YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6634179624f67
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 2
Bugün : 1985
Dün : 20782
Bu ay : 47368
Geçen ay : 737322
Toplam : 23563654
IP'niz : 13.58.137.218

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Avrupa'da devlet okullarında din dersinin okutulmadığı tek ülke Fransa'dır. 

İlk ve ortaöğretim okullarında zorunlu olarak okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri, yeni anayasanın en çok tartışılan konularından birisi. Kamuoyuna yansıyan taslak metinlerinde, din eğitiminin mecburi olmaktan çıkarılması yönündeki öneriler toplumda farklı tepkilere neden oluyor.  

 

 

Din eğitiminin, ahlak derslerinden ayrılarak seçmeli hale getirilmesini savunan kesimlerin en önemli referansı Avrupa ülkeleri. Sürekli, Türkiye'nin üye olmak için çabaladığı Avrupa Birliği'nde (AB) din eğitiminin zorunlu olmadığı dile getiriliyor. Halbuki, 27 üyeli AB'de tek bir din eğitimi modeli bulunmuyor. Her ülkenin, hatta bölgenin kendi tarihi şartları içerisinde geliştirmiş olduğu özgün bir uygulaması var. Yunanistan ve İrlanda gibi devlet okullarında din dersinin zorunlu olduğu ülkelerin yanında Fransa gibi bir asır boyunca din eğitimi bir yana, dinlerin tarihini bile okul kitaplardan silmiş ülkeler de AB'de yer alıyor. Para politikası gibi henüz ortak bir eğitim politikasına sahip olmayan AB, dinle ilgili mevzuları üye ülkelere bırakıyor. Avrupa ülkelerinde uygulanan din eğitimi modellerini, iki ana yaklaşım çerçevesinde ele almak mümkün. Bunlardan ilki, din eğitiminin okullarda mecburi, seçmeli ya da yasak olması. Almanya ve Yunanistan başta olmak üzere bazı AB ülkelerinde, devlet okullarında mecburi din dersleri veriliyor. Fakat, genelde talep eden ailelerin çocuklarının bu derslerden muaf tutulmasına izin veriliyor. Din eğitimi, Polonya ve İtalya gibi koyu Katolik ülkelerde ise seçmeli. Fakat, tercihli olmasına rağmen Polonya'da din dersine katılım yüzde 90 civarında. Din eğitimindeki diğer yaklaşım ise, derslerin mezheplere dayalı ya da mezhepler üstü olması. Devlet okullarındaki din derslerinin organizasyonunun kiliselere ve cemaatlere bırakıldığı Almanya, Avusturya ve Belçika gibi ülkelerde, her dinin temsilcisi kendi dersini veriyor. İngiltere, Danimarka ve Norveç gibi ülkelerde ise, mezhepler üstü bir yaklaşımla düzenlenen zorunlu din derslerinde genelde bütün dinler anlatılıyor. Kilisenin milli eğitim bakanlığına bağlı olduğu Yunanistan'da ise, zorunlu din dersleri bakanlığın öğretmenleri tarafından veriliyor.

Almanya'da din eğitimi anayasaya girmiş bulunmaktadır.

Almanya, din eğitiminin anayasa tarafından garanti altına alındığı nadir ülkelerden birisi. Alman Anayasası'nın, "devlet okullarında, din eğitimi mecburi bir disiplindir" şeklindeki 7. maddesinin 3. fıkrası, okullarda din dersleri düzenlenmesini zorunlu kılıyor. Fakat öğrenciler, ailelerinin talebi üzerine ya da 14 yaşına gelince kendi istekleriyle din dersinden muaf olabiliyor. Yaş eşiği, Bavyera ve Saarland eyaletlerinde 18 yaşına kadar çıkabiliyor. Din dersini almak istemeyen öğrenciler, ahlak derslerine giriyor. Eğitimin eyalet hükümetlerinin yetki alanı içerisinde olduğu ülkede din eğitimi uygulaması eyaletten eyalete değişebiliyor.

Din eğitimi, kilise ve dini cemaatlerle işbirliği içerisinde düzenleniyor. Devletin genel çerçevesini düzenlediği ve denetim hakkının bulunduğu derslerin içeriği kiliseler ve cemaatler tarafından belirleniyor. Kilise, anlaşmazlık halinde bir din dersi öğretmeninin lisansını iptal edebiliyor. Okullarda, Katolik, Protestan, Ortodoks, Musevi gibi dinlerin yanı sıra mensubu çok az olan inançların da eğitimi veriliyor. Örneğin, on bine yakın Süryani'nin yaşadığı Hessen eyaletinde, Süryanilik dersi bulunuyor. Üç milyondan fazla Müslüman'ın yaşadığı ülkede, İslam dersi konusu ise hâlâ düzenlenmiş değil. Sorunun kaynağı ise muhatap meselesi. Alman hükümeti, Müslüman cemaatlerine, diğer dinlerin aksine, İslam derslerinin içeriğini belirleme yetkisini vermiyor. Alman devleti kendi seçtiği muhatapları ile bu dersin içeriğini düzenliyor. Almanya'da sadece Berlin eyaletinde din dersleri seçmeli ve sınıf geçmede etkili değil. Bu eyalette İslam Din Dersi ve Alevilik Din Dersi de veriliyor. Buna karşın, bazı eyaletler eğitimi tamamen dinle özdeşleştiriyor. Örneğin, devlet okulunun, "Ortak Hıristiyan Okulu" olarak tanımlandığı Bade-Würtemberg eyaletinde, anayasasının 16. maddesi, "çocukların, Hıristiyan ve Batılı değerler temel alınarak yetiştirilmesini" öngörüyor.

Din Dersi, Yunanistan'da ilkokul üçten itibaren mecburi okutulmaktadır.

Avusturya okullarında da Almanya'dakine benzer mecburi din dersi uygulaması var. Devlet tarafından tanınan bir dine mensup olan öğrenciler, o dinin dersine girmek zorunda. 14 yaşından sonra ya da daha öncesinde ailenin talebiyle bu dersten muaf olunabiliyor. Dersler, Almanya'daki gibi kiliseler ve dini kuruluşlar tarafından organize ediliyor. İslam dersinin programı ise Avusturya Diyanet Teşkilatı tarafından düzenleniyor.

Okullarda din dersinin zorunlu olduğu bir başka AB ülkesi ise komşumuz Yunanistan. Ortodoksluğun hakim din olduğu ülkede, ilkokul üçten itibaren din eğitimi veriliyor. Ancak, Ortodoksluk dışında başka bir inanca mensup olan bir öğrenci bu din dersinden muaf olabiliyor. Ortodoksluk dışında başka dinden olan öğrencilere, en az 20 kişi olmaları durumunda kendi dinleriyle ilgili din dersi sınıfı açma hakkı tanınıyor. Bu şekilde, Türklerin yoğunlukta olduğu bölgelerdeki azınlık okullarında İslam dersi veriliyor. Devlet okullarındaki din dersleri, bazı Avrupa ülkelerindeki gibi cemaatler tarafından değil, Yunan Milli Eğitim Bakanlığı'nın din öğretmenleri tarafından veriliyor. Yunan Kilisesi, aynı zamanda Din Bakanlığı olan Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı. Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nde de Yunanistan'da olduğu gibi Ortodoksluk dersi okullarda zorunlu olarak okutuluyor.

Nüfusunun yüzde 87'si Ortodoks olan AB'nin yeni üyesi Romanya'da da devlet okullarında din dersi eğitimi zorunlu. Fakat, burada da başka dinlere ya da inançlara mensup aileler çocuklarının bu dersten muaf tutulmasını talep edebiliyor. Ortodoksluk dersine girmeyen öğrencilere, sınıf açmak için yeterli sayıyı oluşturmaları durumunda okullarında, yoksa başka bir okulda kendi dinleriyle ilgili ders açılıyor. 2007'ye kadar devlet okullarında 8. sınıfa kadar veriliyordu. Yapılan yeni değişiklikle din dersleri 12. sınıfa kadar çıkarıldı.

Belçika okullarında Kur'an dersi verilmekten korkulmamaktadır.

Belçika'da da devlet okullarında din dersi mecburi, ancak Belçika Devleti'nin resmen kabul ettiği 6 dinin hepsi öğretilmek zorunda. Ortaöğretim kurumlarında İslam, Katoliklik, Protestanlık, Ortodoksluk, Yahudilik ve Anglikanizm dersleri veriliyor. Din dersi saatinde, öğrenciler mensup oldukları dinin dersinin verildiği sınıfa gidiyor. Çocuklarının din dersi almasını istemeyen veliler okula müracaat ederek muafiyet alabiliyor; ancak çocuklar bu defa ahlak dersi almak mecburiyetinde. Öte yandan, ülkedeki okulların yarısını oluşturan özel Katolik okullarına giden öğrenciler, baştan din dersi olarak Katolikliği seçmek mecburiyetinde olduklarını kabul ediyorlar.

1974'te Belçika'nın resmî dinleri arasında giren İslam, 1975-76 öğrenim yılından bu yana devlet okullarında okutuluyor. İslam din dersi öğretmenleri Belçika Müslümanlarını temsil eden İslam Yürütme Kurulu ile eğitim bakanlıklarının ortak kriterlerine göre seçiliyor. İslam Yürütme Kurulu'nun Türk asıllı Başkan Yardımcısı Hacer Düzgün'ün Zaman'a verdiği bilgiye göre İslam derslerinde akaid, fıkıh, tarih, siyer dersleri veriliyor ve sureler ezberlettiriliyor. İslam dersi içerisinde Alevilik dersi verilmiyor. Belçika'daki Alevi Türklerin büyük bir kısmı ilkokul sıralarında çocuklarına İslam dersi aldırtıyor. Ortaokul ve lisede ise Alevi talebeler genelde ahlak derslerine yöneliyor.

İtalya ve Polonya'da seçmeli; ama ilgi büyük olmakta ve dolaylı teşvik yapılmaktadır.

Katolik Kilisesi ile İtalya arasındaki anlaşmalar çerçevesinde İtalyan ilk ve ortaöğretim okullarında haftada bir saat din dersi veriliyor. Veliler, yazılı talepte bulunmak şartıyla çocuklarını bu derslerden muaf tutabiliyor. Derslerde temelde Katoliklik bilgisi ve değerleri öğretiliyor. Sadece lise müfredatında diğer dinler de kısaca yer alıyor. Öte yandan din dersi öğretmenlerinin devlet memuru statüsü bulunmuyor. Özel bir statüye sahip olan din dersi öğretmenleri Vatikan Katolik Kilisesi'ne bağlı olarak çalışıyorlar. Kilise'nin onay vermediği kişiler din dersi veremiyorlar. Avrupa'nın en koyu Katolik toplumlarından birisi olan Polonya'da ise, 1990'da müfredata konan din derslerine katılım zorunlu değil. Öğrenciler, din dersi yerine ahlak dersini seçebiliyor. Fakat, Polonyalı öğrencilerin yüzde 90'ı din derslerini tercih ediyor.

İngiltere'de güne toplu dua ile başlanmaktadır.

Avrupa'da görülen bir başka din dersi modeli ise, İngiltere, Danimarka ülkelerde uygulanan bütün dinlerle ilgili bilgilerin verildiği "çok dinli" ders modeli. Bu iki ülkede de okullarda din dersi zorunlu. Fakat bu ders, bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kilise tarafından verilen bir din eğitimi değil; ülke nüfusunun bağlı olduğu dinler hakkında tanıtıcı bilgilerin verildiği bir tarih ve kültür dersi formatında. Örneğin, son yıllarda daha çoğul hale getirilen İngiltere'deki zorunlu din dersinde, Hıristiyanlığın yanı sıra, İslam, Musevilik, Hinduizm ve Budizm ile ilgili bilgiler de veriliyor. Fakat, bunun yanında 1988'de çıkan eğitim yasasına göre, din dersleri "Büyük Britanya'daki ana dini geleneklerin Hıristiyanlık olduğunu yansıtmalı." Öte yandan, İngiliz yasaları okullarda güne toplu dua ile başlanmasını öngörüyor. İsteyen aileler, çocuklarını dua merasimlerinden muaf tutma hakkına sahip. Danimarka'da okutulan zorunlu "Hıristiyanlık Bilgisi" dersi müfredatına 2006'da İslam da girdi. İsveç ve Norveç'te de benzer modeller uygulanıyor.

Fransa'da din dersi cemaat okullarına bırakılmıştır.

Avrupa Birliği ülkeleri arasında devlet okullarında din dersinin hiçbir şekilde verilmediği tek ülke Fransa. Avrupa'nın önde gelen din sosyologlarından Jean Paul Willaime, bu durumu Fransa'da okulla din arasındaki yaşanan ve belli ölçüde halen devam eden "zor ilişkiye" bağlıyor. Üçüncü Cumhuriyet döneminde laik ve Katolik "iki Fransa" arasında yaşanan "savaşın" ana cephesi okullardı. Laiklik yasasını 1905 yılında çıkaran ülkede, okullarda din eğitimi çok önceden, 1882 yılında kaldırıldı. O döneme kadar verilen din derslerinin yerine vatandaşlık eğitiminin verildiği "Education civique" dersi getirildi. Fakat, öğrencilerin okulun dışında din eğitimi alabilmesi için haftanın bir günü (genelde çarşamba) boşaltıldı. 1980'li yıllarda, öğrencilerin dinle ilgili kültüre "cahil kaldıklarına" dair tartışma, ülkenin tabuları arasında yer alan din ve okul konusunu bir asır sonra yeniden gündeme taşıdı. Bunun üzerine, tarih ve coğrafya derslerinin müfredatı değiştirilerek dinlerle ilgili konular eklendi. 1996 yılında yapılan yeni bir değişiklikle kitaplara İslam ile ilgili bilgiler eklendi. Bugün, dinlerle ilgili genel tarihi bilgileri kapsayan bu eklemelerin dışında Fransız devlet okullarında hiçbir din eğitimi verilmiyor. Bu yasak, Almanya sınırındaki Alsace Lorraine bölgesini ve giderlerinin tamamına yakını devlet tarafından karşılanan Katolik ya da Musevi okullarını kapsamıyor. Örneğin, Strasbourg'da devlet okullarında din eğitimi verilebiliyor. İçlerinde ibadet yerlerinin de olduğu özel cemaat okullarında ise, din eğitimi serbestliğinin yanı sıra 2004 yılında getirilen dinî semboller yasağı da uygulanmıyor. Fransa'da öğrencilerin yüzde 20'si bu okullarda eğitim görüyor. Beş milyona yakın Müslüman'ın yaşadığı ülkede Müslümanların henüz bu statüde okulu bulunmuyor.

Cemaat okullarının müfredatları bağımsız hazırlanmaktadır.

Avrupa'da dikkat çeken bir husus ise Katolikler başta olmak üzere dinî cemaatler tarafından işletilen okulların sayısının giderek artması. Bu okullarda, devlet okullarının müfredatından bağımsız olarak din eğitimi verilebiliyor. Kiliselere ya da cemaatlere bağlı okulların oranı İrlanda'da yüzde 98, Hollanda'da yüzde 65, Belçika'da yüzde 50 ve İspanya'da yüzde 40'ı buluyor.

Katkıda bulunanlar: Selçuk Gültaşlı, Brüksel; İsmail Kul, Berlin; İbrahim Kaya, Roma, Hasan Hacı, İskeçe; Necdet Çelik, Bükreş; Hasan Cücük, Kopenhag49[1]

Türkiye'de okullara medya dersinden daha önemli ve öncelikli olarak medyaya din derdi konulması gerekir. Çünkü bu kalemi eline alan veya köşe kapan, sırıtan cahilliğine rağmen, kendisini allemei cihan sanıyor.

Kemal Yeşil'in güzel tespitiyle: Din dersi kalksın demek, aslında cehaletten besleniyor.

Laçkalaşmış sistemin güç kaynakları cehaleti, sadece okur-yazar olmamakla sınırlamıyor; yer yer dini bilmemekle, yer yer yanlış inanışları (hurafe ve batıl inanç) din diye takdim etmeyi de kapsayacak şekilde genişletiyor. Hızını alamayanlar da Kur'an'ın cehalet olarak nitelediği cahili inanış ve hayat tarzına sahip çıkarak; İslamî inanış ve hayat tarzını cehaletle eşitliyor. Ne büyük kurnazlık ve demagoji bu böyle!

Bundan dolayı okur-yazar oranının çok düşük olduğu dönemlerde asker ocağına gelen gençler sadece okuma-yazma dersleri almıyor; aynı zamanda onlara din dersi de veriliyordu. Evet, yanlış okumadınız; bu ülkede bir zamanlar asker ocağında, Anadolu'nun imkansızlığı içinden kopup gelmiş gençlerine din bilgisi veriliyordu ve bu ders bir kitaptan takip ediliyordu. Askere Din Dersleri: Ahmet Hamdi Akseki.

Aydınlanmanın en önemli lokomotifi olarak Türk ordusu, sorunun adını Tanzimat'tan beri cehalet olarak koyduğu için, bu sorunun halli yolunda kendine de bir misyon yüklemiş ve dinin öğretilmesi için de kolları sıvamıştır. Hurafeden uzak, Kur'an ve Sünnet doğrultusunda, ehlisünnet inancını öğretiyordu gençlerimize. Tabi bunun yanında şehadet mertebesini, vatan sevgisinin imandan olduğuna dair ulvi görevlerini de.

Sadece bu kadar değil. Kabiliyetli gençlerin meslek sahibi olduğu (şoförlük, iğne yapmak vs. gibi) bir eğitim süreci idi askerlik.

Okullaşma oranının artmasına paralel olarak okur-yazarlık oranı yükselince asker ocağı, bu misyonunun tamamlandığı sonucuna varmış olmalı ki bu derslere son verildi.

Dikkatinizi çekerim, bu misyonu okullar devraldıktan sonra diyoruz. Yoksa dilimin ucuna gelip gelip gitmiyor değil; dini öğretim siyasilere, üniversitelere ve hatta sivil toplum kuruluşlarına bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir, sözü.

Çocuklarını okullara gönderme oranı yükselip, okullarda din bilgisini okutacak öğretmen yetişince bunun okullara devredilmesi kadar normal bir şey yok tabi ki. Çünkü ülkenin en önemli kurumu olan askerlik manevi hava ile ayakta durmuş geçmişte. Osmanlı ordusunun (Yeniçeri ocağının) ağırlıklı olarak Bektaşi olduğunu hatırlamalıyız burada.

Bu fasıldan günümüze gelecek olursak sorunun devam ettiğini görüyoruz. Evet, bu ülkede diyanet teşkilatı; hurafelerle, batıl inançlarla mücadele eder, kitaplar yayımlar, radyo ve televizyonlarda programlar yayımlar, ilahiyat fakülteleri ve imam-hatip liseleri aynı doğrultuda aydınlatma işlevi yüklenir, hatta bazı gazete ve bazı televizyonlarda da benzer programlar vardır; ancak gene onlarca fala inanan, Satanizme bulaşan, aldığı milli piyango biletini türbenin taşına sürten, lige başlamadan önce türbelere bez bağlayan, Hindistan'dan gelen gurunun ayaklarını yıkadığı suyu içen, uğura inanan, dinler arası itikat farklılığını bilmeyen, amentüden habersiz, alnı hiç secdeye gelmediği gibi en yakınının cenaze namazına bile katılamayacak kadar din bilgisi ve pratiğinden yoksun on binlerce insanı var. Ve üstelik bu kişiler okur-yazar ve en az lise mezunu.

Birkaç fakülte bitirmiş, doktora yapmış; bürokraside, üniversitede, medyada binlerce insan var böyle. Yatın gelecekte kendisine Genel Kurmay Başkanlığı görülüyor mu diye Cinci Memiş'e giden komutanları tartıştığımızı ne çabuk unuttuk. Din adına bildikleri ve karşı çıktıkları kavramlar da var bunların ama tarîkat demesini bilmez onlar, taaaa-rikat, der; Vatikan'dan papa gelir, Hıristiyanların itikadını anlatmak için teslis inancı kavramı yerine kulaktan dolma öğrendiği için testis inancı diyor koskoca profesör.

Tabi, bu arada dumanlı havayı seven kurtlar da çıkmıyor değil ortaya. Onlar da tarikat adına kadınlarımızı, kızlarımızı aldatıyor, harem kuruyor; inancı ticarete çeviriyor. Ne demek istiyorum? Eğer Türkiye'de Ali Kalkancılar, Müslüm Gündüzler çıktıysa bu:

1. Müslümanların istediği, amaçladığı bir şey değildir; onların verdiği bir eğitimin sonucu hiç değildir; aksine bu tip insanlar; Müslümanları köşeye sıkıştırmak isteyen bazı mihrakların insanımızı dini tahsilden uzak tutarak bu tiplerin üremesine meydan verdikleri kişilerdir. Cehaleti hem besle hem ondan beslen ve sonra da faturayı dine ve dindarlara kes, hükümetler yık, partiler kapat, oh ne âlâ memleket!

Bu ülkede fal köşesi olmayan bütün gazeteler Müslümanlara aittir; ısrarla fal kitabı veren, tarot idi, el falı idi, yıldız falı idi, kahve falı idi diyerek insanların inançlarını sömürenler de sözde cehaletle savaşan laikçi gazetelerdir. Açın gazetelerini; onlarda hem Ramazan sayfası vardır, hem bir ilahiyatçı veya eski bir diyanet işleri başkanı yazı yazmaktadır hem de taze, dumanı üstünde günün falı.

Söylediğimiz gibi İslam ülkesinde hurafelerle, batıl inançlarla mücadele eden kişiler öncelikle İslam âlimleridir. Bu konuda ifrat derecesine varmış mezhepler bile çıkmıştır.

2. Din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılarak serbest hale getirilmesi de bundan böyle benzer sonuçlar çıkaracaktır. Çocuklarımızın temel akide bilgisinden yoksun olması öncelikle din bezirganların yolunu açacaktır. Ortalığı, karşı olmalarına, tasvip etmemelerine rağmen tarikat, şeyh, cinci hoca adında bir sürü hokkabaz kaplayacak, sonra da bunun faturası camiye giden hacı amcaya, başı örtülü kızlarımıza, hocalara, ilahiyat ve diyanet camiasına ve bunun üzerinden dindar insanlara ve siyasetçilere, hükümetlere, 28 Şubatlara vs. kesilecek. Bunun adı cehaletin sürmesini kasten istemek ve cehaletten beslenmektir.

Eğer aydınlanmada samimi iseniz, laiklik vs. adına çocuklarımızın din bilgisi almasına mani olamazsınız.

Söz buraya gelmişken Alevi kardeşlerimize da birkaç söz diyelim: Bu ülkede sizleri rencide eden bütün söylemleri besleyen yegane şey cehalettir ve en cahil olanlar da televizyonlarında dizi yapan, dizilerinde hayvanlara işte o tiksindirici isimleri veren okumuş-yazmışlardır. Onlar yarışma programları düzenler ve görüyorsunuz neler neler söylediler. Bir yerde o kişiler de cehalet kurbanıdır. Bu sadece popüler kişiler için böyle değildir, aralarında üniversite hocaları, köşe yazarları bile var. Hilmi Ziya Ülken'in Sosyoloji Sözlüğü'ne bakmanızı salık veririm, bir. İkincisi, bu konuda CHP'nin peşine düşerseniz zarara uğrayan siz olacaksınız; çünkü CHP'nin din kaygısı sizin kadar kuvvetli değildir: Yaşar Nuri Öztürk'ün bütün medyaya söylediği sözlerin şahitliğinde biliyoruz ki CHP'ye göre "Atatürk ve laiklik varsa, dine-imana ihtiyaç yoktur." Yani, ister Sünnilik olsun isterse Alevilik, bunlar CHP'yi birinci dereceden ilgilendiren konular değildir. Dolayısıyla Alevileri özellikle İslam dininin dışında göstermede ısrar eden Che Guavara ile yan yana bir komünist, ateist veya Hz. Ali'yi Tanrılaştıran insanlar veya Eğreti Gelin kültürü olarak gösterme gayretleri gözünüzden kaçıyor olamaz. Bunlar CHP'yi enterese etmez. Çünkü CHP; diyanetin kontenjanı ile hacca gittikten sonra Çorum Milletvekili Cemal Şahin'inden rahatsız olmuş bir partidir. AKP, CHP'nin ve başka mahfillerin sesini dinleyerek din bilgisi dersini seçmeli hale getirebilir. Bunu siz engelleyebilir,  Aleviliği; Nechülbelağa kaynak olmak üzere İslam dini ile ilginizi kopartmak isteyenlere fırsat vermeden doğru dürüst öğretmeye bir zemin hazırlayabilirsiniz.

Sizler Aleviler olarak şunu diyemezsiniz; dememelisiniz:

Bizi tanımayanlar veya yanlış tanıyanlar/tanıtmak isteyenler hatta; bizim hakkımızda kulaktan dolma ne biliyorlarsa değişik vesilelerle söylesinler; sonra da biz onlara ve kamuoyuna öyle olmadığımızı söyleyelim, tepkimizi ortaya koyalım; böylece insanları ve hatta bize mensup genç neslimizi bilgilendirelim. Bu da bir türlü cehaletten beslenmektir doğrusu. Evet, sadece ne olmadığınızı göstermek için değil; genç neslinize; ne olduğunuzu, neye inandığınızı da göstermek için din derslerine destek vermeli ve kendinize ait sahih bilgilerin öğretilmesi konusuna sahip çıkmalısınız. İsterseniz çocuklarınıza sorunuz, okulda veya toplumun herhangi bir yerinde Alevi olduklarını söylediklerinde onlara dinleri, inançları, ibadetleri ile ilgili neler soruluyor; onlar nasıl cevap veriyor.

Yoksa bu işin sonu; Eğreti Gelinlerle, köpeğe sahabe ismi vermelerle, yarışma programlarında terbiyesiz esprilerle yani sun'i bazı gerilimlerle 12 Eylül öncesinde Çorum'da yaşanılan kabus dolu olaylara zemin hazırlamaya gidiyor.

Ben televizyondaki dizide verilen ismi böyle okuyorum.

Görülüyor ki din bilgisinin kalkması ile en çok mağdur edilecekler arasında siz de varsınız, haberiniz olsun.50[2]

 Bakalım, ABD'de "ordu göreve!" çağrılacak mı? 

Amerika'da neler oluyor, böyle?

Yoksa orada da mı şeriatı getiriyorlar?

Laiklik ABD'de tehdit altında mı?

Yok canım…

Şimdilik böyle bir tehlike yok…

Zira orada henüz şehirlerarası otobüslerde bazı kişiler "namaz molası" istemiyorlar…

Ayrıca, Amerikalılar, konu din olunca korkuya kapılmıyor, ürkmüyor…

Ülkelerinde türbanın serbest olması da onları endişeye sevk etmiyor.

Hatta onlar, türban takanlar çoğaldığında başkalarının baskıyla karşılaşacağı, böyle bir durumda herkesin örtünmeye zorlanacağı yönündeki iddiaları komik değil; basit, bayağı, provokasyon kokan, iğrenç bir çığırtkanlık olarak değerlendiriyorlar.

Peki öyleyse ABD'de neler mi oluyor?

Türkiye'de yaygın olan bir giyim tarzı yasaklanıyor…

Yani?

Dekolte ötesi giymek, aşırı açıklık yasaklanıyor…

Evet, Amerika'da belediyeler art arda son 10 yılda hızla moda haline getirilen düşük bel pantolonlara karşı harekete geçiyor.

Önce Louisiana kasabası ardından Atlanta Belediyesi, şimdi de New Jersey eyaletinin başkenti Trenton…

Hepsi teker teker düşük bel pantolonu yasaklıyor.

Yasağın bir de ceza-i müeyyidesi var.

Yani; eğer bir Amerikalı bu şehirlerde iç çamaşırını gösteren pantolon giyerse, 500 dolar para ve 6 ay hapis cezasına çarptırılacak.

Trenton Belediye Meclisi üyesi Annette Lartigue tepkisini, bu tip pantolonları giyenlere "Artık çamaşırlarınızı görmek istemiyoruz" şeklinde mesaj verdiklerini söyleyerek dile getiriyor.

Evet, Amerika'da bunlar oluyor…

Ve bütün bu gelişmelere rağmen Amerikan halkı gelecek kaygısı da taşımıyor.

Ancak bakalım, şimdi orada darbe çığırtkanlığı, felaket tellallığı yapacak kimseler çıkacak mı?

Amerikan medyası orduyu ve halkı kışkırtacak mı?

Toplumu gerecek mi?

İnsanlara korku pompalayacak mı?

Türkiye'de olduğu gibi kelli felli Prof.lar, cüppelerini giyip mesajlar verecek mi?

Medyanın önde gelenleri orduyu göreve çağıracak mı?

"Laiklik elden gidiyor! Rejimine sahip çık!" çağrıları yapılacak mı?

Veya birilerinin Türkiye'de dindar insanları daha önce suçladıkları gibi, "düşük bel pantolon giymeyi yasaklayanları ve onları destekleyenleri " sapık bir ruha, eğilime ve düşünceye sahip olmakla suçlayacaklar mı?

Ya da hepsini belden aşağı düşünmekle, "akılları-fikirleri cinsellikte" diyerek itham edecekler mi?

Eğer Türkiye'deki gibi bir medyanız yoksa ve eğer Türkiye'de olduğu gibi sözde bilim adamlarınız ve entelektüelleriniz yoksa bu mümkün değil…51[3]

Bir dostun iletisi  

Bu sütunda şimdiye kadar özel sayılacak ilişki ve görüşlere yer verilmedi. Çünkü "ben" (böyle demek zorunda kaldığım için mazur görülsün) bir "gazeteci" olarak değil, bir yazar olarak görüşlerimi, düşüncelerimi ortaya koyma yükümlülüğünden hareket ediyorum. Eleştiri, tartışma ve değerlendirme bu durumda kendi üslubunu gerekli kılar.

Aziz dostum, kardeşim, toplumbilimci (sosyolog) Ömer Faruk Yılmaz'ın, nicedir ısrarına rağmen, yukarıdaki yaklaşım gereğinden çok "üşengeçliğim"e verilecek bir duyguyla hareket etmemi belirterek, lütfedip gönderdiği iletiyi (e-mail) siz değerli okuyucuların dikkatine sunuyorum. İletinin tamamını buraya alma imkanı ne yazık ki yok. Onun için seçme yapmak durumundayım. Tabii, beni "Düziçili" kabul etmesi gönlünün genişliğindendir ve eyvallah!

"İnce eleyip sık dokumayı pek seversiniz. İçin için de sorgularsınız: Bir süre sonra kuşkularınız yüzünüze, tavırlarınıza etki etmeye başlar. Karşınızdaki kim olursa olsun düşüncenizi oracıkta söyleyiverirsiniz! İyi ki bazıları pek alıngan değil! O bazıları ki ‘kervancı başı' olarak kimseye aldırış ettikleri de yok! Oysa sizler yıllardan beri kördüğüm olan terör, şeffaflık, nereden buldun, dış borç yükü, işsizlik, pahalılık, çevre ve çöp sorunları, dokunulmazlık, gençliğin sorunları ile çiftçinin, işçinin, emeklinin, ev kadınlarının geçim derdi ne olacak? Diye de hayıflanırsınız. Ayrıca sulama suyu sorunumuz nasıl çözülecek (?)

"Irak'ta neler oluyor, Kıbrıs sorunu rafa mı kaldırıldı, diye sormuyor muyuz. Oysa bu iki konu birbiriyle öylesine ilgili ki, Doğu'daki Japonya da Batı'daki Amerika da biliyor bunun böyle olduğunu. 17 yıldan bu yana Irak ticaretimiz en az (‘alt' İK) düzeye indi! Kıbrıs ise, birkaç ilimiz kadar mali bir yük sırtımızda! İşte hesap bu! Avrupalı yetkililerin görsellik bakımından buldukları çözüm de aklımızı başımıza getirir mi bilemem!

Türkiye artık Avrupa Birliği haritasının kıyısında, köşesinde yok! Yeşil Ada Kıbrıs ise 400 km. Batı'ya kaydırılmış! Nic'oldu onca çaba? Onca emek, onca umut? Hani nice gencimiz Avrupa yollarında ‘serbest dolaşarak' iş arayacaklardı da sefillikleri sona erecekti? Hangi dil, hangi meslek gerekiyordu? Ne oldu? Yarın ne olacak? (Cumhurbaşkanının oğlu Merill Linch de, başbakanın oğlu Dünya Bankası'nda çalışıyor ya, yetmez mi? İ.K.)

Güney Kore, Japonya, Brezilya, Yunanistan, Rusya, Çin ile karşılaştırıldığımızda ‘kalkınıp durduğumuz' açık! Kişi başına 3000 ABD Dolarından 10.000 ABD dolarına nasıl ulaşılacak? Seçim ile çözemedik ‘Anayasa tadilatı' ile belki çözeriz demek isteniyor da biz mi anlamıyoruz? Olur olur! Demek ki her işin bir kolayı var! Bilmek de her kişiye nasip olmaz! Bir de televizyonlardaki konuşmalarından anladığıma göre ‘Anayasa tadilatının ustaları' da pek tedirgin! Olağanüstü bir durum olmadan anayasaların değiştirilmediğini hepimiz biliyoruz: Osmanlı Devleti'nin karış karış işgali, sınırların değiştirilmesi, başkent İstanbul 15 Mart 1920'de kanlı bir şekilde ele geçirilir.

Sözün özü: Anayasaların çıkışlarının arkasında çok önemli toplumsal, kültürel, siyasal, askeri olaylar, dahası savaşlar vardır.

Osmanlı'dan beri gelen açmazlarımızı bir yana bırakalım. Gülhane Hatt-ı Hümayunu da böyle apar topar okunuvermişti sanırım. Çok geçmeden de 1881'de Muharrem Kararnamesi ile Dış Borçlar (Dûyûn-u Umûmiyye) Yönetimi kurduruluvermişti. Osmanlı Devleti'nin içinde Batı devletlerinin alacaklarını, son kuruşuna kadar halktan toplama yetkisi olan yeni bir Maliye Bakanlığı kuruluyordu. O yönetimin işleyişi millete pek anlatılmadı! Gerekli dersler alınmaz ise, aynı durum "tekerrür' etmez mi? İstanbul Borsası'nda % 70 oranında Batılı sermaye egemen değil mi? Ben o yönetimin İstanbul'daki özel binasında bulunan Alman malı PANZER marka dev kasasını gören, o dönemi az çok okumuş bir Toplum Bilimci olarak yazıyorum bunları. Ne yaptı Dış Borçlar Yönetimi? Osmanlıyı çökertti!"52[4]


[1] 28 Eylül 2007 Zaman

[2] 20.09.2007 / Milli Gazete

[3] 20.09.2007 / Hüseyin Altınalan / Milli Gazete

[4] 02.10.2007 / İsmail Kıllıoğlu / Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx