İslam toplumuna, her asırda güç ve geçerlilik kazandıran iki kurum ve kavram vardır:
1 – Cihat.
2 – İçtihad.
CİHAD
Kur’an’da “cihad” genel olarak iki anlamda kullanılmıştır:
1 – Milli savunma:
Dışarıdan saldıracak düşmanlara karşı askeri ve silahlı cihad (Mukatele)
2 – Hakkı koruma ve hayrı yayma:
Ülke içindeki ahlaki yozlaşmalara ve hukuki zorbalıklara karşı ilmi ve siyasi yönden yapılacak gayretlerdir.
Temel insan haklarını korumaya ve evrensel hukuk kurallarını uygulamaya yönelik, bu tür hizmetlerde asla kavgaya ve silahlı çatışmaya izin yoktur. Bu davranış sadece anarşiye yol açar ki, bu toplum için en büyük felaket olur.
Türkiye’miz için gerekli ve geçerli olan cihad, “örnek bir laikliğin ve gerçek bir demokrasinin yerleşmesi, ülkemizin ekonomik ve teknolojik yönden gelişmesi ve her türlü sömürü ve sefalete son verilmesi” için yapılacak, girişim ve gayretlerdir.
Silahlı savunma ve savaş konusunda bile, Kur’an insani ve vicdani kurallar koymuş, masum halkın, kadınların, çocukların, ihtiyarların, hayvanların, ağaçların ve doğanın zarar görmesine müsaade etmemiştir.
Kur’an tüm hayatı kuşatan, fert ve toplumun (maddi ve manevi) her türlü ihtiyacını karşılayan ilahi program ve prensipler bütünüdür. Bir başka deyimle Kur’an; Fıtrat dini olan İslam’ın temel kaynağıdır.
İCTİHAT:
İslam’ın diğer dinlere ve düzenlere karşı en önemli özellik ve üstünlüklerinden birisi de, içtihad sistemini getirmiş ve geliştirmiş olmasıdır.
Kuran-ı Kerim, her zaman için gerekli ve geçerli olacak “mutlak doğruları” ve “mutlak yanlışları” bildirmiş, Hz. Peygamber Efendimiz ise bunların doğru anlaşılmasına ve uygulanmasına yarayacak genel ve temel prensipleri, örneklerle göstermiştir. Kuran ifadelerinde “resmiyet”, hadislerde ise “samimiyet” göze çarpar.
Ayrıca, Kuran ve sünnette açık cevabı bulunmayan bazı konularda da:
a – Değişik zamanlarda,
b – Değişik mekanlarda,
c – Farklı alimlerin,
d – Farklı metotlarla,
Hep aynı neticeye varmaları ise “İcma” dediğimiz “Mutlak hüküm” leri doğurmuştur.
İşte Kur’an’ı, sünneti ve icmayı esas alarak ve de Ehl-i sünnetin temel kurallarından yola çıkarak, yeni ortaya çıkan ilmi, siyasi, iktisadi ve ahlaki sorunlara, İslami çözüm ve çareler bulma cehdine ve ciddiyetine içtihat diyoruz.
Bu içtihat kurumu ve kolaylığı sayesindedir ki, İslam, gelişen ve değişen bütün çağların her türlü ihtiyacına cevap verebilen “diri ve dinamik bir din” olma özelliğine kavuşmuştur. İçtihat kavramını ve kurumunu bizzat Hz. Peygamber (S.A.V.) getirmiş, tatbik etmiş, ashabına da tavsiye ve teşvik etmiştir.
İçtihat kurumu körletildikten ve nihayet kapatıldıktan sonradır ki, İslam dar kalıplar içerisine sıkıştırılmış, canlılığını ve cazibesini yitirmiş ölü prensipler yığınına dönüştürülmüştür.
İslam’da, Kuran, “Mutlak delil”, sünnet, “Delil” , icma ise, “Mutlak hüküm” dür. İçtihat ise, bu günün şartlarına göre münasip ve doğru sayılan, ancak şartların ve ihtiyaçların gelişmesiyle “değişebilme özelliği ve esnekliği” bulunan ilmi kıyas, kanaat ve hükümlerdir. Ebette şartlar değişmedikçe veya daha mükemmeli, delilleriyle gösterilmedikçe içtihatlar da sahiplerini ve tabilerini bağlayıcıdır.
Bugün; özellikle sosyal, siyasal ve ekonomik hayat, birkaç asır öncesiyle asla kıyaslanamayacak boyuttaki büyük yenilik ve değişikliklere uğramıştır. İşte bunlara uygun, hayata yön ve şekil verecek yeni içtihatlara mutlak ihtiyaç vardır. Aksi halde ya müslüman bugünkü hayattan ve toplumdan uzaklaşıp, mağara hayatı yaşayacak veya daha kötüsü, sosyal bir varlık olarak mevcut bozuk şartlara uyum sağlayarak dinden soyutlanacaktır.
Ancak İslami kurallar, önceden hazırlanıp, toplumu o kalıplara uydurmaktan ziyade, yaşanan hayat içinde oluşan ve olgunlaşan bir yapıya sahiptir. Yani, her şeyden önce, genel ve temel esasları uygulayacak bir “otorite” ye ve bir “hürriyet ortamına” ihtiyaç vardır. Bu bağımsız otoritenin ve yetkili gücün oluşması için de “cihat” konusu gündeme gelmektedir.
Efendimizin, Medine’ye Hicret edip bağımsız site devletini kurmadan, yani hükümleri tatbik edecek bir güç ve otoriteye sahip olmadan, ahkam ayetlerinin gelmemiş olması, hep bu hikmete dayanmaktadır.
Bugün bir kısım ilim erbabının, çağımızın şartlarına ve insanlığın ihtiyaçlarına İslami çözüm ve çareler bulma yolundaki gayret ve ciddiyetlerini ve ilmi faaliyetlerini takdirle karşılıyor, ancak aynı zevatın mutlaka yapılması ve başarılması gereken siyasi hizmetlerin öneminden ve bu hizmet içindeki görevinden habersiz ve ilgisiz görünmelerine ise, hayret ediyor ve üzülüyoruz.
Zira, tam bir adalet ve hürriyet nizamı kurulmadan ilmi, ahlaki, siyasi ve iktisadi kurum ve kuruluşlar, temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına göre yeniden ayarlanmadan , bizim ilmi ve içtihadi çalışma ve hazırlıklarımızın tamamı sadece kitaplarda kalan bir “nazariye” olmaktan ileri gitmeyecektir.
Ayrıca bu ilmi ve İslami içtihatlarımızın isabet oranı da, ancak fiilen uygulama safhasında anlaşılacak, bunların eksiği, fazlası ortaya çıkacak ve yürüyen sistem içerisinde olgunlaşarak doğruluk ve uygunluk kazanacaktır.
Öyle, kimseye “Oh ne güzel bir sistem geliştirmişsiniz, haydi gelin bunu lütfen uygulayın.” demeyeceklerine göre de, her halükarda “huzur ve hürriyet ortamının” kurulması için siyasi hizmetlere ihtiyaç vardır.
Bu hizmetler ise, ancak bir liderin önderliğinde, teşkilat düzeni ve disiplininde başarılacak işlerdir. Teşkilatsız, itaatsız, disiplinsiz ve gayretsiz, başıboş bir hizmet nasıl düşünülebilir.
Velhasıl, hiç kimse bugünkü siyasi hizmet ve mesuliyetten kendisini müstağni sayamaz. Hiç kimse ülke sorunlarına ilgisiz kalamaz ve sorumsuz davranamaz.
Ehliyetli zevatın ilmi hazırlık ve hizmetleri ise ancak bu hizmetlerle irtibat ve istişareleri olmak şartıyla anlam kazanır, örnek ve gerçek bir demokratik düzen kurulduktan sonra amacına ulaşır.
Zira ilim, fayda içindir. Faydalı ilim ise, onunla amel edilebilen ilimdir. Tatbik imkanı olmayan, yani iktidarı bulunmayan ve kitaplarda küflenmeğe mahkum olan bir ilim ise, bir nevi faydasız ilimdir ve sadece bir varsayımdır. Faydasız, yani tatbiki imkansız bir ilimden Allah’a sığınmak lazımdır: İslami gayelerinizin ve ilmi gayretlerimizin hayat bulması, yani hayata uygulanması da, ancak ve yalnız cihatla, yani çalışmakla mümkün olacaktır…
Ahlaki ve demokratik olgunlaşmayı, sosyal barışı, ekonomik ve teknolojik kalkınmayı sağlamak için yapılan hizmetlerin cihad sevabı kazandıracağını vurgulamak için “siyasi ve fikri cihat” kavramı kullanılmaktadır. Yoksa isyan, ihtilal, kavga ve kargaşa gibi şeyler yanlıştır ve haramdır.
İÇTİHAD KAPISI:
İçtihat; Kitap ve sünnet (Kuran ve Hadis) gibi iki sabit (değişmez) kaynakla; icma, kıyas, ihtihsan, mesalih-i mürsele, örf ve adet gibi diğer delilleri esas alarak, dini ve dünyevi konularda kanun ve kurallar çıkarmak için, alimlerin ve hukuk bilginlerinin bütün cehdü gayretini sarf etmesi işidir.
İcma: Hukuk bilginleri ve din alimlerince, bir konuda ittifak oluşturulması ve ortak karar birliğine varılması.
Kıyas: Benzer konuları ve sorunları karşılaştırmak suretiyle, gerekli ve geçerli sonuçlar çıkarılması.
İstihsan: Aklen ve ahlaken güzel bulunan, hayırlı ve yararlı yorum ve yapılanmaların ortaya konulması.
Mesalihi Mürsele: Toplumun genel maslahat ve menfaatini gözeterek, zorlukların kolaylaştırılması, sıkıntı ve sorunların aşılması.
Örf ve Adet: Toplumların, tarihi deneyimler ve kültürel birikimler sonucu benimsediği, gelenek ve göreneklerle biçimlendirdiği, İslama aykırı olmayan yaşam tarzına ve standartlarına uygun kanunlar yapılmasıdır.
İçtihat kapısı kıyamete kadar açıktır ve her asırda müçtehid ve müceddit alimler mutlaka çıkacaktır.[1]
Zira İslam kıyamete kadar gelişen ve değişen bütün zaman ve mekanların, her sınıf ve seviyeden bütün insanların hak dini ve hayat disiplinidir. “Zaman ve mekanların değişmesi ile ahkamın (hüküm ve kanunların) da değişmesi inkar edilemez.” (Mecelle) bir genel kuraldır.
Evet içtihat toplumun ihtiyaçlarına çare üretmek ve sorunlarına çözüm getirmek için açılan bir yoldur ve İslam bu yolu devamlı açık tutmaktadır.
Elbette itikad ve ibadet konularında yeni ve keyfi içtihadlara asla gerek olmadığı gibi “Mevridi Nasda (hakkında ayet ve hadiste kesin delil bulunan konularda) da içtihada mesağ (izin ve ihtiyaç) zaten yoktur.”[2]
Ancak Kuran ve sünnetin temel esaslarına ve dinin genel amaçlarına uygun olarak, iktisad, ticaret ve siyaset gibi muamelat konularında, değişen hayat şartlarına uygun olarak, yeni içtihadların yapılması kaçınılmazdır. Akli selime, müsbet ilme, tarihi tecrübelere ve hazır batı medeniyetinin birikimlerine, evrensel hukuk kaidelerine, örf, adet ve geleneklerimize ve milli bünyemize uygun yeni ve yeterli düzenlemeler elbette lazımdır.
Şu husus asla unutulmamalıdır: İslam’da kıyamete kadar asla değişmeyecek ve hükmü devam edecek olan sadece Kuran ve sünnettir. Kuran ve sünnetin farklı zamanlardaki yorumları, tevil ve tefsiri ise “sabit doğrular” değildir, değişebilir.
Ehli sünnetin müçtehid mezheb imamlarının bir çoğunun, daha önceki içtihad ve kararlarından dönmüş olduklarını ve en yakın talebelerinin henüz kendi sağlıklarında bile bir çok konuda üstadlarına aykırı davrandıklarını ve farklı içtihatlarda bulunduklarını ve bu tavırların da gayet tabii sayıldığını bilmek ve kabullenmek durumundayız.
Evet değişmeyen “mutlak doğrular” yalnız Kuran ve sünnettir. Ve müçtehid ehli sünnet imamlarının, İslam’ın asıl amaçlarına ulaşmak için ortaya koydukları temel usul, metod ve prensiplerdir.
Yoksa kitap ve sünnetten anlaşılan manalar, fetvalar, teviller, tefsirler, eserler “mutlak ve değişmez doğrular” olmayıp sadece mukayyet (zaman ve mekanların kendi özel şartları ile kayıtlı) ve değişebilen doğrulardır.
Örneğin, Emevi ve Abbasi uleması, Kuran ve sünnet’i esas alarak kendi dönemlerinin şartlarına uygun bir vergi ve toprak sistemi oluşturmuş. Daha sonra gelen Selçuklu uleması, onların bu sistemini kendi devir ve durumlarına uygun görmediğinden, yine Kuran ve sünneti esas alarak ve mezheb imamlarının usül ve kaidelerinden yararlanarak ayrı bir vergi ve toprak sistemi geliştirmişlerdir. Daha sonra gelen Osmanlı uleması ise, değişen ve gelişen kendi özel şartlarına uygun daha başka bir vergi ve toprak sistemi çıkarmış ve uygulamıştır.
Şimdi o dönemlerin kendi özel şartlarına ve sınırlı ihtiyaçlarına göre hazırlanmış vergi kurum ve kurallarını, bu günümüze aynen uygulamayı düşünmek, muamelat konularında o günler için yazılmış (Fıkıh) hukuk kitaplarıyla bu günkü devletleri aynen yönetmeye kalkışmak, gelişmiş bir genci bebeklik elbiselerine sıkıştırmaya uğraşmaktan farksızdır.
O devirlerde, bir usta ile iki çırağın çalıştığı atölyelerin yerini, bugün on binlerce insanın çalıştığı dev fabrikalar almıştır. Üretim ve tüketim vasıtaları ve hayat standartları, oldukca değişmiş ve gelişmiştir. Siyaset, ticaret, sanat, sanayi, tarım ve teknoloji konularında yepyeni meseleler, karmaşık problemler ve uluslar arası münasebetlerde çok farklı ve çok boyutlu durumlar ortaya çıkmıştır. Bu değişen ve gelişen durumları, ilim ve akıl ölçülerine göre yeniden değerlendirecek, ihtiyaç ve ihtilafları çözecek “yeni içtihadlar” gerekmektedir.
Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz “(uygulama alanı ve yararlanma imkanı bulunmayan ve ümmetin derdine derman olmayan) faydasız ilimden Allah’a sığınıyordu. (Hadis)
Bugün için geçerli ve yeterli bulunmayan, maddi ve manevi sorunlarımıza çare olmayan kuru sözleri ezberlemek de, bir nevi faydasız bir ilim ve beyhude bir emektir.
Resulullah (S.A.V.) Hazretleri bir hadisinde şöyle buyurmaktadır.
“(Anlamadan ve ihtiyaçlarına cevap çıkaramadan) okuyup tekrarlamak Kuran değildir. (Başka insanlara ve farklı dönemlere ait bilgi ve becerileri ezberleyip) nakletmek ise ilim değildir. Kuran (dan o gün için ihtiyaç duyulan mana ve yorumları çıkarmak) bir hidayet meselesi, (gerçek ve geçerli) ilim ise, ancak özel bir dirayet, kabiliyet ve marifet işidir. [3]
İmam-ı Azam Hazretleri “Kuran ve hadis öğrenip, fıkıh ve içtihad bilmeyen kimse, çeşitli hammaddeleri toplayıp, ama ilaç yapmasını bilmeyen kimse gibidir. Çok zengin bir ecza deposuna sahip olsa bile, hangi ilaçların nasıl yapılacağını ve hangi hastalığa yarayacağını bilemez.”[4] buyurmakla bu gerçeği ne kadar güzel ifade etmişlerdir.
Evet bugün müslümanların içinde bulundukları zillet ve esaretten kurtuluş yolları nelerdir? Geçiş döneminin özel şartlarına uygun esaslar nasıl belirlenecektir? Siyasi ve sosyal hizmet teşkilatlarının program ve prensipleri neler olacaktır? Adil bir düzen de faizsiz banka, kredi, şirketler, para, çek ve senetlerle ilgili ekonomi dünyası… İşçi, iş veren, vatandaş – devlet münasebetleri, emek ve ücret politikası… Hak ve sorumlulukları ayarlayan idari ve siyasi yapılanma nasıl oluşacaktır? Adil ve dengeli bir düzen nasıl kurulacaktır?
İslam ülkeleri arasında, İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, Ortak İslam Dinarı, Ortak Savunma Paktı gibi teşkilatlar nasıl kurulacak ve hangi esaslara göre çalışacaktır? Devletler arası münasebetler hangi ölçülere dayanacak, kısacası yeni bir dünya nasıl kurulacak ve bu özlenen dünyanın hukuki, siyasi, ekonomik ve kültürel yapısı ve anayasası nasıl hazırlanacaktır?
İşte bugün, bir takım kuru bilgileri ezberlemiş, malumat depolarından ziyade, yukarıda arz ettiğimiz sorunların çözüm ve çarelerini üretebilen, ilmi dirayet ve İslam’i siyaset sahibi zatlara ihtiyacımız vardır. Yeri gelmişken hatırlatalım ki;
İslami kurallar genel olarak iki kısma ayrılır
1 – Sabit ve değişmez kurallar : Bunlar zaman ve mekanın değişmesiyle veya fakihlerin içtihadiyle asla değiştirilemeyen temel esaslardır. Namaz, oruç, zekat, hac ve cihat gibi farzların bağlayıcılığı, içki, kumar, zina, faiz gibi haramların yasaklılığı, beş temel insan hakkına, yani; can, mal ve namus emniyetine, din ve düşünce hürriyetine yönelik suçların cezası ve şartları gibi kesin durumlarda gerek sayı ve şekil yönünden, gerekse zaman ve mekan yönünden olsun hiçbir değişiklik yapılamaz…
“Mevridi nas’da içtihada mesağ yoktur.” (Mecelle) Yani hakkında ayet, hadis ve icmadan kesin delil bulunan konularda ictihada ve değişikliğe asla izin ve ihtiyaç yoktur.
2 – Zamanın, mekanın ve şartların durumuna göre, genel maslahat ve mecburiyetler karşısında değişebilen hükümler: Siyasi ve idari yapılanma biçimi. Örf ve adetlerle ve gelişen medeniyetlerle belirlenen ticari ve sınai kurum ve kurallar, değişen ve gelişen ekonomik ve sosyal şartlara göre şekillenen günlük hayat standartları gibi konulardaki hükümler ise değişmeye ve yenileşmeye açık hükümlerdir.
Maliki imamlarından El-Karafi “El – İhkam” adlı eserinde “örf ve adetlere dayalı hükümlerin, bu örf ve adetler değiştiği halde, hala sabit kalmasını ve değişmemesini icmaya ve dinin amacına aykırı bulduğunu” söylemiştir.
Hicri on üçüncü asırda yaşayan ve son dönem Hanefi ulemasının en büyüklerinden sayılan İbni Abidin “Neşru’l Arf fi Binai Ba’dil Ahkami alal örf” adlı risalesinde, Hanefi fakihlerinin, değişik zaman ve şartlarda, ama aynı konuda verdikleri değişik fetvaları sıralamıştır. [5]
İbmi Kayyim el-Cevziyye ise:
“Eğer bu gibi hükümler esnek olmayıp sabit kalsaydı, birçok konuda adalet zulme, rahmet zahmete, yarar zarara, maslahat meşakkate dönüşürdü. Bu ise İslam’ın özüne tamamen, aykırıdır” demiştir.[6] Bu nedenlerden dolayıdır ki “Zamanların değişmesiyle ahkamın değişmesi de inkar edilemez” (Mecelle) esası bir kaide-i külliye halini almıştır.
Şimdi İslam toplumu için büyük tehlike oluşturan iki hususu arz edelim.
A – Birinci tehlike: Dinin değişmez ve değerini yitirmez nitelikteki temel kurallarının bozulması, yozlaştırılması veya hepten yürürlükten kaldırılarak yerine bozuk veya uydurma şeylerin konulması ve uygulanmasıdır.
Dinde reform hevesleriyle yapılan bu gibi tatbikat ve tahribatlar sonucu İslam toplumu dejenere edilmiş, bütün değer ölçüleri değişmiş, helal – haram düşüncesi kalkmış, ahiret ve mesuliyet duygusu yıkılmış, her türlü haksızlık ve ahlaksızlık yayılmıştır. Dini disiplinden ve ahlaki değerlerden koparılan insanlar, huysuz ve huzursuz kalabalıklar halini almıştır.
“Yaratılış gayesi Allah’a ibadettir. İbadet ise yaratana hürmet, yaratılana ise merhamettir” düsturu ve düşüncesi unutulmuş, şuurlu ve huzurlu bir İslam toplumu yıkılarak, geride köküne ve özüne yabancı, bencil ve bunalımlı, gayesiz ve gayretsiz kalabalıklar bırakılmıştır. Bugün İslam dünyasında görülen dağınıklığın, geri kalmışlığın, ve başka ülkelere bağımlılığın birinci sebebi budur. Yani İslami anlayış ve ahlaktan uzaklaşmış, daha doğrusu uzaklaştırılmış olmamızdır.
B – İslam toplumu için ikinci önemli tehlike ise; Şartlara ve ihtiyaçlara göre değişme, gelişme ve güzelleşme, yani basitten mükemmele doğru evrimleşme özelliği taşıyan konularda, kısırlığın, donukluğun ve duraklamanın baş göstermesi, taassup ve taklitçiliğin ve kuru şekilciliğin yaygınlaşmasıdır. Bunun sonucu, durgunlaşan su gibi, İslam toplumu giderek içten içe kokuşmaya ve çürümeye başlamıştır. Artık iman ve doğruluğun yerini sapıklık ve sahtekarlıklar, hareket ve bereketin yerini uyuşukluk ve kolaycılıklar, izzet ve asaletin yerini zillet ve horluklar kaplamıştır. Ruh’da Cihadın, fıkıhta içtihadın, ilimde icadın, toplumda vicdanın, ahlakta asaletin, sanat ve sanayide teknolojik kalkınmanın terk edildiği bu dönemler, İslam toplumunun da onurunu ve huzurunu yitirdiği ve yıkıldığı dönemler olmuştur.
Halbuki İslam, devamlı düşünen, araştıran, gelişen, üreten, diri ve dinamik bir toplum oluşturmayı hedefler.
Çünkü İslam, fıtratı ve hayatı kısırlaştırmak ve güdükleştirmek için değil, bilakis geliştirmek ve güzelleştirmek için gelmiştir.
Fıtratı ve hayatı kirletecek olan aşırılıklar ve ahlaksızlıklar kadar, fıtratı ve hayatı körletecek derecedeki taassup ve taklitçilik de din ve toplum için muzır ve mahvedicidir.
Kurtuluşumuz ise iki şarta bağlıdır.
1 – Hakkı ve adaleti hayata hakim kılacak ve adil bir düzen kuracak bütün tedbirleri acilen almak üzere, fikri ve siyasi Cihadımızı kesintisiz sürdürmek.
2 – Yersiz ve yararsız olan taassup taklitçilik, şekilcilik, ucuz ve kolay kahramanlık hastalıklarını terk etmek. Ve asrın ihtiyaçlarına uygun içtihadlara yönelmek.
Böylece, Türkiye’mizi örnek ve yüksek bir medeniyet merkezine dönüştürmek… Ülkemizi her din ve görüşten bütün insanların barış ve bereket içinde yaşadığı, bir dünya cenneti haline getirmek…
[1] M. Ebu Zehra – Fıkhi Mezhepler Tarihi. Tercüme Sh: 116
[2] Mecelle Madde: 14
[3] Ramuzul Ehadis Tercüme Cilt: 2 Sh: 362 No: 9
[4] Menakibi Ebu Hanife, Mekki, Cilt: 2 Sh:91
[5] Kardavi, Temel Nitelikleriyle İslam, 7. Bölüm
[6] İlamu’l Muvakkiin, C: NI

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Bil ilimsiz, irfansız; yol yok ümrana Ya Kur’an’a uyarız, ya da buhrana İslamsız bütün yollar,…
"...Kula kulluğu bozan, cumhuriyettir İslam’a uygun nizam, çün hürriyettir..." Ne güzel mısralar! İşte aydın olmak…
AHZAP SURESİ 67. AYETİ KERİME TAM DA BU KİMSELERDEN BAHSETMEKTE. LANET OLSUN KAFİR VE ZALİM…
İmam Gazali'nin Nasihatül Mülük (Hükümdarlık Ahlakı) adlı eserinde Yöneticilere yaptığı uyarılardan birisi de şöyledir: "Kalbinde…
Murselat Suresi (1-7) : Birbiri ardınca ve iyilik amacıyla (örfen; zamanın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak) gönderilenlere (insanları uyarıcılara,…
Bakara 120 Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi…
2 yıldır, tarihte görülmemiş İsrail katliamı ve soykırımı devam ederken her ay yaklaşık 50 gemi…
Ey yöneticiler ve yandaş kalemler, okuyunuz bu satırları (belki doğru bir icraat yaparsınız): "...HAMAS’ın Silahsızlanması…
Evet Türkiye’nin, hatta tüm bölgemizin ve insanlık âleminin yeni ve köklü bir değişim ve dönüşüme…
Üstadımız, senelerdir bir birinden ayrıştırılıp kutuplaştırılan parti ve kesimler arasında köprü olmuş ve onları Medine…