- Abdullah AKGÜL
“FAKİRLİK KÜFRE YAKINDIR!” (Hadis-i Şerif)
“İnsanımızı aç bırakmak, Siyonizm’in bir planıdır!..” (Necmettin Erbakan)
“FAKİRLİK KÜFRE YAKINDIR!”
(Hadis-i Şerif)
“İnsanımızı aç bırakmak, Siyonizm’in bir planıdır!..” (Necmettin Erbakan)
Hem ziraat ve hayvancılıkta, hem sanayi ve sanatkârlıkta; gerekli, yeterli ve kaliteli mal üretmek… Bunları ucuz, uygun ve ulaşılır hale getirmek, devletin ve hükümetin en önemli görevlerindendir. Çünkü fakirlik; sosyal, ahlâki ve ailevi sorunların baş sebeplerinden birisidir. Hz. Peygamber Efendimizin “Fakirlik kâfirliğe yakındır!..” buyurması bunun içindir. Çünkü ekonomik yetersizlik, işsizlik, fakirlik… Evinin, eşinin ve aile fertlerinin en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bir çaresizlik, her türlü kötülüğe yol açabilir. Cenab-ı Hak, Habibine hitaben: “(Allah) Seni fakir (ve çaresiz bir garip halinde) bulup da zengin (ve yetkin) kılmadı mı?” (Duhâ Suresi: 8) ayetinde bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Mü’minun Suresi 4. ayeti de fakirlikten kurtulmak için çalışmamızı ve Adil bir Düzen kurmamızı istemektedir.
“Onlar (mü’minlerden kurtulacak olanlar) zekât (verecek şekilde helâl kazanmak ve zekât vergisini uygulayacak adil bir düzeni kurmak) için çalışıp gerekli çabayı sarf edenlerdir.”
Erbakan Hocamızın Tarihi Uyarıları!
Erbakan Hocamız, ekonomik ve teknolojik kalkınmayı gerçekleştirmeden, dış güçlerin ve şeytani çevrelerin esaretinden kurtulamayacağımızı şöyle vurgulamışlardı:
“Şu anda Hollanda’da bir inekten günde 50 kg süt alınırken, siz burada yerli ineğimizden hâlâ en fazla 5 kg süt alıyorsanız; öyle topa, tanka bile gerek kalmadan, Hollanda gâvuru bizi sütle boğar, peynir ve tereyağı tenekeleriyle kafalarımızı kırar!..”
Peygamberimiz Medine’ye hicretlerinde, ilk emir ve icraatlarından birisi de, genellikle Yahudilerin güdümünde bulunan çarşı-pazarın Müslümanların eline geçmesini teşvik etmesidir. Çünkü “Fakirlik küfre ve kötülüğe sürükleyen bir etkendir.” (Hadis – Beyhaki) Hz. Peygamberimiz: “Allah’ım fakirlik fitnesinden Sana sığınırım!” diye dua etmiştir. (Buhari – Deavat: 46)
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz.lerinin: “Bir konuyu fakru zaruret içinde kıvrananlarla istişare etmeyiniz. Çünkü onların zihinleri geçim sıkıntısı ile meşgul haldedir!..” uyarıları da bunun içindir.
Peygamberimizin Ekonomik Bağımsızlık Kararı ve Medine Pazarı
Ahir zaman Nebisi ve kıyamete kadar her konuda ümmetin rehberi olan Hz. Peygamber (SAV) de iktisadi bağımsızlığın öneminin muhakkak ki çok iyi farkındaydı. Allah’ın inayeti ve tecrübelerin kazandırdığı feraseti ile, Medine’ye hicretin hemen sonrasında ilk icraat olarak siyasi ve iktisadi yönden -şartların elverdiği oranda hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı. Allah Resulü’nün (SAV) devletleşmenin bu denli önemli olmasından dolayı, Medine’ye gelişi ile beraber üç önemli kurumu öncelikle oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kurumlar; cami, pazar ve vakıftır.
Mekke’den Medine’ye gerçekleştirilen hicretin hemen akabinde yapılan önemli ikinci icraat olarak; Müslümanların geçimini temin edebilmesi ve ekonomik bağımsızlığa erişmesi için bir pazarın teşkili amaçlanmıştır. Bunun sebebi ise Kureyş ile yapacakları savaşta onlara emniyetli bir ticaret yolu bırakmayıncaya kadar kervanlarına saldırmaktır. Ayrıca Medine’deki pazar tekelini Yahudilerin elinden almaktır. Bundan dolayı Müslümanlara ait, onların hâkimiyetinde, onların kurallarının tatbik edileceği bir piyasa oluşturulması lazımdı. Medine’ye hicretin ardından siyasi ve iktisadi anlamda ilk aşama olarak kurulan Medine Pazarının etkisini, Safvan bin Umeyye’nin şu sözleri açığa vurmaktadır: “Muhammed ve ashabı ticaret yollarımızı kestiler. Onun ashabına karşı nasıl önlem alacağımızı bilemiyoruz. Sahili de boş bırakmıyorlar. Sahil bölgesi halkı Onunla anlaşarak tümden Ona katıldı. (Ne yapalım?) Nerede ikamet edelim, bilemiyoruz. Şayet (burada) yurdumuzda kalsak sermayemizi yiyip tüketeceğiz. Zira Mekke’deki yaşantımız yazın Şam ve kışın Habeşistan ticaretine dayanmaktadır.”[1]
Mekke’den Medine’ye yapılan hicret ile artık Müslümanlar adil bir medeniyetin oluşumuna başlamışlardı. Tabii ki bu oluşum, aynı zamanda bölgede bulunan diğer süper güçlere karşı da bir meydan okumaydı. Artık, Müslümanlar başkalarının hâkimiyeti altında değil, aksine kendi istikametleri ve sistemleri doğrultusunda yaşamaya başlamışlardır. Medine’ye yapılan hicret, bölgede bulunan süper güçlere karşı Müslümanlara ait bir İslam medeniyet tasavvurunu ortaya çıkarmıştı. Bu medeniyet sadece Mekke ve Medine içerisinde yaşayan Müslümanları değil, diğer etnik kökenlere sahip olan tüm Müslümanları da içine almaktaydı. Bu sebeple Hz. Peygamber Efendimizin (SAV) tesis ettiği pazar, sadece ekonomik değil; tüm bâtıla karşı hem psikolojik, hem stratejik, hem de birlik ve beraberlik açısından atılan siyasi bir adımdı. O zamanlarda ister Yahudi olsun, ister Hristiyan, ticaret ve pazar gibi müesseseler tüm bireyler için en büyük güç unsuru sayılmaktaydı. Peygamber Efendimizin (SAV) bu hamlesi ise bâtıl kesime karşı, kendilerinin bağımsız bir güç olduklarının ilanıydı.
Çünkü Müslümanlar asla; “Arapların ve Muhammed’e (SAV) uyanların mallarından ne kapsak kârdır; bu hususta mesul ve günahkâr olmayız. Çünkü onlar Hak yolda değiller’’ zihniyetine sahip Yahudilerin insafına bırakılamazdı. Bu nedenle ilk iş müstakil bir pazar kurmaktı. Hz. Peygamber (SAV) Yahudilerin elindeki Nebit Pazarına giderek birtakım incelemeler yaptı ve “Burası asla sizin pazarınız olamaz” diye uyardı. Sonra ileride (Medine Pazarı adını alan) bir pazara yöneldi, etrafını dolaştı ve “(İşte) Sizin pazarınız burasıdır; bu (pazar) daraltılmayacak ve buradan vergi alınmayacaktır” buyurmuşlardı.[2] Tecrübeli bir tacir olan Hz. Peygamber (SAV) pazar vergisi almadığı takdirde satıcıların yeni pazarı tercih edeceklerini biliyorlardı. Zira kâr arzusu ticaretin en önemli dürtüsüdür ve vergisiz kazanç daha fazla kâr anlamındadır. Ayrıca verginin kalkması, maliyetleri azaltacağından, buna paralel olarak fiyatlarda düşüş yaşanacaktı. Tabiatıyla, diğer pazarlara nispetle düşük fiyatlarla işlem gören mamuller daha fazla müşteri bulacaktı.
Hz. Peygamber (SAV) kendi kurdurduğu pazarla bir taraftan mevcut pazar anlayışına alternatif ve rakip olmak isterken bir taraftan da kendisinin getirdiği mesajları burada uygulayarak insanları Hak Dine ve yeni düzene alıştırmaktaydı. Aynı zamanda Medine Pazarı, Müslümanların İslami kaideler çerçevesinde ticaret yapabilmelerine imkân hazırladığı gibi, ticaret yoluyla dışa bağımlılıktan kurtulabilme imkânına da fırsat sağlamıştır. [3]
2024 yılında; en düşük ev kirasının 10 bin lira olduğu bir Türkiye’de, emekli maaşının da sadece 10 bin lira olduğu bir Erdoğan iktidarında, milletimizin önemli bir kesimi fakru zaruret ve sefalet içerisinde kıvranmaktaydı. Yeni MB Başkan Yardımcısı Osman Cevdet Akçay, “Türkiye’de ekonomi kopmuş!..” itirafında bulunmuşlardı. Yani Erdoğan iktidarları ve Cumhur İttifakı 22 yıllık tahribatları sonucu ekonomiyi artık dikiş tutmaz şekilde bozmuşlardı ve ülkeyi iflasa yaklaştırmışlardı. Yeni MB Başkanı Fatih Karahan bile 31 Mart Yerel Seçim sonrası nisan ve mayıs aylarında, başta akaryakıt ve doğalgaz olmak üzere, her şeye büyük zamlar yapılacağını ağzından kaçırmıştı.
Sn. Erdoğan Haim Nahum Doktrinini Uygulamaktaydı!
Erbakan Hocamıza göre Lozan’ın dayatılan gizli maddeleri şunlardır:
1- Anadolu insanını aç bırakacaksınız!..
2- Bunları işsiz bırakacaksınız!..
3- Türkiye’yi borca esir edip dış güçlere mahkûm hale sokacaksınız!..
4- İslam Dinini bozacak, halkı şuursuz ve sorumsuz bir dindarlıkla avutacaksınız!..
Emekliler perişandı!
Eskiden SSK’da; kadın ise 20 yıl, erkek ise 25 yıldan beri sigortalı olup toplam 5000 gün prim ödeyenler yaşına bakılmaksızın emekli olabiliyordu. 5000 gün, 13,5 yıl prim ödemeye (14 yıl bile değil) karşılıktır. İnsanların şehirleşmeye, sigortalı çalışmanın önemini fark etmeye başlamaları, 14 yıl bile prim ödemeden 18+25 = 43 yaşında emekli olmaları dikkate alındığında; dünyada hiçbir emeklilik sisteminin 14 yıl prim ödeyip belki de 44 yıl emekli maaşı alması ile oluşan yapının ayakta kalamayacağının matematik ve ekonomik gerçeği ortaya çıkmıştır.
Kısmi bir düzenleme amacı ile 1999 yılında şimdilerde EYT diye özetlenen yasa yapılmıştır. Buna göre çok çok yumuşak ve geniş bir yelpaze ile “emekliliğine az zaman kalanlar az, çok zaman kalanlar daha çok etkilenerek” emekli olmak için yaş ve prim ödeme gün sayısı artırılmıştır. Bu yetersiz bile olsa doğru bir adımdı. Sayın Recep T. Erdoğan bile ilk başlarda “kişilerin ve devletin zararına uygulamalara yer yok” diye EYT destekçisi gibi davranmıştı.
Tüm bu olanlarda vatandaşın suçu yoktur. Çıkan yasaların nelere mâl olacağını hesaplama gibi bir kaygılarının olmaması doğaldır. Asıl suç, işi yönetmeye talip olup yönetme yetkisini alanlarındır. Ama maalesef gerçekleri anlatmaya çalışanlar dikkate alınmamaktadır. Yasa koyucuların işçi ve memurları daha çok çalışmaya, daha çok prim yatırmaya teşvik etmeleri gerekirken; çapsızlıklarından dolayı yaptıklarıyla yıllar içinde bunu yapanların cezalandırıldığı bir sistem ortaya çıkmıştır. En düşük emekli aylığı, ‘seyyanen artış’ ve/ya ‘bayram ikramiyesi’ gibi uygulamalarla iş bilmediklerinin kanıtıdır. Emekliler bilir; bu konulardan biri olarak ‘banka promosyonu’ rezaletine bile çözüm bulamayan yöneticiler veya yönetim şeklinden hayır beklemek boşunadır. Oysa “her emekli maaşı ödeyen banka, emeklisine bir maaş promosyon verir” denilse, problem çözülmüş olacaktır.
Daha fazla kazanç için olmadık yerlere para kaptıran zenginlerimiz, bilmem ne fonu gibi, yoksul çoğunluktan üç kuruş için yukarıda anlattıklarımı dikkate almadan, haklı ya da haksız ne koparabilirim derdindedir ve bu anlamda ilgili yöneticilerimizden farksızdırlar.
Sonuç olarak: Kim ne kadar gün çalışırsa veya çalıştıysa yani ne kadar çok prim öderse veya ödediyse, buna göre uygun ve adil emekli maaşı almalıdır. Basit bir bilgisayar programı ile bunu gerçekleştirmek kolaydır. Bunun dışında yapılanların sonu ve sonucu bellidir; o da iflastır… Nitekim o sonucu yaşıyoruz ve nihai son da daha kötü olacaktır.
‘Adil Düzen’ açısından önerilen çözümlerin dikkate alınmaması sebebiyle onlarca yıldır çıkan sonuçlar ve yaşananlar ortadadır.[4]
Gelir dağılımında bozulma hızlanarak artmaktaydı!
TÜİK tarafından açıklanan verilere göre 2023 yılında “Gini katsayısı” 0,433’e çıkarken, P90/P10 oranı 15’e ulaşmıştı. Bu durum, ülkedeki gelir dağılımının hızlanarak bozulmaya devam ettiğinin kanıtıydı. GINI katsayısı; gelir dağılımının en sağlıklı göstergelerinden biri sayılmaktaydı. Oranın 0’a yaklaşması, ülke genelinde gelirin insanlar arasında daha eşit dağılması olarak yorumlanırken, 1’e yaklaşması ise adaletsizliğin arttığı anlamını taşımaktaydı. Teorik olarak mümkün olmasa da oranın 1 olması, ülkedeki tüm gelirin sadece bir kişide toplanması, 0 olması ise herkesin eşit gelir sahibi olması anlamındaydı.
Türkiye’deki mevcut durum için iki tespit yapılmaktaydı: Birincisi, Gini katsayısının son yıllarda sürekli artması, yani gelir dağılımının giderek bozulmasıydı. 2014’ten sonra burada yukarı yönlü hareketlenme başlamıştı. Ancak asıl bozulma 2022 ve 2023’te yaşanmıştı. Son iki yıldaki kötüleşmede, negatif reel faizin, kur korumalı mevduatın, dövizdeki yükselişin, gayrimenkul fiyatlarındaki sıçramanın ayrı ayrı ciddi payı vardı. İkincisi ise, diğer ülkelere kıyasla Türkiye’deki ekonomik durumun daha zayıf olmasıydı. Türkiye, maalesef, gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden birisi konumundaydı. Kosta Rika, Şili ve Meksika bu alanda en zayıf; Çekya, Belçika, Polonya ise en iyi ülkeler arasında yer almaktaydı.
Ülkemizde gelir dağılımındaki bir başka bozulma göstergesi ise “P90/P10 oranıydı”. Yani; gelirden en fazla pay alan %10’luk nüfusun elde ettiği gelirin, en az pay alan %10’luk kesimin elde ettiği gelire bölümü ile hesaplanan oran 2023’te 15 olarak saptanmıştı. Bu veriler bizi başka bir noktaya taşımaktaydı. O da; Türkiye’de “enflasyon ile mücadele iletişiminin” dar bir çerçevede yürütülüyor olmasıydı. Toplum olarak enflasyon hakkında bilmediğimiz, ya da bildiğimiz halde göz ardı ettiğimiz bir realite, gelir dağılımındaki iyileşmenin ancak düşük enflasyon ile mümkün olacağıydı. Bu nedenle fiyat artışlarını yavaşlatmaya yani enflasyondan kurtulmaya çalışırken, vatandaşın desteğini almak için gelir dağılımı konusunun ön planda tutulması şarttı.[5]
6 Şubat Depremleri Sonrası, Erdoğan’ın Konut Vaatleri Fos Çıkmıştı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra 31 Mart’ta yaptığı konuşmada, “319 bini 1 yıl içinde olmak üzere toplam 650 bin yeni konut yaparak depremzede vatandaşlarımıza teslim edeceğiz” diye hava atmıştı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki ise 14 Eylül’de TRT Haber’e verdiği mülakatta, Toplu Konut İdaresi’nden (TOKİ), depremzedeler için inşa etmesini istedikleri konut sayısını 850 bin olarak açıklamıştı.
Oysa (2024) 25 Ocak’ta Anadolu Ajansı’na konuşan İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu, kura çekimi için hazır olan 46 bin konutun, 41 bininin şehir merkezlerinde, 5 bininin de köylerde olduğunu, 6 Şubat itibarıyla anahtar teslimine başlanacağını aktarmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Hatay’da yaptığı konuşmada, “Bölge genelinde halen yapımı süren 40 bin konutun inşaatı tamamlandıkça peyderpey hak sahiplerine teslim edeceğiz. İnşaallah 2 ay içinde deprem bölgesi genelinde 75 bin konutun teslimini bitireceğiz. Temel atmasının üzerinden 1 yıl geçmeden inşaatları bitirme sözümüzü önemli ölçüde yerine getirerek, yıl sonuna kadar 200 bin evi teslim etmiş olacağız.” demek zorunda kalmıştı.
Yetmez, dolaylı biçimde: “Cumhur İttifakı dışında kalan belediyelere devlet yardımı yapılmayacağı” tehdidinde bulunmuşlardı.
İsrail’e mecbur kalanlar olumlu icraat yapamazlardı!
Adil Düzen uygulanmadığından fakir bırakılan Türkiye’nin başındaki Erdoğan iktidarının, Gazzeli masum Müslümanlara soykırım uygulayan Siyonist İsrail’e, hem de resmi TÜİK verilerine göre, 3 ay boyunca her çeşit gıda, kimyasal madde, akaryakıt, demir-çelik gönderdiği anlaşılmıştı. Sn. Erdoğan, bu terörist İsrail’le Normalleşme Anlaşmasını bile askıya alamamıştı. Çünkü aksi takdirde ABD ve AB ülkelerine hâkim olan Siyonist Yahudi sermayesi, Türkiye’ye faizli borç (kredi) açmayacak, silah ve makine satmayacak, ekonomik ambargolar uygulayacak ve Erdoğan’ın seçim şansını elinden alacaklardı!?
Netanyahu’nun: “Soykırım aylarca sürecek!” küstahlığı!
Siyonist İsrail Başbakanı katil Netanyahu, korkak ordusuyla hiçbir amacına ulaşamadığı Gazze’ye yönelik saldırıların aylarca süreceğini söyleyip; “Amacımız HAMAS’ı ortadan kaldırmaktır!” diye zırvalamıştı. HAMAS’ın lider kadrosu öldürülmeden saldırılarının son bulmaması gerektiğini savunan kuduz Netanyahu, “Savaş o zamandan önce bitmeyecek ve aylar sürecek” diye havlamıştı. Gazze’de tutulan İsrailli esirlere değinen Netanyahu, onların eve dönmesi için güya çaba harcamaya devam edeceklerini ancak “HAMAS’ın kabul edilemeyecek talepleri olduğunu” açıklamıştı.
Bu arada, Gazze Şeridi’nde esir tutulanların yakınlarının Likud Partisi haftalık toplantısına alınmadığı anlaşılmıştı. Oysa düzenli olarak aylardır Knesset’te esirlerin serbest bırakılması için lobi yürüten esir yakınlarının, haftalardır toplantıya girmek için çabaladıkları aktarılmıştı. İsrail basınına konuşan, kuzeni Gazze’de esir tutulan Gil Dickmann, “Likud bugüne kadar bizimle görüşmeyen tek parti” açıklamasını yapmıştı.
Siyonistler Refah’ı da Kana Bulayacaklardı!
Filistin Ulusal Girişim Hareketi Genel Sekreteri Mustafa El-Bergusi, katil İsrailli yetkililerin, Gazze Şeridi’nde yerinden edilmiş Filistinlilerin sığındığı Refah’a saldıracakları yönündeki tehditlerine tepki koymuşlardı. Genel Sekreter, “Çoğunluğu yerinden edilmişlerden oluşan yaklaşık 1,5 milyon Filistinlinin bulunduğu sınırlı bir alana sahip Refah’ta herhangi bir askeri operasyon, modern tarihin daha önce görmediği vahşi katliamlara neden olacaktır” ifadelerini kullanmıştı. ABD ve İsrail’e destek veren tüm Batılı ülkelerin şu ana dek 100 bin Filistinlinin ölümü ve yaralanmasına neden olan terörist İsrail’in faşist zihniyetinin harekete geçmesinden sorumlu olduğunu vurgulayan Bergusi, Refah’a saldırı planları nedeniyle İsrail’e karşı küresel halk ayaklanmalarının artırılması gerektiğini belirtmişti. İsrail Savunma Bakanı terörist Yoav Gallant, 7 Ekim’den bu yana devam eden bombardımanlar nedeniyle yerinden edilmiş Filistinlilerin sığındığı Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’a saldıracakları tehdidini tekrarlamıştı. Mücahit Kassam Tugaylarının 18 taburunun dağıtıldığı yalanını savuran Gallant, terörist İsrail ordusunun Gazze’deki kara saldırılarının “Savaş tarihindeki en karmaşık operasyonlardan biri” olduğu itirafında bulunmuşlardı. Siyonist Gallant, geri kalan Kassam Tugayları taburlarının Gazze’nin merkezinde ve Refah’ta olduğunu iddia ederek, “Gazze Şeridi’nin merkezinde ve güneyinde henüz savaşmadığımız yerlere, özellikle HAMAS’ın son kalesi Refah’a da ulaşacağız” şeklinde tehditler savurmuşlardı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise yaptığı açıklamada Mısır sınırında yer alan ve İsrail’in saldırılarından kaçan yaklaşık 1,5 milyon kişinin sığındığı Refah kentine kara saldırısı başlatacakları mesajını aktarmıştı.
Türkiye’de faaliyet gösteren şirket İsrail’de fabrika kurmaktaydı!
İsrail’in bağış kampanyasına destek veren en büyük şirketlerden birisi olan Cisco Systems, yeni aldıkları karar ile İsrail’de fabrika kurma kararı almıştı. Şirketin CEO’su yaptığı açıklamada odak noktalarının siber güvenlik olduğunu açıklamıştı. Gazze’de 123 gündür tüm savaş suçlarını işleyen işgalci İsrail, yakın zaman önce dünyaya çağrı yaparak bağış kampanyası başlatmıştı. Gazze’de yaşayan binlerce masum siviller için toplanan yardımların da önünü kesen işgalci İsrail, kendi askerleri için uluslararası şirketlerden yardım talep ettiğini duyurmuşlardı. Bu çağrıya karşılık veren uluslararası şirketlerin arasında bulunan Cisco Systems, İsrail’in en büyük sponsorlarından birisi konumundaydı. Ülkemizde de faaliyet gösteren teknoloji şirketi Cisco Systems, İsrail’in Ofakim kentinde şehri kalkındırma amaçlı fabrika kurma kararı almıştı. Kuracakları fabrikada İsrail’de yaşayan gençleri istihdam ederek kenti kalkındırma amaçlarının olduğunu açıklayan şirket; “Bu yatırım ile İsrail’e bağlılığımızı gösteriyoruz” ifadesini kullanmıştı.
İsrail’e maddi destek veren şirketler arasında bulunan Cisco Systems’in, aynı zamanda ürettikleri ürünler ile istihbarat bilgilerini toplama noktasında da çalışmalar yaptığı saptanmıştı. Türkiye’de bulunan özel ve devlet kurumları içerisinde ağ ve güvenlik sistemleri konusunda hizmet veren Cisco Systems’in geçmişte ürünlerinin içerisine verileri dışarıya aktarma amacıyla “backdoor” yerleştirdiği konuşulmaktaydı. Cisco Systems CEO’su Oren Segal katıldığı bir toplantıda, İsrail’in Ofakim kentine yapacakları yatırım için şu ifadeleri kullanmıştı: “İsrail’e yapacağımız yatırımların ana odak noktalarından biri, siber güvenlik, yapay zekâ, iletişim ağları ve kalkınma dahil olmak üzere yüksek teknoloji endüstrisinin ürünleri olacaktır. Cisco’nun Ofakim’de bir şube kurma kararı, İsrail’de uzun süredir devam eden varlığına dayanıyor. Cisco Israel, 1997 yılında Netanya’da ilk şubesini açtığından bu yana 6 geliştirme tesisinde yaklaşık 800 kişiyi istihdam etti. Şirketimizin bölgeye olan bağlılığı, toplam 7,2 milyar dolarlık yatırım hacmine ulaşan kapsamlı satın alma listesinden de açıkça görülüyor.”
İsrail medyası da yaşanan bu gelişmeyi sayfalarına aktarmıştı: “Cisco Systems’in bu hamlesi, Ofakim’i ileri teknoloji dünyasında yükselen bir yıldız olarak konumlandıran önemli bir ilerlemeyi işaret ediyor. Şehrin gençleri, Cisco’nun tanıtacağı bilgi ve uzmanlıktan faydalanarak, sürekli gelişen bir sektörde büyüme için yeni yollar ve fırsatlar açabilir. Cisco, İsrail’de yaşayan gençleri BT endüstrisindeki kariyerler için gerekli becerilerle donatacak eğitim programlarına yatırım yapmak üzere iş ortaklıkları, Amal ağı ve Rashi Vakfı ile iş birliği yapacak. Bu yatırım aynı zamanda bölgenin yetenekli bireyleri için uzun vadeli büyüme fırsatları sağlayan bir kariyer geliştirme programını da içerecek.”[6] ifadeleri yer almıştı.
AKP iktidarının Ortadoğu Figüranlığı!
İlişkilerin resetlenmeye çalışıldığı, Amerikan emperyalizminin kendilerine alan açmasıyla yeniden Ortadoğu sularına dalan AKP iktidarının bütün adımları Washington’ın bölgesel planlarıyla koordineli atılıyordu. Ortadoğu’da yeni bir düzen oluşturmaya çalışan Beyaz Saray, bunun için iş tutacağı uygun aktörlere ihtiyaç duyuyordu. Ancak bunun için iktidardan yerine getirmesi gereken ödevler isteniyordu. ABD’nin bölgesel stratejisine göre Türkiye’nin; Mısır, Libya ve İsrail’le ilişkilerini yeniden tesis etmesi gerekiyordu! Erdoğan’ın 14 Şubat’ta Mısır’a gitmesini, Hakan Fidan’ın Libya açıklamasını, Bakanların Ortadoğu turlarının hepsi, Washington’da planlanıyordu.
Saray rejiminin Bakan ve yetkililerinin son 15 gündeki diplomasi trafiğine bakalım:
6 Şubat: Güler-Gürak Bağdat’ta: Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak Bağdat’a gidiyordu. Görüşmelerde Ankara’nın Bağdat ile ilişkileri, Ortadoğu’daki gelişmeler ele alınıyordu.
7 Şubat: Güler ve Gürak Erbil’de: Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak Bağdat’ın ardından Erbil’e uğruyordu. Güler ve beraberindeki heyet, IKBY Bölge Başkanı Neçirvan Barzani, Başkan Mesud Barzani ve Başbakan Mesrur Barzani ile de bir araya geliyordu.
7 Şubat: Hakan Fidan Libya’da: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Libya’ya gitti. Fidan, “Bingazi’deki Başkonsolosluğumuzu tekrar açma kararı aldık, onu yakın zamanda açacağız” diyordu.
28 Ocak: İbrahim Kalın Erbil’de: MİT Başkanı İbrahim Kalın Erbil’e uçuyordu. Kalın, KDP Başkanı Mesut Barzani, Başbakan Mesrur Barzani ve Türkmen liderlere Amerika’nın oyununu Ankara’nın pozisyonu gibi sunuyordu.
23 Ocak: İbrahim Kalın Bağdat’ta: Kalın, 23 Ocak’ta Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve Başbakan Muhammed Şiya el Sudani’nin yanı sıra Sünni, Şii ve Türkmen temsilcileriyle görüşüyordu.
Erdoğan iktidarı 2023 Mayıs Seçimleri sonrasında girdiği yeni yönelimde ABD ve AB direktifleriyle bu istikametini belirliyordu. İbrahim Kalın – Hakan Fidan ikilisi öncülüğünde Saray rejimi Türkiye’nin koordinatlarını Batı’da yeniden konumlandırmaya çalışıyordu. İbrahim Kalın’ın 10 Ocak’ta MİT’teki konuşması, iktidarın İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması, ABD ile ilişkileri dış politik koordinatlara dair yorumları yansıtıyordu. Yeni dönemi dizayn etmeye çalışan rejimin Batı’cı/NATO’cu isimleri; İbrahim Kalın ve Hakan Fidan tekrar ABD ile ve Yahudi Lobileriyle gizli, kirli ve çetrefilli ilişkiler kurguluyordu.
Diyanet’in ‘özerkliğini tartışmaya’ açanlar Siyonist odaklardı!
Memur-Sen’e bağlı Diyanet-Sen, 6 bin 406 din görevlisine, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statüsü ile ilgili görüşlerini soruyordu. Öyle ki Diyanet çalışanlarının bir bölümü kurumun özerk olması gerektiğini savunuyordu. Hatta %1,7’si ise Başkanlığın görevlerinin cemaatlere devredilmesi gerektiğini bile ifade ediyordu. Diyanet-Sen Genel Başkanı Ali Yıldız ve Yönetim Kurulu üyeleri, 17 Ocak’ta Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a, “Diyanet Çalışanlarının Sorunları, Beklentileri, Din-Diyanet Algıları Araştırması” başlıklı bir rapor sunmuştu.
Raporda, Diyanet personeli arasında yapılan anketin sonuçları ve değerlendirmeler yer alıyordu. 87 bin 249 kişinin üye olduğu Diyanet-Sen’in yaptığı söz konusu araştırmaya, Diyanet İşleri Başkanlığı personelinden %79,3’ü erkek ve %20,7’si kadın olmak üzere 6 bin 406 kişi katılıyordu. %64,1’inin imam-hatip, müezzin veya kayyum, %21,8’inin Kur’an kursu öğreticisi, %5,8’inin müdür-şef, %3,7’sinin vaiz, %2,9’unun da yardımcı hizmetlerde çalışan personelin katıldığı araştırmada, Diyanet çalışanlarının önemli bir bölümü Diyanet’in özerk olması gerektiğini savunuyordu. Diyanet’in özerkliğini savunanların 6-10 yıl arası çalışma süresi olanların diğer çalışma süresine sahip olanlara göre çok daha yüksek oranda olduğu da belirtiliyordu.
Peki, Özerklik ne anlam taşımaktaydı?
Bu durum için raporda şöyle deniliyordu: “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın laik bir devlet içerisinde statüsünün ne olması gerektiği konusu Türkiye’de tartışılan konulardan biridir. Kamuoyunda Diyanet’e yönelik, devletin diğer kurumlarından, hükümet ve siyasetten gelen müdahalelerin olduğuna yönelik yaygın bir kanaatin olduğu bilinmektedir. Bu çerçevede Diyanet’in özerk olmasına yönelik öneriler kamuoyunda tartışılmaktadır. Buradaki özerk olmaktan en ortak anlaşılan durum; DİB mevcut haliyle herhangi bir Bakanlığın üst düzey merkez ve taşra teşkilatına yapılan atama ve işleri yürütme biçiminden farklı olması anlaşılmaktadır. En azından üst düzey atama öncesi uygun bir seçim sonucu belirlenen adaylar arasından birisinin Cumhurbaşkanı tarafından atanması şeklinde anlaşılmaktadır.” Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sadece denetleme görevini yaparak, bu işin tamamen cemaatlere devredilmesini düşünen personellerin oranının ise yüzde 1,7 olduğu, raporda ifade ediliyordu!?
Bütün bu sinsi girişimlerin Siyonist odakların bilgisi dışında gerçekleştiğini sanmak ahmaklıktır. Diyanetin yozlaştırılması, özerklik kılıfıyla cemaat ve tarikatlara bırakılması Türkiye’nin parçalanmasının son aşamasıdır!
[1] Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam 3. Cilt, Ensar Yayınları, İstanbul, 2007, s. 327
[2] Lütfi Bergen, Medeniyet, MGV Yayınları, Ankara, 2014, s. 201
[3] https://blog.ilem.org.tr/siyasi-strateji-medine-pazari/
[4] resatnurierol@milligazete.com.tr
[5] https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/gelir-dagiliminda-bozulma
[6] 07 Şubat 2024 – Haber 7
“Önce Ahlak ve Maneviyat sonra Ağır ve Yaygın Sanayi” diyerek ahlaklı ve kalkınmış bir toplum için her türlü çalışmayı yapan Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızı rahmet ve minnetle anıyoruz…
Ekonomideki faiz/sömürü sitemi, siyasete nüfus eden dış güçlerin/rant çetelerinin tahribatı, tarikatların-cemaatlerin istismar ve ahlaksızlıkları, eğitimde çürüme artık inkâr edilemez halde ve her alanın yöneticileri tarafından dahi itiraf edilir noktadayız.
Neden? Çünkü sistem/bataklık, dur durak bilmeden sorun/mikrop üretmeye programlı!..
Çözüm; Üstad Ahmet Akgül Hocamızın öncülüğünde olgunlaştırılan/tamamlanan ve tüm sorunlarımıza köklü çözümler sunan “Adil Düzen” projelerinin uygulanmasıdır.
Özetle: Ya millet bu gidişattan ve bu bozuk sistemden kurtulacak veya içten içe kökümüz, özümüz ve kültürümüz kuruyacaktı…
İşte bütün bu sorunların aşılması, huzurlu ve onurlu bir ortama kavuşulması için AZİZ ERBAKAN ZİHNİYETİNİ temsil eden ÜSTAD AHMET AKGÜL Hocamızın ADİL DÜZEN programlarının uygulanmasına acil ihtiyaç var!
ÜLKEMİZİN BEKA SORUNU CUMHUR İTTİFAKI!
”Bu arkadaşlar bırakın devleti, leblebici dükkanı bile yönetemezler!”
“Bu AKP, bir at yarışı spikerinden farksızdır. Bunlar hükumet değil at yarışı spikeridir fakat ne yazık ki kendilerinin hükumet olduğunu sadece zannediyorlar. Atın üzerinde kendileri yok. Yaptıkları şey at yarışı spikerinin yaptığıdır.” demişti Hocamız…
AKP, yularlarını elinde bulunduran Siyonistler tarafından, ekonomimizi sistematik şekilde çökertmiştir!
Siyon – Haçlı İttifakı, AKP işbaşına geldiği andan itibaren, Orta Doğuyu kan gölüne döndü!
BOP Projesi maalesef son aşamaya gelmiştir!
Çıkardıkları Kanun Hükmünde Kararnameler ile ailevi, ahlaki, sosyal, ekonomik tahribatlar yaptılar! Ülkemizde kuvvetler ayrılığı ilkesini bitirdiler! Hukuk devletini, kanun devleti haline getirdiler! Anayasayı takmadılar, tanımadılar!
Yozlaşmış Tarikatların sapkınlıklarına kılıflar uydurdular, Atatürk’e saldırdılar, Erbakan Hocayı istismar ettiler, dini kullandılar, diyaneti kendi güdümlerine soktular, milliyetçiliği istismar ettiler!
Şimdi ise Anayasayı değiştirip, Diyaneti tarikatların ellerine bırakmak istiyorlar ancak;
Yahudi dönmesi danışmanlarınız, güce tapan destekçileriniz, şehvetin esiri olmuş bedeniniz, gafiller tarafından yükseltilen şöhretiniz, haramla dolu servetiniz, kibir dolu benliğiniz yetmez Siyonist, Emperyalist ağabeyleriniz..
Hepsi, Davud’un bir sapan taşına bakar!
Topal bir sivrisinek sizlere yeter!
Karınca ordularınız saraylarınızı yıkar!
Yaktığınız fitne ateşini, gül bahçesine çevirecek sadıklar olduğu müddetçe..
Bu bayrak inmez, ezanlar dinmez, devlet uyumaz!
Yakında bütün zalimler ve hainler;
Allah’ın kudretini, elçinin haklılığını, ihanetin bedelini, savaşın kartalını göreceklerdir!
Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!
Makalemizde özlü ve hikmetli bir şekilde vurgulandığı üzre;Hz Peygamber Efendimiz Maddi ve Manevi kalkınmayı bir bütün olarak ele alarak kutlu mücadelerini yürütmişlerdir!..
O’nu eşsiz rehberliğini asrımızda en iyi şekilde anlayıp -uygulayan Aziz Erbakan Hocamız da, bu prensipleri Esas kabul ederek “Önce Ahlak ve Maneviyat,Sonra Ağır Sanayi ve Yaygın Kalkınma” hedeflerini sloganlaştırarak yola çıkmışlardır!..
Bu kutlu kervanın günümüzdeki altın halkası olan Milli Çözüm-Üstad Ahmet AKGÜL Hocamız da aynı gerçeklere bağlı olarak TÜM İNSANLIĞIN SAADETİNİ gaye edinmekte…Bu bağlamda.Aziz Erbakan Hocamız tarafından hazırlanan ADİL DÜZEN projeleeine sahip çıkarak ve olgunlaştırarak asrın idrakine sunmaktadırlar!..
Deccalist-siyonizm ve İşbirlikçilerinin tatihte eşine rastlanamayacak ölçüde yürüttükleri sömürü ve zulum mekanizmaları ,pek yakında topyekün büyük bir sarsıntıyla tarumar olacak ve ADİL DÜZEN’le tüm insanlık gerçek huzur ve mutluluğa kavuşacaktır!..
Aşağıda paylaşılan ayetler siyonist zalimlerin piyonist işbirlikçilerinin röntgeni nasılda çekmektedir:
(Ey Resulüm!) İnsanlardan öylesi vardır ki, (aslında İslam’a hasım ve Sana hain oldukları halde) dünya hayatına ilişkin (kahramanlık gösterileri, başarılı girişimleri, kolaycı ve çıkarcı projeleri) Senin hoşuna gidecektir ve (böyleleri) kalbindekine (münafıklık ve menfaatçilik düşüncesine) rağmen Allah’ı şahit ma (yeminler ederek dine ve davaya sadık ve samimi olduğunu belirtir); oysa o (gizli ve tehlikeli) azılı bir düşman (yerindedir).
2:205
(Çünkü bu tipler, Hakk davadan döneklik ederek) Sırtını çevirip gittiği ve işbaşına (iktidara) geçtiği zaman; (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa girişmeye, ekini ve nesli (bozup) helak etmeye çaba gösterir. (Genleri bozulmuş İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini tahribe yönelir.) Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmemektedir. [Not: Başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de; 8 Kasım 2006’da çıkarılan 5553 sayılı Hibrit Tohum Kanunu’yla, yerli tohumlarımıza yasak getirilmiş ve uzmanlara göre bu uygulamadan sonra hastalık ve ölüm oranlarında tam üç kat artış gözlenmiştir.]
Bakara Suresi 204-205
(Halbuki, gerçekten) İman edenler; Allah yolunda (Hakk ve adalet hâkim ve Müslümanlar galip olsun diye) çarpışıp çırpınırlar. İnkâr edenler (ve münafık kimseler) ise, tağut yolunda (şerli ve şeytani odakların zulüm ve sömürü düzenleri sürsün diye) çırpınıp çarpışırlar. O halde siz (mü’minler iseniz); şeytanın dostları olan (inkârcılar ve münafık)larla çarpışın. Ve kesinlikle (bilin ki) şeytanın hile ve tuzağı pek zayıf (ve temelsizdir.)
Nisa Suresi 76
Toplumda huzur ve güvenin garantisi, ahlak ekmek dayanışma ve beraberliktir.. Unutulmasın ki, insan hakları, özgürlük ve ilericilik, Dindar kahraman, gibi kavramları kullanıp, millete zulmedenler, bir gün mutlaka bilinçlenecek ve bilinecek olan toplumun nefreti altında ezilecektir…
Kafirlerin ve kötülerin zararlarından korkarak, Hakkı savunmaktan kaçanlar sonunda zulmün ateşine odun olurlar…
Karanlıklara karşı en azından bir mum yakanlar ise aydınlık çağlara kapı açarlar…
Zalimlerin aziz ve yoğun, mazlumların işe, aciz ve yorgun olduğu bir dönemde, ilimle beslenmiş sağlam ve Sapmaz bir imana sahip olmayanlar, İslami gerçekleri ve insani gerekleri savunamazlar. Çünkü korkak kimselerde olgun iman, imanı zayıf kimselerde ise dolgun Vicdan bulunamaz..
Amma zalim sultana hakkı haykıra yiğitlere Allah dünyada izzet, Ahirette cennet verecek, ey zalimleri yandaş edinenler sizde kahrını dan parmak uçları izi yiyeceksiniz…
Aziz Erbakan Hocamızın onlarca kez uyardığı… Eğer dinlemezseniz dövecek diziniz kalmayacak dediği… Belki anlaşılır diye; toprak ayağımızın altından kayıyor diye dikkatimizi çektiği günler geldi maalesef. Meşhur siyonist Haim Nahum’un doktirinleştirip, halkımızı yok etme aşamaları olarak siyonistlere ve işbirlikçilerine sunduğu adımlar bir bir gerçekleşti ne yazık ki!.. Yazımızda ifade edildiği üzere, Aziz Erbakan Hocamız bu aşamaları şöyle anlatmıştı:
“1-Anadolu insanını aç bırakacaksınız!..
2- İşsiz bırakacaksınız!..
3- Türkiye’yi borca esir edip dış güçlere mahkûm hale sokacaksınız!..
4- İslam Dinini bozacak, halkı şuursuz ve sorumsuz bir dindarlıkla avutacaksınız!..”
Bugün her aşama fazlasıyla aşılmış durumdadır. Maliye bakanı olarak yeniden atanan Sn Mehmet Şimşek bile bu kadar hızlı olmasına hayret etmiş olacak ki yaşanan ekonomik buhrana isyan etmektedir. Oysa mesele basit, çözüm kolaydı. Ama eskilerin deyimiyle, “görenedir görene, köre nedir köre ne?” Mevcut anlayışla toparlanmak, ilerlemek mümkün değildir. Toplum tüm manasıyla iflasa sürüklenirken, hala batı taklitçiliği yapanlar batan gemide kendilerinin de olduğunu ne zaman anlayacaklar merak ediyorum. Bu gemi hepimize lazım. Bu geminin kurtuluşu ümmete ferahlık verecek. İşte bundan dolayı bu zillet batağından çıkmalı, yaşamak için her şeyi mübah görecek seviyeye gelen bu Aziz milleti kurtarmalı ve Adil Düzen’i kurmalıyız.
22 yıllık AKP iktidarının modeline Erbakan Hocamız senelerdir anlattığı Haim Nahum doktrini dersek yeridir. Bu doktrine göre borca esir edeceksin, işsiz bırakacaksın, aç bırakacaksın, parçalayacaksın, parçaladıktan sonrada bu parçaları birbirleriyle savaştıracaksın… AKP 22yılda 22 tane borç bütçesi yaptı mı yapmadı mı, 22 tane ağır vergi ve faiz bütçesi yaptı mı yapmadı mı, işsizliği arttırdı mı arttırmadı mı, ülkenin borcunu arttırdı mı arttırmadı mı? Model bu, bu model Haim Nahum doktrinidir. Siyonizmin 100 yıldır bütün iktidarlara yaptırdığı şeyi AKP 19 yıldır harfiyen yerine getirmiştir. Evet bu ekonomi çökmüştür ve bu ekonomi milletin üstüne çökmüştür.”
Bu nedenle artık bu çöküş, Millî Çözüme İnanan bir Cumhurbaşkanı ve Milli Çözüme İnanan bir hükümet eliyle düzelmesi mümkündür.
Bir insanın veya toplumun huzur bulması ve onurlu yaşaması, şu dört temel ihtiyacının doğru ve doyurucu şekilde karşılanmasına bağlıdır. “4-K” formülü dediğimiz bu doğal ihtiyaçların aksaması ise; çeşitli rahatsızlıklarının, hatta itiraz ve isyanlarının başlangıcıdır.
1-KARIN
2-KALP
3-KAFA
4-KİŞİLİK
Bir çocuk dünyaya geldiğinde, önce karnının açlığını gidermek üzere ağlamakta ve kendisine gıda ve bedenine-karakterine maya olacak şifalı sütünden emmek üzere anne kucağına bırakılmaktadır. Yani doğal ve doğru olan, öncelikle KARNININ doyurulmasıdır. Ardından; şefkat, merhamet ve sevgiyle KALBİ; yavaş yavaş algılama seviyesine uygun, samimi ve gerçekçi bilgiler, ninniler ve hikâyelerle KAFASI doyuma ve doldurulmaya başlanacaktır. Çocuklara bebeklikten itibaren, sevginin yanında saygı duyulması, ciddiye alınması, itilip kakılmaması, suçlarından dolayı hemen hırpalanmaması… Yani ona bir insan gibi davranılması, kendisine bir kişilik ve onur kazandıracak, özgüveni ve girişim cesareti olan birisi olarak hayata hazırlanacaktır. Yani, İTİBAR ve İTİMAT sahibi olacaktır.
Bu “4-K” formülü; sadece fertler için değil, cemiyetler ve milletler için de gerekli ve geçerli kurallardır.
EĞER TOPLUMUNDA KARNI DOYURULMAZSA AÇ BIRAKILIRSA, KARNINI DOYURMAK İÇİN HER TÜRLÜ YOLA BAŞVURACAKTIR. İnsanlar aç olursa- bırakılırsa, onların düşünmelerini beklemek beyhude olacaktır, çünkü onun tek amacı karnını doyurmak olacaktır. Bunu başarmak için her türlü yola başvurmaktan çekinmeyecektir. Hırsızlık, ahlaksızlık diyeyim siz anlayın vs yollara tevessül edecek, buda onların İslam’dan, Allah’ın emirlerini yerine getirmekten uzaklaşmalarına ve bir süre sonra inkara kadar bu insanlar yönelebileceklerdir Allah korusun.
AZİZ ERBAKAN HOCAMIZ bunu bildiği için iktidara geldiğinde önce halkın karnı doysun diye işçiye memura emekliye büyük oranlarda zamlar yaptı.Halkın alım gücü yükseldi, evlerine huzur geldi bereket geldi. Erbakan Hoca öncesinde evde tüp biterdi, babam anneme kızardı, yağ biterdi sıkıntı, erbakan hoca ikitidara geldi 4 milyon küsür alan babam emekli maaşını 17 milyon civarı almaya başladı, babam parayı nereye harcayacağını şaşırmıştı resmen, evimize ilk defa muz o yıllarda girdi. Erbakan Hoca sayesinde evimize huzur geldi.
Aç insanlara bir şeyler anlatmakta zordur, sizi dinlemeyecektir, o sadece buradan nasıl nemalanarım, buradan ne kazanç elde edebilirim gibi düşüncelerle karşınızda olacaktır yine insanlar açken onlara gel seninle ADİL BİR DÜZEN kuralım ,YENİ BİR DÜNYA kuralım deseniz alacağınız cevap GİT İŞİNE KARDEŞİM olacaktır. Önce karnını doyuracaksınız sonra kalbini ve sonra kafasını dolduracaksınız ki, o kişiye siyonizmi anlatabilesiniz, o insana ADİL DÜZENİ VE YENİ BİR DÜNYA HDEFİNE DOĞRU yürüyebilirsiniz.
Bunları bildikleri için Haim Nahum Doktrinini ülkemizde mutalka uygulamalrı gerekiyordu, ve bunun için bunu uygulayacak kişileri iktidara taşıyorlardı. Erbakan 1 yıl dayanamayanlar Mevcut iktidarı 22 yıldır tek başına iktidarda tutuyorlardı. Çünkü onların amaçlarına daha iyi hizmet edecek bir başkası olamazdı. Sn. Erdoğan Haim Nahum Doktrinini Uygulamaktaydı! Erbakan Hocamıza göre Lozan’ın dayatılan gizli maddeleri şunlardır: 1- Anadolu insanını aç bırakacaksınız!.. 2- Bunları işsiz bırakacaksınız!.. 3- Türkiye’yi borca esir edip dış güçlere mahkûm hale sokacaksınız!.. 4- İslam Dinini bozacak, halkı şuursuz ve sorumsuz bir dindarlıkla avutacaksınız***Tıpkı Peygamber Efendimiz gibi Aziz Erbakan Hocamızda iktidara geldiğinde İslam Birliğinin çekirdeği olarak tarif edebileceğimiz D8 leri kurmuş, bu ülkeler kendi pazarlarını planlamalarını yapmışlardı. Ne yazık ki kısa sürede bütün bu ülkelerdeki devlet başkanları ya sukastlerle, ya bir takım entrikalarla, ya darbelerle iktidardan düşürülmüşlerdir. Mevcut iktidar ise 22 yıldır D8 lerle ilgili tek bir adım dahi atmamıştır.
Kur’an , Cenabı Hakkın insanların dünya ve ahiret saadeti için gönderdiği yetmez , içerisinde kainatın yaratılış sırlarının bulunduğu , yetmez bütün ilimlerin temel esasları ve elbette cihat farzı bulunan dünya hayatımıza ışık tutan bir prensipler manzumesidir. Elbette Cenabı Hakk her dönem insanlığın Hakkta olması için gönderdiği elçiler vardır. Ve Kur’an ile beraber GENEL TANZİMCİ niteliğinde Efendimizi göndermiştir. Makaleyi okuduğumuzda şu sonuç çıkıyor. Efendimizin müjdelerini ve öğretilerini doğru anlamış bir ERBAKAN HOCA ve Onları da iyi anlamış zamanımızın tercümanı Üstad Ahmet Akgül Milli Çözüm.
Makalede geçen : ” … Allah Resulü’nün (SAV) devletleşmenin bu denli önemli olmasından dolayı, Medine’ye gelişi ile beraber üç önemli kurumu öncelikle oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kurumlar; cami, pazar ve vakıftır.
…”
İşte Erbakan Hoca Efendimizin devletleşmenin önemine dair oluşturduğu camii pazar ve vakıfı örnek alarak ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT SONRA AĞIR SANAYİ VE YAYGIN KALKINMA demiştir ve bu konuda tüm yapılması gerekenleri bir bir planlamış projelendirmiş ve hayata geçirilmesi konusunda hazır hale getirmiş ağır sanayiye üretime yönelik açılışlar yapmış vb.
Milli Çözüm bu eylemler ışığında mutlu ve huzurlu olmanın yolunu 4 K olarak olgunlaştırmıştır. KAFA – KALP – KARIN – KİŞİLİK. BU 4K nın doyurulmasıyla ancak huzuru mutluluğu yakalayacağımızı belirtmiştir. Sadece fertlerin değil cemiyetler ve milletler içinde bu gerekli ve geçerli kurallardır. Bu konuyu Ahmet Hocamızın şu ifadeleriyle açıklamış olalım : Bir çocuk dünyaya geldiğinde, önce karnının açlığını gidermek üzere ağlamakta ve kendisine gıda ve bedenine-karakterine maya olacak şifalı sütünden emmek üzere anne kucağına bırakılmaktadır. Yani doğal ve doğru olan, öncelikle KARNININ doyurulmasıdır. Ardından; şefkat, merhamet ve sevgiyle KALBİ; yavaş yavaş algılama seviyesine uygun, samimi ve gerçekçi bilgiler, ninniler ve hikâyelerle KAFASI doyuma ve doldurulmaya başlanacaktır. Çocuklara bebeklikten itibaren, sevginin yanında saygı duyulması, ciddiye alınması, itilip kakılmaması, suçlarından dolayı hemen hırpalanmaması… Yani ona bir insan gibi davranılması, kendisine bir kişilik ve onur kazandıracak, özgüveni ve girişim cesareti olan birisi olarak hayata hazırlanacaktır. Yani, İTİBAR ve İTİMAT sahibi olacaktır.