmak isteyenlerin de hep aynı Siyonist güçlerce desteklendiğini görmekteyiz. Ama; Moiz Kohen Yahudi Hahamının, Munis Tekinalp takma ismiyle yazdığı ve aziz milletimizi İslam’dan koparmak için yaptığı TÜRKÇÜLÜK kafasıyla, bu tahribatların önlenemeyeceğinin de bilincindeyiz.
Kaldı ki hiç kimsenin doğarken ailesini, kavim ve kabilesini seçme hakkı kendisine verilmemiştir. Bu sadece Allah’ın bir tayini ve taksimidir. Hâşâ bazılarını üstün ve ayrıcalıklı, bir kısmını da düşük ve aşağılık yaratmış olmasını düşünmek bile, Allah’a iftira etmektir. İslam; hiçbir beşerî ideolojinin ve ırkçılık felsefesinin aksesuarı ve kafatasçı Türkçülüğün jelatinli pazarlama kılıfı değildir. İslam; herkesten ve her şeyden yücedir, her kavim ve her girişim İslam’a hizmet ettiği kadar kıymetlidir.
İşte milli çözüm Türk ve kürdün Alevi sünminin ve tüm din ve ırktan insanların dünyada rahat ve ferah yaşayacağı sistemin bilgiçı ve sahibidir bu yüzden milli çözüm bu ayrılıklara bir köprü konumundadır açilen ülkemizde bir milli mütabakat hükümetine ihtiyaç vardır ve bu milli çözüm le mümkündür
Hangi dinden ve kavimden olursa olsun;
●Ülkemiz ve halkımız için kötü şeyler düşünmeyen, ●Siyonizm’in Dünya hâkimiyeti ve Büyük İsrail hayali peşine düşmeyen ve Türkiye’yi kendi vatanı gören, ●Yurt içinde ve dışında gizli ve kirli hıyanet odaklarıyla ilişkiye ve işbirliğine girişmeyen, ●İyi niyetli, kabiliyetli ve karakterli olanlarla; birlikte çalışma, sorumluluklarımıza ve sonuçlarına beraber katlanma, ülkemizin nimetlerini de, külfet ve zahmetlerini de ortak paylaşma siyaset ve stratejisini benimseyen Erbakan Hocamız haklıdır.
Bunun yanında; ●Vatanımızı, halkımızı ve ülke imkânlarımızı İsrail’in hesabına kullanmak, yıpratmak ve yıkmak isteyen, ●İslami inancımızı ve Milli ahlâkımızı bozmak, laytlaştırmak ve yozlaştırmak isteyen… ●Mason locaları ve hıyanet odaklarıyla birlikte çalışıp, ekonomik, teknolojik, politik ve psikolojik alanda bizi kuşatmak ve geleceğimizi karartmak isteyen; niyeti ve tıyneti bozuk olanlara ise, mesafeli durma, gözaltında bulundurma, stratejik noktalardan uzak tutma ve sürekli dikkatli davranma siyaset, feraset ve dirayetini gösteren, M. Kemal’den sonraki tek lider Erbakan Hoca’dır. Evet, Erbakan Hoca, Yahudi’ye veya dönmelere değil, şeytani ve gayri insani amaçlar taşıyan Siyonizm’e ve ülkemize hıyanet düşünenlere karşıdır ve elbette haklıdır. Ülkemiz, Milletimiz, güvenliğimiz ve geleceğimiz üzerinde kötü niyet taşıyanların ve onlara taşeronluk yapanların: Çok ayrı inanç ve kafalarda… Farklı konum ve kulvarlarda bulunmalarına rağmen, Erbakan karşıtlığında ve Milli Görüş korkaklığında, hep ortak tavır almaları boşuna mıdır?
Belki de bizim ülkede ırkçı partilere oy veren Müslümanların anlamakta zorluk çektiği bir durum, Alman, Fransız, Rus veya Amerikalı bir müslüman görmektir. Çünkü onlara göre Türkiye dışında bulunan milletler ya gavurdur ya da dış güçlerin memleketidir.
Suriyelilerin yeni geldiği zamanlardı, sarışın Suriyelileri gördüklerinde biz Arapların siyah tenli olduğunu zannederdik demişlerdi.
Arap saçı diye tabir ettikleri de belki de Afrika’da bulunan insanların saçlarının kıvırcık ve bonus kafalı durumları olmaktaydı.
Yağı çok bulan kim bilir ne yaparmış dedikleri insanlar da yine oralardan insanlar idiler.
Halbuki müslüman olmak herhangi bir milliyetin tekelinde değildir. Dolayısıyla Türkiye’de yaşanan bir müslümandan daha takvalı bir müslüman başka milletlerden de olabiliyor.
Mesela Ermenistan’da doğmuş bir müslüman Ermeni vatandaşı bizim ırkçı biraderler tarafından hemen dışlanır, sebebi ise Ermeni milletinin sanki gavur bir milletmiş gibi algılanıyor olmasıdır. Halbuki durum hiç te öyle değildir.
Bu makalenin kaleme alınması gerçekten ASRIN SAHİBİ olma vasfına yaraşır bir makale kaleme alınmış. Öncelikle şükranlarımı arzediyorum… Bu makalenin satırı satırına noktası virgülüne kadar vicdan ehli her vatansever ülke evladının imza atması süpriz olmayacaktır… Doğruları esas alınan , yanlışlardan sakınılarak hazırlanan bu makale için Allah razı olsun iyi ki varsınız Milli Çözüm İyi ki varsınız Muhterem Üstadımız Ahmet AKGÜL Hocam…
Şu satırları yinelemek istiyorum:
Bunun yanında; ●Vatanımızı, halkımızı ve ülke imkânlarımızı İsrail’in hesabına kullanmak, yıpratmak ve yıkmak isteyen, ●İslami inancımızı ve Milli ahlâkımızı bozmak, laytlaştırmak ve yozlaştırmak isteyen… ●Mason locaları ve hıyanet odaklarıyla birlikte çalışıp, ekonomik, teknolojik, politik ve psikolojik alanda bizi kuşatmak ve geleceğimizi karartmak isteyen; niyeti ve tıyneti bozuk olanlara ise, mesafeli durma, gözaltında bulundurma, stratejik noktalardan uzak tutma ve sürekli dikkatli davranma siyaset, feraset ve dirayetini gösteren, M. Kemal’den sonraki tek lider Erbakan Hoca’dır. Evet, Erbakan Hoca, Yahudi’ye veya dönmelere değil, şeytani ve gayri insani amaçlar taşıyan Siyonizm’e ve ülkemize hıyanet düşünenlere karşıdır ve elbette haklıdır. Ülkemiz, Milletimiz, güvenliğimiz ve geleceğimiz üzerinde kötü niyet taşıyanların ve onlara taşeronluk yapanların: Çok ayrı inanç ve kafalarda… Farklı konum ve kulvarlarda bulunmalarına rağmen, Erbakan karşıtlığında ve Milli Görüş korkaklığında, hep ortak tavır almaları boşuna mıdır?
Ama, korkunun ecele faydası olmayacaktır!.. Kader, Atatürk’e; Siyonistlerin güdümündeki bütün emperyalist güçlerin “Hasta Osmanlı’yı öldürme ve Müslüman Türk’ü tarihe gömme” siyaset ve saldırılarına karşı “Anadolu’yu kurtarma ve Türk varlığını koruma” gibi çok şerefli, ama çetrefilli bir misyon yüklemişti. Erbakan ise; bütün insanlığın bünyesine, kanser urları gibi yerleşen Siyonist çıbanlarını deşmek… Her din ve düşünceden… Değişik köken ve kültürden bütün insanlığın barış ve bereket içinde yaşayacağı, Türkiye merkezli yeni ve adil bir medeniyeti kurma şuuruna, onuruna ve sorumluluğuna sahiptir… Unutmayın ki; Atatürk de, resmi apoletleri söküldükten, tüm siyasi yetkileri elinden gittikten sonra, tarihi devrimini gerçekleştirmiştir.!?
İşte makaleyi okuyanlar fark edecekler ki; Milli Çözüm=ÜSTAD AHMET AKGÜL; Aziz Erbakan Hocayı ve Aziz Atatürk’ü, en doğru şekilde anlayan kavrayan olduğunu bu makalesiyle bir kere daha yeniden tescillemiştir… Minnettarlığımı arz ederim İYİ Kİ VARSINIZ.!!!
“Biz görüşlerimizi, gerçeklerimizi ve tarafgirliğimizi oluştururken, “Mutlak Doğru”ları esas alarak ve “Mutlak Yanlış”lardan sakınarak hareket etmekteyiz. “Doğru” ve “Yanlış” tespitinde ise şu beş değeri ölçü ediniriz: 1- Aklıselim, 2- Müspet bilim, 3- Tarihi deneyim ve birikim, 4- Vicdani kanaat ve tatmin, 5- İlahi Din (Kur’an’ın muhkem ayetleri ve Resulüllah’ın (SAV) sağlam Sünneti). İşte bu beş temel ölçünün ittifakla: “Yararlı, hayırlı, gerekli ve güzel” bulduğu şeyleri “Doğru”; ve yine bu temel değer birimlerinin ittifakla, “Kötü, zararlı ve çirkin” bulduğu şeyleri “Yanlış” biliriz. Çünkü Kur’ani kuralları dikkate almamak, imansızlık ve sapkınlık… Müspet bilimi ve aklıselimi hesaba katmamak, manyaklık ve mantıksızlık… Tarihi tecrübeleri ve vicdani kanaatleri önemli saymamak ise ahmaklık ve insafsızlık alâmetidir.”
İster iktidar ister muhalefet bütün işbirlikçilerin temel zihniyetleri aynıdır ve bir farkları yoktur.
Milli Mutabakat; Milli Çözüm ile Mümkündür!
“Milliyetçilik”, bir kavmin bağımsız yaşaması, din, düşünce ve düzen hürriyetini, mal, can ve namus emniyetini koruması, dış tesirlere ve tecavüzlere karşı ülke menfaatlerini savunması gibi hikmetlerle meşru ve mubah sayılmakla beraber; kendilerini başkalarından farklı ve faziletli zannetmeye, dini, ilmi ve insani değerlerin üstünde görmeye yönelirse, işte bu ırkçılık haline gelir ve tehlikelidir.
Türklük sosyal bir ırktır, bu Milletin adalet ve hürriyet yolunda mücadele vermiş ve kendisini Allah’a ve insanlığa vakfetmiş kimliği’ şeklinde algılanmalıdır.
Türk Milliyetçiliğinin mayası ırkçılık değil, İslam’dır. Tüm mü’minlerin ortak ve kutlu rehberi ise Hz. Muhammed Aleyhisselam’dır.
Yani; biz insanları kavimlerine, kökenlerine, renklerine, dillerine ve kültürlerine göre değil; imanlarına, İslam’a bağlılıklarına, güzel ahlâklarına, insanlık onurlarına, vatanına ve topluma yararlarına göre değerlendirip önem veririz.
Herkese ve özellikle yöneticilere, siyasilere ve kanaat önderlerine yaraşan ve lazım olan; dışlayıcı, yok sayıcı ve kışkırtıcı söylemler değil; barıştırıcı, kucaklayıcı ve yatıştırıcı söylemler olmalıdır.
Hangi dinden ve kavimden olursa olsun;
●Ülkemiz ve halkımız için kötü şeyler düşünmeyen,
●Siyonizm’in Dünya hâkimiyeti ve Büyük İsrail hayali peşine düşmeyen ve Türkiye’yi kendi vatanı gören,
●Yurt içinde ve dışında gizli ve kirli hıyanet odaklarıyla ilişkiye ve işbirliğine girişmeyen,
●İyi niyetli, kabiliyetli ve karakterli olanlarla;
birlikte çalışma, sorumluluklarımıza ve sonuçlarına beraber katlanma, ülkemizin nimetlerini de, külfet ve zahmetlerini de ortak paylaşma siyaset ve stratejisini benimseyen Erbakan Hocamız haklıdır.
Bunun yanında;
●Vatanımızı, halkımızı ve ülke imkânlarımızı İsrail’in hesabına kullanmak, yıpratmak ve yıkmak isteyen,
●İslami inancımızı ve Milli ahlâkımızı bozmak, laytlaştırmak ve yozlaştırmak isteyen…
●Mason locaları ve hıyanet odaklarıyla birlikte çalışıp, ekonomik, teknolojik, politik ve psikolojik alanda bizi kuşatmak ve geleceğimizi karartmak isteyen; niyeti ve tıyneti bozuk olanlara ise, mesafeli durma, gözaltında bulundurma, stratejik noktalardan uzak tutma ve sürekli dikkatli davranma siyaset, feraset ve dirayetini gösteren, M. Kemal’den sonraki tek lider Erbakan Hoca’mızdır.
Erbakan Hoca, Yahudi’ye veya dönmelere değil, şeytani ve gayri insani amaçlar taşıyan Siyonizm’e ve ülkemize hıyanet düşünenlere karşıdır ve elbette haklıdır.
Ülkemiz, Milletimiz, güvenliğimiz ve geleceğimiz üzerinde kötü niyet taşıyanların ve onlara taşeronluk yapanların: Çok ayrı inanç ve kafalarda… Farklı konum ve kulvarlarda bulunmalarına rağmen, Erbakan karşıtlığında ve Milli Görüş korkaklığında, hep ortak tavır almaları boşuna mıdır?
Reisi zerre kadar sevmem. Ama geçte olsa ticareti durdurdu. Yani muhalefetin elindeki bir kozu daha aldı. Tabi o kadar insan katledildikten sonra ticareti durdurmak ne işe yarar oda ayrı bir konu.
Ticareti durdurmuş gibi gözüküp göz boyuyorlardır. Siyonistlerin desteği ile iktidara gelenler onların hilafına iş yapamazlar.
Bu o kadar net.
Milli Çözümün vurduğu yerden ses gelir!
Ölçü Kur’an olmayınca şeytanlık meydanda cirit atıyor.
Nisa 85: “… Allah hesap sorucudur…”
Filistin’e, Aziz Erbakan Hocamız gibi asker göndermek varken, Katil İsrial’e 1000’lerce gemi göndermenin hesabını olmayacak mı?
Muhalefeti kandırdın, halkı aldattın, hadi kendine de yalan söyledin ve diyelim ki yeniden oy devşirdin, peki “Allah’ın hesabı!” karşısında ne olacaksın?
Allah’ın izniyle Milli Çözüm’ü atlatıp kandırmazsınız! Milli Çözüm, yaptığınız ticareti gündeme getirince devletin sitelerinden bu kayıtları sildiniz. Akabinde Türkiye’nin gündemi oldu. Milli Çözümün vurduğu yerden ses gelir!
Öldürülen bir tane Filistinlin hesabını veremeyecekken, 100 binlerce mazlumun kanı “seni, sana destek verenleri ve işbirlikçiliğine karşı münafıkça gevşek duranları” Allah’ın hesabı sarmayacak mı?
Yani bunların derdi muhalefetin elindeki kozu almak!
Mazlumları kurtarmak, zalime karşı olup Haktan taraf olmak değil!
Şayet tersi olsaydı 210 gündür, zalime gemi gönderilmezdi!
Muhalefette, iktidarda bu seçim sonuçlarını beklemiyordu!
Sonuçlar, taktiri ilahinin bir şamar değil mi?
Uyuyanların uykuları kaçmadı mı?
Daha dur. Allah seni adam yerine koyup karşına alıp da hesap mı soracak?
İşte bu azap dolu hesabın bir başlangıcı habercisi
Ve 210 gün sonra gelen “ticareti durdurma kararı” şimdiye kadar işlenenlerin itirafıydı!
Kim (İslam’a ve insanlığa yararlı) iyi bir işe (haklı ve hayırlı bir kişiye) aracılık ederse, onun da o işten bir sevabı ve nasibi vardır. Kim de kötü bir işe aracılık yapar (yanlış ve haksız neticelere şefaatçi ve yardımcı olur)sa, onun da (bu kötülüklerden elbette) günahı ve payı olacaktır. Allah her şeyin (ve herkesin) üzerinde koruyucu ve hesap sorucu olandır (ve hak ettiği karşılığı verendir). Nisa 85
Ey Diyarbakırlı Rumuzlu Arkadaş,
Makalenin konusuyla senin yazdığın konunun ne ilgisi var. . MAKALEDEKİ GÜNÜMÜZE IŞIK tutan hakikatlerin suyunu mu çıkarmak derdindesin… Makaleyi oku ki konuyla ilgili yorum yapasın. Ne yani ERDOĞAN VE AVANESİNİ TEMİZE ÇIKARMAK SANA MI DÜŞTÜ. Yorulma, Erdoğan ve avanesi alenen İSRAİL VE ABD İŞBİRLİKÇİLİĞİNE SOYUNDU . . Haberin yok anlaşılan gündemden. . Ha akp ha Chp farkında değilsin sanırım. Chpli “Özgür Efendi” Haması terör örgütü sayıyor , Akp ve Erdoğan özde İsrail Hizmetkarı… Ne farkı var. .
Senin bakman gerejen veya dikkat kesilmen gereken konu şudur hatırlatmış olalım:
İsimlere ve ideolojilere takılmamalı, sistemlere ve Milli stratejilere bakmalıdır!
Hangi dinden ve kavimden olursa olsun;
●Ülkemiz ve halkımız için kötü şeyler düşünmeyen, ●Siyonizm’in Dünya hâkimiyeti ve Büyük İsrail hayali peşine düşmeyen ve Türkiye’yi kendi vatanı gören, ●Yurt içinde ve dışında gizli ve kirli hıyanet odaklarıyla ilişkiye ve işbirliğine girişmeyen, ●İyi niyetli, kabiliyetli ve karakterli olanlarla; birlikte çalışma, sorumluluklarımıza ve sonuçlarına beraber katlanma, ülkemizin nimetlerini de, külfet ve zahmetlerini de ortak paylaşma siyaset ve stratejisini benimseyen Erbakan Hocamız ve Milli Çözüm Ahmet Akgül Hocamız haklıdır ve yanında olmaktır vicdan ehline düşen.
Sözde 9 Nisanda İsrail’e ticarete kısıtlama getiren iktidar her işinde olduğu gibi bu işinde de milletti kandırma yoluna gitmiştir. Ticaret bakanlığının İsraile yapılan ticari verilerine bakarsanız Nisan ayında da maalesef ticaretin hız kesmeden devam ettiğini göreceksiniz. AKP iktiranın yapmış olduğu iyiymiş gibi görülen konularda da dahi halkı uyutmak ve aldatmak konusundan çok mahir olduğunu göreceksiniz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75.yıl açılış yıldönümünde Prof Necmettin Erbakan Hocamızın, Temel Hedeflerimiz ve Temel esaslarımız konulu yapmış olduğu kısa konuşma, Müspet Milliyetçiliği ve ideal bir Millet olma niteliğini kazanmaya matuf bir konuşmadır..
Makalede işlenen konunun,adeta özeti sayılacak o konuşmada,
“TBMM 75 yıl evvel şu gayelelerle kurulmuştur.
1)Ülkenin bağımsızlığını temin etmek
2)Bizi sömürmek isteyenleri vatanımızdan kovmak
3)Ülkemizde hak ve adalete dayanan Adil bir yönetim ve düzen kurmak..
İşte I. Meclis bu özellikleri ile ideal bir meclis olmuştur.. Ve bu ideali yakalamak için ise şu hususiyetleri her zaman göz önünde bulundurmuştur.
♦️Milletin kendine, tarihine ve inancına bağlılık
♦️Milli iradeyi aynen temsil ve ona bağlılık
♦️Çoğulcu demokrasi
♦️Fikir ve İnanç hürriyeti.. “ifadeleri yer almaktadır.
Bu konuşma, elbette Müspet Milliyetçiliğin çerçevesini en mükemmel ölçüde belirleyen bir konuşma olmuştur..
Ve bugün, Milli Çözüm muktesebatının da, bu Millet kavramını güçlendiren ve koruyan en önemli bir irade olduğunu görüyoruz..
“Savaş değil, barış!
Çatışma değil, diyalog!
Çifte standart değil, adalet!
Üstünlük değil, eşitlik!
Sömürü değil, âdil düzen!
Baskı ve tahakküm değil, insan hakları!”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN
Türkiye’deki MHP, Zafer partisi, İYİ partisi gibi partilerin dimağlarında muhafaza ettikleri milliyetçilik kavramının karşılığı Avrupa’da racism yani ırkçılık olarak tanımlanmaktadır.
Yabancı dilde nationalism kelimesi ile karşılık bulan milliyetçilik davası güden bir parti var mı bu ülkede? Saadet Partisi bu anlamda sözüm ona adı milliyetçi olan partilerden daha milliyetçidir. Belki de Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçilik dediği kavram buna en iyi örnek olabilir. Bakalım ne demekmiş?
“Atatürk’ün amacı ulusal ve savunulabilir sınırlar dahilinde, bir Türk ulus-devletini kurmak için Türk milliyetçiliğini öne çıkarmaktı. Atatürk milliyetçiliği din ve ırk ayrımından uzak, ortak yurttaşlık temelindedir. Ortak mazi, lisan, ahlak, kültür ve hukuk Türk Milletini oluşturan temellerdir. (Alıntı)”
Şimdi izanla düşünelim ve insafla karar verelim:
Ülkemizde Kimileri Atatürk İSTİSMARI, İlke ve İnkılap sentarlığı YAPARAK, kimileri de her türlü menfaat ve maneviyat istismarı yaparak, devamlı Şöhret ve servet edinmekte ve birlikte hareket etmektedir
. Bunlar aslında aynı niyet ve zihniyette müşterek değil midir?
Birilerinin sağcı diğerlerinin solcu olması, kimilerinin dinci, ötekilerinin devrimci bulunması Neyi değiştirecektir?.
Haksızlığı ve ahlaksızlığı icat eden de, işleyen de, bunlara destek veren de, kim olursa olsun zalimdir Ve bu yaptıkları hıyanet tir… Ve özellikle Adil Düzen iktidarına karşı siyonistlerle aynı cephede bulunanlar ise Onlarla aynı değerdedir… Zira ahlaksızlık şeytanın dindir. farklı meslek ve meşreplerden olsalar bile Hepsi de şeytanın askeridir….
Peygamber Efendimiz “Asabiyyet (kavmiyyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir.”
Kavmiyetçilik İçin Savaşanlar Allah Yolunda Değiller Ve Yerleri Cehennemdir:
Bir mümin için soy, renk ve genetik yapı, bir ayırımcılık aracı olmadığına göre, bir kavmin bir başka kavme zulmetmesi, onun yaratılıştan kendisine bahşedilmiş haklarını gasp etmesi ya da onun asimile edilmesi için mücadele etmesi, Allah’ın rızasına uygun olmayıp Allah yolunda bir eylem de değildir:
Bu konuda uyarıcı ve uyandırıcı yazı ve konferanslarıyla gayret eden Milli Çözüm e teşekkür ediyorum.
Irkçılık, körü körüne bir ırkı ve kavmi veya bir soyu üstün sayarak diğer
ırkları aşağı görmektir. Kendi adetlerine dayanmayan esasları kötüleyen,
saldırgan, istilâcı ve zulümkâr bir zihniyettir. Irkçılık, dinî bağları gevşeten,
anarşi ve vahşete yaygınlık kazandıran ve toplum yapısında tahribe yol açan
bir mikroptur. O, bilhassa hayata nizam veren dinî ve ahlâkî esaslar yerine,
ırkî ve kavmî bağları esas aldığı için tahripkârdır. Cemiyetlerin bünyelerinde
fitnenin en korkunç olanı, soy-sop iddiasıdır. Bu sebeple bu hastalık, birliğimizi parçalamaya müsait unsurların başında gelir. Zira ırkçılığın özünde ihtilâf ve ayrılık yatar.
Çağımızda bu sorunu ve hastalığın tedavisi için, Aziz Erbakan Hocamız büyük bir çaba sarf ederek, ırk ve mezhep ayrımı konusunda büyük bir başarı elde etmiş, Siyonizmin bu konudaki planlarını boşa çıkaracak çalışmalara imza atmıştır.
Günümüzde; Erbakan Hocamız ın bu projelerini uygulama ve temsil konusunda ,Üstadımız Ahmet Akgül Hocamızın öncülüğünde ( Millî Çözüm Ekibi ) devam ettirmektedir.
Selam olsun insanlığın huzur ve mutluluğu için gayret edenlere .
MİLLİ ÇÖZÜMÜN KÖPRÜ GÖREVİ
Allah ile kul arasında köprü görevi üstlenmesi
Peygamber Efendimiz (sav)in sistemi ile günümüze köprü görevini üstlenmesi
Erbakan hocamızın sistemi ile günümüze köprü görevini üstlenmesi
Ülkemizde yaşayan farklı kesimlerin bir biri ile kaynaşmasında köprü görevini üstlenmesi
Gerçek tarihimiz ile bizlere köprü görevini üstlenmesi
Atatürk’ü daha iyi tanıma ve anlama konusunda köprü görevini üstlenmesini
Ülkemizdeki Tarikat ve cemaatlerin daha iyi anlaşılmasını anlamada köprü görevini üstlenmesi
Hakkın hakimiyeti ve bütün insanlığın yüzünün güleceği Adil Düzen sistemin nasıl ve ne şekilde kurulacağının bizlere açıklama ve uygulanması konusunda ve buna benzer bir çok maddeyi içine aldığı köprü görevi üstlendiğini dergiyi takip ederek,internet kanallarından konferans ve sohbetleri dinleyerek görüp anlamaktayız.
Dünya ülkelerinde ve ülkemizde yaşanan sorun ve sıkıntılardan kurtulmak için teşhisi ve tedavi yönetimini en ince ayrıntılarına kadar açıklayan bütün insanlığın refahına köprü kuran tabiki MİLLİ ÇÖZÜM iktidarı olmalıdır.
Allahın izniylede yakın bir zamanda kurulacaktır.
.
Doğru milliyetçilik anlayışı nasıl olması gerekir? sorusunun cevabı mükemmel bir şekilde izah edilmiş.
Hucurât 13
Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık (Hz. Adem’le Hz. Havva’dan türetip çoğalttık). Ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız (kerim ve değerli sayılanınız, ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride bulunanlarınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Habir’dir.
https://www.mealikerim.com/49/hucurat/13
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
“Allah indinde en şerefliniz takvâca en ileri olanınızdır. Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Beyaz derili olanın siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, siyah derili olanın da beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir.” (İbn Hanbel, 5/411)
Ayeti kerimeler ve Peygamberimizin Hadisi Şerifleri ortada iken, kalkıp Munis Kohen gibi bir yahudiyi kendisine rehber tayin edenlerin iyi niyetli olduklarını düşünmek ahmaklıktır. kendine ölçü olarak islami alırsan ölçü ortada , Örnek olarak Atatürk’ü alacaksan buyur, yazının içerisinde onun düşünceleri de anlatılmış. Doğru milliyetçilik anlayışının anlatıldığı muhteşem bir yazı olmuş.
Atatürk’ün ortaya koyduğu Türk ve milliyetçilik kavramının sahiplenilmesine sevindim. Irkçılık ayrıştırıcı, milliyetçilik tüm bir Türkiye toplumunu kucaklayan ve refahını isteyen bir anlayışı temsil eder. Üstelik Türklerin tamamına yakını müslümandır. Bu açıdan bakıldığında Türk milliyetçiliği aynı zamanda ümmetçilikte. Bu konuda anlayış birliği olduğuna göre MHP, Milli görüş ve Atatürk’çüler neden ayrı, neden tek yumruk değil. Garip
MHP nin savunduğu milliyetçilik ırkçılığa kaymaktadır. Dolayısıyla Millî Görüş yani Saadet Partisi bu anlamda dünya görüşleri farklı olsa da CHP veya diğer Atatürkçüler ile daha yakın temas kurabilmekte ve ülke birliği için bir ortak paydada biraraya gelebilmektedir..
TEK ÇARE OLAN MİLLİ ÇÖZÜM İKDİRANI ACİLEN İHTİYAÇ VAR!
Evet, makalede deklare edilen gerçekler ülke sorunlarını kurutacak tek ve en etkili çözümler ve yaklaşımlar.
Ülkemizin; Kürt-Türk, alevi-sünni ayrışmasına, Atatürk üzerinden kapıştırılmasına engel olacak “ilmi, vicdani” yaklaşımlar, tarihi gerçekler ışığında, her kesemin ittifak edeceği nitelikte izah edilmektedir.
Ayrıştırıp, çarpıştırılmaya sebebiyet verecek tüm kapılar ustalıkla, bilgelikle, tecrübeyle üstün bir ferasetle tek tek kapatılmaktadır.
Üstad Ahmet Akgül Hocamızın Milli Çözüm yaklaşımları özellikle güney doğuda oynan Yahudi menşeli kürt-türk ayrıştırmasına panzehir özelliğini taşımaktadır. (Panzehri görmezden gelmek Yahudi’ye dolaylı taşeronluktur.)
Aynı zamanda kardeşliğimizi dinamitleyen güncel tüm tahribatları da engelleyebilecek yaklaşımlar sergilemektedir.
Partilere, derneklere, üniversitelere, tarikat ve cemaatlere, ilahiyat profesörlerine, şeylere, aydın diye dinlenenlere baktığımızda, ülkenin temel sorunlarını tespit etme ve çözüm üretmede; Milli Çözümden Üstad Ahmet Akgül Hocamızdan ötesi görülmemektedir.
İşte, tüm insanlığın kurtuluş umudu olarak beklediği Türkiye’mizin ayağı kalkması, şahlanması, kötülüğün merkezi Siyonizm’i yok etmesi ve Yeni Bir Dünya kurması için Üstad Ahmet Akgül Hocamız önderliğine acilen Milli Çözüm hükümetine ihtiyaç var!
Ne için;
Filistinli yavrular, mazlumlar için,
Açlıktan çöplükten yemek arayanlar için,
Yokluk ve manevi boşluktan sokaklara düşüp şahsiyetlerini yitirenler için,
Aile huzurundan mahrum olup intihar eşiğindeki Avrupa ülkeleri için,
Alın teri çalınan tüm işçiler için,
Silahları satılsın diye ölen sayısız insanoğlu için,
Münafıklar elinde oyuncak olan halklar için,
İşbirlikçiler yoluyla sömürülen devletler için,
Sapkın Yahudilik anlayışı adına acımasız/vahşice öldürülen ve sırasını bekleyeler için,
ACİLEN, TEK ÇARE “MİLLİ ÇÖZÜM İKDİRANA” İHTİYAÇ VAR!
Vatanımızı, halkımızı ve ülke imkânlarımızı İsrail’in hesabına kullanmak, yıpratmak ve yıkmak isteyen, ●İslami inancımızı ve Milli ahlâkımızı bozmak, laytlaştırmak ve yozlaştırmak isteyen… ●Mason locaları ve hıyanet odaklarıyla birlikte çalışıp, ekonomik, teknolojik, politik ve psikolojik alanda bizi kuşatmak ve geleceğimizi karartmak isteyen; niyeti ve tıyneti bozuk olanlara ise, mesafeli durma, gözaltında bulundurma, stratejik noktalardan uzak tutma ve sürekli dikkatli davranma siyaset, feraset ve dirayetini gösteren, M. Kemal’den sonraki tek lider Erbakan Hoca’dır. Evet, Erbakan Hoca, Yahudi’ye veya dönmelere değil, şeytani ve gayri insani amaçlar taşıyan Siyonizm’e ve ülkemize hıyanet düşünenlere karşıdır ve elbette haklıdır. Ülkemiz, Milletimiz, güvenliğimiz ve geleceğimiz üzerinde kötü niyet taşıyanların ve onlara taşeronluk yapanların: Çok ayrı inanç ve kafalarda… Farklı konum ve kulvarlarda bulunmalarına rağmen, Erbakan karşıtlığında ve Milli Görüş korkaklığında, hep ortak tavır almaları boşuna mıdır?
Ahmet Akgül üstadımızın bu bilimsel, tarihi tesbit ve önerileri MİLLİ DÜŞÜNCE SAHİBİ ŞAHSİYETLERE ACİL KILAVUZ YERİNDEDİR.
Aslında akli selimin vicdanlarıda olup da ilmi izahını yapamadıkları bu tarihi makale okumak ve uygulamak üzere paylaşılmalıdır.
Mozaik miyiz Seramik mi?
Üstad Ahmet Akgül Hocamız pek çok kereler toplumumuzu “farklı kökenlerden ve farklı kültürlerden insanların bir arada yaşadığı mozaik olarak” tarif eden klişeye karşı çıkmış ve mozaik değil seramik olmamız gerektiğini ifade etmiştir. Peki bu ikisinin arasındaki fark nedir? En basit ifade ile mozaik en ufak bir müdahalede dağılmaya ve parçalanmaya müsaitken seramik tüm motifleri ile birlikte tek parça olduğundan parçalanması çok zordur.
İşte bu benzetmeden yola çıkarak değerlendirme yaptığımızda, Anayasamızda var olan vatandaşlık tanımı ile fiiliyatta uygulanan arasında seramik ile mozaik arasındaki kadar fark olduğunu biliyoruz.
Biz Cihan Devleti olan bir ecdadın ahfadı olarak, elbetteki Anayasamızda ifade edilen Türklük ve Türk vatandaşlığı çizgisinde olmalıyız. Bizim tüm motiflerimizi adeta seramik gibi bir arada tutacak tavrı benimsememiz gerekirken, özellikle AKP iktidarı döneminde önce Türklük ve Türk milleti aşağılanmış ve yozlaştırılmış, kurumlardan TC ibaresi kaldırılmış; akabinde de faşizan kafaların ayrılıkçı bir şekilde yalnızca memleketi bölmeye yarayacak Türkçülük, Kürtçülük vs akımları mantar gibi türemiştir. Yıllarca adete seramik gibi bir arada duran milletimizi parça parça edip mozaik yapmak isteyenlere bu manada fırsat verilmemesi elzemdir. Bu türeyen yapılara karşı, ırkçılık ve kavmiyetçilik değil Müspet Milliyetçiliğin peşinde olunmalıdır.