ERDOĞAN İKTİDARI “KILIÇ SALLAYAN” SUBAYLAR YERİNE;
“KURŞUN SIKAN” MAFYALARLA İLGİLENSİNDİ!
“Kılıç Çekme” Tartışmaları!
Ülkede haftalardır Harp Okulu mezuniyetindeki görüntüler konuşulmaktaydı. Mezuniyet görüntülerine yönelik kamuoyunun farklı kesimlerinden gelen destekler veya tepkiler vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Harp Okulu mezuniyeti ile ilgili sessizliğini bozmuşlardı. Erdoğan, kılıçların çekildiği mezuniyete sert tepki gösterince AKP tarafında da sıkıntılar başlamıştı. Millî Gazete’nin ulaştığı kulislere göre, hedefte mezuniyeti savunan veya karşı çıkan AKP’lilere hakaret eden Cumhurbaşkanı Danışmanı Yiğit Bulut vardı. Bulut’un istifa etmesi istenirken, mezuniyeti savunan diğer bir isim Ömer Çelik’in de istifaya yakın olduğu konuşulmaktaydı.
Bu gerginlik devam ederken Erdoğan da 10 gün sonra sessizliğini bozmuşlardı. İmam Hatip Okullarıyla ilgili bir programda konuşan Erdoğan, mezuniyet görüntülerine sert tepki gösterip, “Siz o kılıçları kime çekiyorsunuz? Oradaki kendini bilmez birkaç kişi temizlenecek” diyerek, tavrını ortaya koymuşlardı. Erdoğan’ın bu tepkisi sonrası mezuniyet görüntülerine ilk günden bu yana tepki gösteren partililer, mezuniyeti savunanların kellesini istemeye başlamıştı. Hedefleri ise Cumhurbaşkanı Danışmanı Yiğit Bulut ile Parti Sözcüsü Ömer Çelik olmaktaydı.
Ömer Çelik’in istifa mektubunu hazırladığı konuşulmaktaydı!
Kulislerde, Ömer Çelik’in ise istifaya yakın olduğu tartışılmaktaydı. Çelik’in yakın çalışma arkadaşları bu tartışmalardan Çelik’in rahatsız olduklarını ve affını Erdoğan’a sunmaya hazırlandığını vurgulamışlardı. Ancak Parti Genel Merkezi’nin bu konuda Çelik’e, “Duygusal hareket etmeyelim” telkininde bulunduğu aktarılmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, neden rahatsızdı?
Hatırlayınız; 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımı ile Milli Savunma Üniversitesi’ne bağlı Kara Harp Okulu’nun mezuniyet töreni düzenlenmiş, tören sonrası alanda toplanan bir grup yeni mezun Teğmen’in kılıçlarını havaya kaldırarak “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” dediği anlar kayda alınmıştı. Rutin dışı gerçekleşen bu yeminin görüntüleri, “askeri vesayet” tartışmalarını tekrar gündeme taşımıştı.
Konuyla ilgili ne diyeceği merak konusu olan Erdoğan şu ifadeleri kullanmıştı: “Geçenlerde malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Şimdi, bunlarla ilgili olarak da gerekli bütün araştırmalar şu anda hepsi yapılıyor ve oradaki birkaç tane kendini bilmez de temizlenecek. Biz buralara durup dururken gelmedik. Bu 30 kişi olabilir, 50 kişi olabilir, kim olursa olsun bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Bunları temizleyeceğiz. Bu oyuna nasıl geldiler, nasıl gelindi? Şimdi çalışmalarımızı yapıyoruz ve bu konuyla ilgili olarak da üniversitemizle görüşmelerimizi yaptık ve bu konuda Kara Kuvvetleri’yle görüşmelerimizi yaptık. Milli Savunma’yla görüşmelerimizi yaptık ve bunların süratle temizlenmesi için de adımlarımızı atıyoruz. Ordumuz üzerinden siyasi hesap görülmesine müsaade etmeyiz.”
Teğmenler kriziyle; AKP-MHP cephesi de karışmıştı!
Teğmenlerin resmi tören sonrası yeminiyle ilgili tartışmalar Cumhur İttifakı’nda gerilime yol açmıştı. AKP ve MHP’deki farklı görüşler kamuoyuna yansımış, MSB de ikinci bir açıklama yapmak zorunda kalmıştı. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda, Milli Savunma Üniversitesi (MSÜ) Kara Harp Okulu Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreni’nde yaşananlar siyaseti karıştırmıştı. Törende mezun olan yüzlerce öğrencinin resmi törenin hemen ardından kılıçlarını havaya kaldırarak hep bir ağızdan dönem birincisi Ebru Eroğlu’nun öncülüğünde yaptıkları “subaylık yemini”, iktidarı ve ittifak ortağını ikiye ayırmış durumdaydı.
Önce, yeminin kaç yıldır resmi törenlerde niye yapılmadığı? ardından da yeminin içeriği ve mesajı tartışılmaya başlanmıştı. Bazı AKP’li isimler ve yandaş kalemler “darbenin ayak sesleri” diye karşı çıkmışlardı.
Cumhur İttifakı ortağı MHP, Teğmenlerin kılıçlı yemin törenine önce destek olmuşlardı. “Teğmenlere güvenimiz tam” diyen MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Özdemir, “Ordumuzla milletimiz arasındaki sarsılmaz bağa halel gelmesine müsaade edilmez” ifadelerini kullanmıştı. Ama öte yandan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Yeminler arasındaki bir bölünmenin gelecekte Türk Silahlı Kuvvetleri içinde veya vatan savunmasında ayrılık ve aykırılık doğurmayacağının teminatı bugünden nasıl verilecektir?” diye sormuş ve “Kanuni yemin dışındaki yeminin üzeri Aziz Atatürk’le örtülmemeli ve gizlenmemelidir” diye uyarmış ve bir nevi Erdoğan’a arka çıkmıştı.
CHP ise tartışmalara doğrudan müdahil olmayıp, daha düşük profilli bir tavır almışlardı. Genel Başkan Özgür Özel Teğmenleri savunarak: “‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ demişler. Birileri bundan da rahatsız olmuş, ne diyeceklerdi?” ifadelerini kullanmıştı.
Kara Harp Okulu dönem birincisi Ebru Eroğlu, törende diplomasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden almıştı.
AKP içi gerilim dışarı taşmıştı!
Gelişmelerin ardından AKP Sözcüsü Ömer Çelik, çok net bir açıklama yaparak; “Teğmenlere hakaret edilmesinin kabul edilemeyeceğini” vurgulamıştı. Çelik, “Burada iki kötü niyetli konu var. Birtakım bu görüntülerden ‘Erdoğan’a mesaj verildi, hükümete mesaj verildi’ şeklinde konuşulması, eski vesayet anlayışının diriltilmesi meselesidir” diye uyarmıştı.
Ancak AKP içi farklı sesler sosyal medyada gerilime dönüşmüş durumdaydı!
Eski AKP Milletvekili Mehmet Metiner‘in “Sayın Bahçeli’nin kanun dışı yemin töreniyle ilgili gayet netlikle ortaya koyduğu bakış açısı keşke AK Parti’mizin değerli sözcüsü Ömer Çelik tarafından daha kararlı bir dille vurgulansaydı diyorum” sözlerine yanıt AKP’li Erdoğan’ın Başdanışmanı Yiğit Bulut’a kalmıştı.
Bulut, X hesabından “‘Teğmenler’ ve ‘yemin töreni’ ile ilgili Ömer Çelik ne diyorsa odur! Çerçöpün, dışlanmışların, büyük Türk milleti ve Türk Silahlı Kuvvetler arasında fitne çıkarma çabası nafiledir! Hangi partiden olursa olsun kripto FETÖ’cülerin fitne çıkarma çabasına karşı dikkatli olalım!” paylaşımını yapmıştı.
Bulut-Metiner gerginliğine eski AKP MKYK Üyesi Mücahit Birinci de dahil olmuşlardı.
Mücahit Birinci ise “Sayın Devlet Bahçeli’nin o korsan yemine bakış açısı en doğru olanı. Eğer siz, bu husustaki doğru olan ve tecrübe ile damıtılmış görüşleri FETÖ artığı, çerçöp ifadeleri ile genellerseniz, iki ihtimalden birini yansıtıyorsunuz demektir: Ya siz FETÖ artığısınız ya da çerçöp sizsiniz. Sözünüzün nereye gideceğini tartın, ona göre söz söyleyin” ifadelerini kullanmıştı.
Bazı MKYK üyeleri bu kutlamanın “askeri vesayet ve Türkiye’nin darbe geçmişini hatırlattığını ve konunun soruşturulması gerektiğini” vurgulamıştı. Bunun üzerine Erdoğan’ın “Ben alandan ayrıldıktan sonra olan bir hadise. Milli Savunma Bakanım ve Kara Kuvvetleri Komutanımla bu konuyu değerlendireceğim. Üç kız öğrenci birinci oldu, bu ilk kez oluyor. Aslında bu, ‘AK Parti zamanında kadınlar eve kapatıldı’ diyenlere iyi bir cevap. Bu kızlar Anadolu’yu yansıtıyor. Sohbet de ettim, hatta birinin adı İkra… Orada ne olduğunu bu hafta konuşacağım” dediği aktarılmıştı.
Bir diğer iddiaya göre ise MSB Bakan Yardımcısı Şuay Alpay, “20 kişiyle başlayan bir grup… Dahil olanlarla birlikte 200 civarı olduğunu tespit ettik. Bir tepkisellikle mi yapıldı yoksa başka bir niyetle mi yapıldı, takip edip arz edeceğiz” ifadelerini kullanmıştı.
MSB’den ikinci açıklama: İnceleme başlatıldı!
AKP ve MHP’den ayrı ayrı sesler yükselirken Milli Savunma Bakanlığı (MSB) konuyla ilgili ikinci bir açıklama yapmıştı. MSB’nin 2 Eylül’deki ilk açıklamasında “Harp Okullarının mezuniyet törenleri 30-31 Ağustos tarihlerinde yapılmış olup mezun olan Teğmenlerin Harp Okulları ile idari bağı kalmamıştır. Teğmenlerin okula çağrılarak haklarında sosyal medya paylaşımları nedeniyle tahkikat açıldığı iddiaları doğru değildir” ifadeleri kullanılmıştı.
MSB kaynakları son açıklamada, Kara Harp Okulu Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreni’ndeki yemin görüntülerine ilişkin “bahse konu olayın her yönüyle incelendiğini, yapılacak tespitlere göre disiplin mevzuatı kapsamında kastı, kusuru, ihmali veya sorumluluğu olan personel hakkında gereken işlemlerin yapılacağını” duyurmuşlardı.
Açıklamada “Kara Harp Okulu Sancak Devir Teslim ve Mezuniyet Töreni sonrasında kamuoyuna bazı görüntüler yansımıştır. Söz konusu görüntüler, özellikle sosyal medya üzerinden farklı yorum ve değerlendirmelerle bağlamından koparılıp bambaşka mecralara, boyutlara çekilmeye çalışılmakta, gerçeklikten kopuk kısır tartışmalar oluşturulmaktadır. Önceliği, müesses disiplini muhafaza etmek olan Türk Silahlı Kuvvetleri’mizde, disipline aykırı hiçbir eylem, olay ve duruma müsamaha gösterilmeyeceğinden en ufak bir şüphe duyulmamalıdır. Bahse konu olay da her yönüyle incelenmektedir. İnceleme sonucunda yapılacak tespitlere göre disiplin mevzuatı kapsamında kastı, kusuru, ihmali veya sorumluluğu olan personel hakkında gereken işlemler yapılacaktır. Dolayısıyla kamuoyu bu konuda müsterih olmalı ve kendi ajandalarına göre bu görüntüler üzerinden manipülasyon üretenlere itibar etmemelidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’miz, Anayasa’ya ve kanunlara bağlı olarak, milli, manevi ve mesleki değerlerimiz çerçevesinde, Atatürk ilke ve inkılapları ile aklın ve bilimin rehberliğinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın direktifleri ile amir ve komutanların emirleri doğrultusunda milletinin emrinde, görevinin başındadır.” ifadeleri kullanılmıştı.
Mafya’ya sahip çıkanlar, “Mezuniyet coşkusuna” niye tavır almışlardı?
Harp Okulu mezuniyet törenindeki kılıçlı yemin olayını, sözde bazı muhalefet çevreleri, Atatürkçülük kılıflı din düşmanlıkları hesabına istismar ediyorlardı. İktidar ortakları ve yandaş yalakaları ise “Vesayet hortluyor!” zırvaları ile, aslında hazımsızlıklarını ortaya koyuyorlardı.
Halkımız nezdinde öyle tanınan ve bu sıfatla yargı kayıtlarında yer alan Mafya Babalarının; özel adalet sağlayıcıları ve milli kahramanlar olarak tanıtıldığı… Yani eşkıyalığın evliya kılıfına sarıldığı… Hatta ülkenin ve devletin bunların sayesinde ayakta kaldığının sanıldığı parti ve kesimlerin varlığı bile, kara kara düşünmemizi gerektiren bir vakıaydı.
Mafya; Dış Güdümlü Tek Adam Rejiminin, Ayrılmaz Bir Parçası mıydı?
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın, sosyal medya hesabından, “Sedat Şahin kardeşimiz, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti” notuyla Sedat Şahin ile Devlet Bahçeli’nin MHP Genel Merkezinde çekilmiş fotoğraflarını yayımlamıştı. “Şahinler” olarak bilinen Türkiye’nin en büyük mafya örgütlerinden birinin lideri olan ve defalarca müebbet hapis cezası almış olmasına rağmen derin güçler sayesinde her seferinde “bir şekilde” tahliye edilen Sedat Şahin de geleneği bozmamış, içeriden çıkarılan diğer mafya liderleri gibi soluğu Bahçeli’nin yanında almıştı. Böylece tıpkı Alaattin Çakıcı, Kürşat Yılmaz gibi o da rejimin bir parçası olan mafya liderleri albümünde “hak ettiği” yeri almıştı.
Bu fotoğrafın yayımlanmasından birkaç gün sonra, Mersin Limanı’nda yine muz kolileri içerisinde yakalanan kilolarca kokain haberi gazete sayfalarında yer almıştı. Artık Mersin Limanı için sıradan hale gelen bu durumla ilgili olarak, her ne kadar bundan önceki benzer onlarca vakada sürdürülen çalışmalar sonuç vermemiş olsa da, “suçlu ya da suçluların belirlenip yakalanması için çalışmaların sürdüğü” vurgulanmıştı.
Bu haberin birkaç gün sonrasında ise, mafya liderleri Alaattin İlyas Saral ve Sedat Şahin’i 10 gün arayla tahliye eden Hakan Türkön’ün Yargıtay üyeliğine atandığı anlaşılmıştı. Heyetleri yaz tatiline veya yıllık izne çıkan dört farklı ağır ceza mahkemesinde nöbetçi hâkim olarak görev alan, “çalışkanlığını” açık biçimde gösteren Türkön, önce 17 Temmuz’da İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Daire Başkanlığına, burada bir hafta kaldıktan sonra da HSK’nın 25 Temmuz kararnamesiyle Yargıtay’a atanmıştı.
Görüntü oldukça netti: Neredeyse her hafta rotası Türkiye, bilhassa Mersin Limanı olan kokain yüklü bir gemi uluslararası sularda yakalanırken, onlarca cinayetin sorumlusu oldukları, uyuşturucudan silaha, her türlü kirli ve kanlı işin içinde yer aldıkları ve bu işleri yönettikleri devletin mahkemelerinde zabıtlara geçmiş olan Alaattin Çakıcı, Kürşat Yılmaz, Sedat Şahin gibi figürler, rejimin en önde gelen zatlarıyla pozlar veriyor, onları tahliye eden hâkimlerse jet hızıyla yüksek makamlara terfi ettiriliyorlardı.
Mafya karakterleri yandaş medyada saygın iş adamları olarak boy gösterirken, rejimin siyasetçilerinin onları sahiplenmesinin göstergesi olan fotoğraflar sayesinde de “devletine hizmet eden makbul kişiler” olarak aklanıp paklanıp meşrulaştırılıveriyorlardı. Onlara ve onları parlatanlara bakılırsa hepsi delikanlı, yardımsever, vatanperver adalet dağıtıcılarıydı. Ama bu arada çocuklar okul kapılarında zehirleniyorlardı, uyuşturucu herkesin kolaylıkla ulaşabileceği hale taşınmıştı.[1]
Sn. Devlet Bahçeli; Ülkücüler arası çatışmaya gönderme yaparak “Ülkücüden mafya olmaz” buyurmuşlardı. Keşke öyle olsaydı!
Mafya bizde, mahalle arası kabadayılığı olarak başlamış, uyuşturucu ve silah kaçakçılığıyla gelişip etkinlik kazanmıştı. Sonra onların da yolu devletle kesişmeye başlamıştı. Mafya, Ülkücülerle birlikte “Komünizmle mücadelede” kullanılacaktı. Mafya, maalesef 12 Mart darbesinden bu yana sanki “yarı resmi bir organizasyon” halini almıştı. Ülkücü Hareket bünyesinde de yeni mafya ilişkilerine kısmen insan malzemesi yetiştirilmesine mâni olunamamıştı. Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kumarhanecilik, çek-senet tahsili gibi işlerde bazı eski Ülkücülerin palazlanması kafaları karıştırmıştı. Elbette aslında Ülkücüler ülkeye, devlete ve Milli birliğe sahip çıkmak üzere yola çıkmışlardı. Ancak maalesef yoldan çıkanlar da vardı!
Acaba, bu karanlık organizasyonları devletle buluşturanlar; Şükrü Balcı, Hiram Abas, Mehmet Ağar ve Mehmet Eymür gibi devlet adamları mıydı? Bunların her biri MİT’in ve Emniyet’in etkili şahsiyetleri sayılırdı. Bir yandan mafyanın işlerinden ve ilişkilerinden yararlanmışlardı. Öbür yandan tıpkı İtalya’da olduğu gibi “Komünizm tehlikesine” karşı fiili bir güç odağı olarak bunları cepheye taşımışlardı.
Aslında 1. MİT Raporu, gerçekte devlet-mafya ilişkileri raporu konumundadır. “Türkiye’de devletten ayrı veya bağımsız bir mafya yoktur” iddiaları yaygınlaşmıştır.
Sağcı-Solcu mafya, iktidarın himayesine alınmıştı.
AKP’nin katkısı ise devletle mafyayı birbirinden ayıran yasallığı bütünüyle ortadan kaldırmış olmasıdır. Mafya, “devlet”in yetersiz kaldığı durumlarda, devletin yerini alır. Mafya paralel bir ekonomik yapıdır. Hukukun yokluğunda devlet ile aralarında bir fark kalmaz, ayırmak imkânsızlaşır.
Bazı ünlü ülkücü mafya babalarını, Cumhur İttifakı ortaklığı marifetiyle cezaevlerinden çıkardılar. Cezaevinden çıkanlar siyasi hamilerinin makamına koştular. Birlikte fotoğraflar paylaştılar ve dokunulmazlık kazandılar. Uyuşturucu ve kara para aklayıcıları, mafya kabadayıları, ne iş yaptığı belirsiz eski polis takımı, suçla bağlantılı politikacılar hepsi birer “siyasal” kimliğe sarıldılar.
“Reis” Sedat Peker vakası!
Gençliğinde kendisine “Reis” lakabı takılan Peker, “uyuşturucuyla mücadele eden baba” olarak tanınmıştı. Ülkücü olduğunu saklamayanlardandı. Barmen Oğuz Atak cinayeti, çete olaylarına karışmak, tehditle tahsilat yapmak, zorla alıkoymak suçlarından aranmaktaydı. 1998’de Romanya’dan Türkiye’ye taşındı. Hapiste her türlü lükse ulaşması sağlandı, kaldığı 50 kişilik koğuşun tabanını halıfleksle kaplattı, duvarlarını boyattı, tuvaletleri kırdırıp yaptırdı, yüz koyun kestirip tutuklu ve hükümlülere dağıttı. Tahliye edildikten sonra MHP’li olmadığını açıklayıp, siyasi görüşünün Pantürkist-Turanist olduğunu vurguladı. Bozkurt işareti yapmaktan sakınmadı. Bir ara AKP’ye yanaştı, muhalifleri tehdit etti, oluk oluk kan akacak diye havalar attı. Büyük ülkücü baba Alaattin Çakıcı ile arasında husumet vardı, Çakıcı salınınca yurtdışına kaçtı.
Alaattin Çakıcı Dosyası!
Gençlik yıllarında Şişli’de Ülkücü gruplara dahil olan Çakıcı’nın suç dosyası bir İETT görevlisini bıçakla yaralamasıyla açıldı. Siyasi saiklerle pek çok kişinin ölümüne sebep olduğu konuşulmaktaydı. Çek-senet işlerine karıştı, haraç topladı, karısı Uğur Çakıcı’yı öldürmekle suçlandı. İddiaya göre MİT ile olan bağlantıları sayesinde 1987’deki “Babalar Operasyonu”ndan kurtulmayı başardı. Borsacı Adil Öngen’e, Pamukbank Genel Müdürü Burhan Karaçam’a, Emin Cankurtaran’a, Hıncal Uluç’a, Cavit Çağlar’a ve Engin Civan’a yönelik saldırıların azmettiricisi olarak öne çıktı. 1992 yılında yurtdışına kaçtı. 1998′de Nice’de yakalandı, iade edildi. Devlet Bahçeli’nin istemesiyle salındı. Çıkar çıkmaz ilk işi Devlet Bahçeli’ye koşup bağlılığını sunmaktı!?
Kürşat Yılmaz Macerası!
12 Eylül darbesi öncesinde MHP’nin yan kuruluşu Ülkücü Gençler Derneği’nde (ÜGD) yönetici konumundaydı. Darbenin ardından MHP de yan kuruluşları ile birlikte kapatıldı. Boşta kalan Ülkücülerin çoğunluğu başta çek-senet tahsilatı olmak üzere birtakım silahlı-külahlı kişisel işlere karıştı ve kısa sürede bir mafya organizasyonuna dönüşmeyi başardı. O da Alaattin Çakıcı gibi çıkar çıkmaz soluğu Devlet Bahçeli’nin makamında almıştı.
Hadi Özcan Hatırası!
Mehmet Hadi Özcan da 1980’den önce Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmıştı. Sonra “Kocaeli Çetesi” lideri olarak ün kazanmıştı. Cürüm işlemek niyetiyle teşekkül oluşturma, adam yaralamak, cezaevinde talimatla suça zorlamak, cezaevinde şahıslardan haraç toplama, çek-senet tahsilatı, adam kaçırma ve araba hırsızlığı Hadi Özcan’ın kabarık dosyasındaki suçlardan sadece birkaçıdır. Ergenekon davası sürecinde Alaattin Çakıcı’yla ters düştüğü iddiası ortaya atıldı. Kocaeli’nde 3 kişinin öldürülmesi olayında parmağı olduğu iddiasıyla yargılanmıştı. 75 yıl hapis cezasına çarptırıldığını duyunca Mahkeme Başkanını, “Yapmayın pişman olursunuz!” diye uyarmıştı.
Nihat Akgün Davası!
1987’de halı kaçakçılığı, arazi işgali ve adam yaralama suçlarıyla aranırken polis tarafından dağıtılan öğrenci yürüyüşünde, sivil polislerle birlikte öğrencileri dövenler arasındaydı. 1989 yılında zamanın Eminönü Belediye Başkanı Tahir Aktaş’ın yaptırdığı yıkım çalışmalarını araştıran gazeteci Aydın Özdalga’nın dövülmesi olayına adı karıştı. Akgün, İstanbul’da yapılan Türk Kurultayı’nda mafyayla ilişkili olduğu gerekçesiyle MHP yöneticileri tarafından salondan çıkarıldı. Ancak Akgün’ün katıldığı son Erciyes Zafer Kurultayı’nda Türkeş’in yanında olduğu saptanmıştı. Akgün Oteli’nin sahibi olan Akgün, 1999’da, yemek yerken açılan çapraz ateş sonucu bu dünyadan ayrılmıştı.
Ayvaz Korkmaz Olayı!
O da ünlü bir mafya babasıydı. Babalığını “vatansever militan güç”le, kara parayı birleştirebilmesine borçlu bir insandı. 90’lı yılların ortalarında Pendik ve Sultanbeyli ilçelerinde arazi mafyası lideri olarak tanınmıştı. Uyuşturucu ve çek-senet tahsilatına dayalı pek çok kanlı olayların faili olarak arandığı sırada, 1999’da, Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yakalanmıştı. Yargılanıp cezaevine tıkıldı. Uyuşturucu trafiğinde İspanya pazarını ele geçirmeye çalışan PKK irtibatlı Hüseyin Baybaşin’in yurtiçindeki işlerini yürüten Kemal ve Cemal Sarıtaş’ın öldürülmesi olayına karıştı. Korkmaz, eski Polis Şefi Adil Serdar Saçan’a yönelik uzun menzilli silahla suikast planı yapmakla da gündeme taşınmıştı.
İnci Baba Masalı…
Urfalı İnci Baba, ünlü simalarla fotoğraf çektirmekten hoşlanırdı. Süleyman Demirel, Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, İbrahim Tatlıses ve Alparslan Türkeş gibi çok farklı simalarla yakınlık kurmayı başarmıştı. Mehmet Ağar’ın babasını da yakından tanırdı. Çünkü Zülfü Ağar dönemin Adana Emniyet Müdürlüğünü yapmıştı. 12 Eylül’den sonra tutukluluğu sırasında rahmetli Alparslan Türkeş ile tanıştı. İlk karşılaştıklarında önünde diz çökmüş, “Başbuğum, aslana kimlik kartı sorulmaz. Size bu dünyada bu zulmü reva görenler, öbür dünyada hesap verecekler” diyerek moral vermeye çalışmıştı.
Bu arada elbette, Hüseyin Baybaşin, HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan’ın kocası Savaş Buldan gibi solcu, bölücü-Kürtçü, PKK yandaşı Mafya babaları da vardı. Onlara da siyasi destek ve himaye sağlanmıştı. Ve hayret, pek çok gizli ve kirli işlerde, yukarıda sayılan sözde sağcı mafya babalarıyla birlikte çalışmışlardı. Bütün bunlar, dindar-kahraman Erdoğan iktidarının da yandan fotoğrafıydı…
İktidar-Mafya ile İlişkileri The Guardian’ın Gündemine Taşınmıştı!
İngiltere merkezli olarak yayın yapan The Guardian gazetesi, Cumhur İttifakı’nın suç örgütleriyle ilişkisine dair bir haber yayımlamıştı. The Guardian’da yayımlanan Bethan McKernan imzalı ve “Türkiye’nin gangsterleri gölgelerden çıkıp kamusal alana adım attı” başlıklı haberinde 90’lı yılların kanlı günlerinden kalma aktörlerin onlarca yıl geri planda, hapiste kaldıktan sonra Türk sağı tarafından idol olarak görülmeye başlandığı aktarılmıştı.
Alaattin Çakıcı için “41 siyasi cinayetle suçlanan ve çocuklarının önünde öldürülen eski karısı için vur emri verdiği için hapse atılan fakat yine de koronavirüs affında salıverilen mafya” nitelemesi yapılmıştı.
Mafyanın kamusal alanda aniden görünür hale gelmesinin, devletin karanlık figürleri kucakladığı yeni bir siyasi iklimin doğduğunu gösterdiği belirtilen haberde, Çakıcı’nın siyasi dostluğunun 80’lere dayandığı vurgulanmıştı.
“AKP, MHP’nin Sert Milliyetçi Duruşunu Mecburen Benimsiyor” iddiası!
Kaliforniya’da bulunan Denizcilik Yüksek Lisans Okulu’nda görev yapan Prof. Ryan Gingeras “Geçmişten gelen bu karakterlerin bize söylediği şey, Türkiye’de gelişmekte olan yeni bir siyasi ortamın olduğu, bu adamların geçmişteki suçlarından aklandığı ve AKP’nin; MHP’nin sert milliyetçi duruşunu benimsediği ya da en azından bu duruşun AKP’nin siyasi projelerine zarar vermeyeceği, hatta yardımcı bile olabileceğidir” iddiasında bulunmuşlardı.[2]
Dindar-Kahraman iktidarın, kendi halkını aç bırakıp küresel şirketlere para akıtması!..
Kendi halkının hakkını, “Yap-İşlet-Devret” modeliyle, yabancı şirketlere ve onların taşeronları olan yandaş firmalara akıtan… Ama buna rağmen “Ülkesine bedavadan köprüler, barajlar kazandıran lider” havaları atan Erdoğan iktidarı; emekliden, işçiden, köylüden, işsiz ve sahipsiz kimselerden ve memur kesiminden esirgediği paraları yabancılara akıtmaktaydı.
”Cebimizden Para Çıkmayacak” Denilen Çanakkale Köprüsü’ndeki Zarar Dudak Uçuklatmıştı!
AKP iktidarının tepki çeken döviz kuruyla geçiş garantili “Yap-İşlet-Devret” modellerinden olan ve açılışı sırasında “vatandaşın cebinden para çıkmayacak” denilen 1915 Çanakkale Köprüsü’nde yüklenici firmaya verilen geçiş garantisi hesabı tutmayınca şirkete ödenen dudak uçuklatan geçiş garantisi bedeli ortaya çıkmıştı.
Köprüden araç geçiş ücreti 15 Euro + KDV olarak ve Avrupa Birliği enflasyon farkı olarak saptanmıştı. Yüklenici firmaya günlük 45 bin aracın geçeceği garanti edilse de hesaplar tutmamıştı. Günlük 45 bin araç garantisinin verildiği köprüden günlük sadece 9 bin araç geçişinin sağlandığı anlaşılmıştı. Hata payının %80 olarak gerçekleştiğini, Hazine’den işletmeci firmaya geçmeyen araçlar için 281 milyon Euro (10,5 milyar lira) ödendiği halkımızdan saklanmıştı.
Köprüde 2023-2024 döneminde garanti edilen araç geçiş sayısı 16 milyon 425 bin olarak hesaplanmıştı. Ancak gerçekleşen araç geçiş sayısı yalnızca 3 milyon 336 binde kalmıştı.
Yıllık 281 Milyon Euro (11 Milyar TL) Zarar Vardı!..
Çanakkale Boğazı’nı birbirine bağlayan 1915 Çanakkale Köprüsü’nün devlete olan zararı açıklandı. Yıllık 16 milyon 425 bin araç garantisi verilen köprüden sadece 3 milyon 336 bin araç geçiş yapmıştı. Buna karşın hazinenin ödediği tutar ise yıllık 281 milyon 695 bin 569 Euro’ya ulaşmıştı. Bu yaklaşık 11 milyar TL kadardı.
Konuyla ilgili CİMER sorgusu paylaşımlarında şu ifadeler yer almıştı;
“Çanakkale Köprüsü Bilgileri:
• Açılış Tarihi: 18.03.2022
• Kamuya Devir Tarihi: 28.05.2034
• Araç Geçiş Ücreti: (15 Euro + KDV) x (AB enflasyon farkı)
• Günlük Araç Geçiş Garantisi: 45 bin
• Yıllık Araç Geçiş Garantisi: 16 milyon 425 bin
2023-2024 Dönemi Araç Geçiş Verileri:
• Garanti Edilen Araç Geçiş Sayısı: 16.425.000
• Gerçekleşen Araç Geçiş Sayısı: 3.336.000
• İktidarın Hata ve Yanılma Payı: %80
• Hazinenin Şirkete Ödediği Garanti Tutarı: 281.695.569 Euro (11 milyar TL)
Şimdi soruyoruz; bu talihsiz tavır, “İş bilirlik” mi, yoksa “İşbirlikçilik” mi olmaktaydı?
- https://marksist.net/ N. A. – 04.08.2024
- TAMGATÜRK / 30.08.2024
Dindar-Kahraman iktidarın, kendi halkını aç bırakıp küresel şirketlere para akıtması!..
Kendi halkının hakkını, “Yap-İşlet-Devret” modeliyle, yabancı şirketlere ve onların taşeronları olan yandaş firmalara akıtan… Ama buna rağmen “Ülkesine bedavadan köprüler, barajlar kazandıran lider” havaları atan Erdoğan iktidarı; emekliden, işçiden, köylüden, işsiz ve sahipsiz kimselerden ve memur kesiminden esirgediği paraları yabancılara akıtmaktaydı.
Soygunun resmi yolu devlet garantili ihale.
Yani dindar kahramanlar baklava çalan çocuga 8yıl hapis cezası verirken.
Köprüleri çalanlara madalya takıyor.
Hukukun, adaletin yozlaştığı yerde mafyalar türemekte hak ve adalet onlar eliyle alınmaya çalışıldıkça iş tamamen çığırından çıkmaktadır. Birde işin içine siyasiler dahil olduğu anda artık bu işin nirvanası yaşanmaktadır. Bu gidişe müdahale edip durdurulmadığı takdirde devletin çökmesi kaçınılmazdır. Maalesef bu mafyalara verilen kıymet ve değeri yöneticiler vatanına milletine hizmet etmek için çırpınan gençlerimize göstermemekte ve nerede ise yapılan bir yemin etme olayını vatana ihanet etme seviye getirme çabasına girilmektedir. Ama asıl vatana ihanet kendi halkının büyük bir kesimi açlık sınırının altında yaşama çabası gösterirken, bu aç sefil halkının hakkını bir avuç işbirlikçiye peşkeş çekmenin adıdır vatana ihanet.
Ne demişti Aziz Erbakan Hocamız: “Önce Ahlak ve Maneviyat”
Başka ne demişti: “Bir milletin asıl gücü; tankı, topu, tüfeği değil inançlı ve imanlı gençliğidir.”
Daha başka:”Korkarım ki; beni anladığınız vakit dövecek diziniz de kalmayacak!”
Aziz Erbakan Hocamızın veciz sözlerinden birkaç tanesi ile ifade ettiğimizden de anlaşılacağı üzere bugün itibariyle vahim durumdayız. Nasıl mı? Sadece haberlere bakarak nasıl bir vahşetin ortasında olduğumuzu net bir şekilde anlayabiliyoruz. İşi gücü popülizm olan iktidar, tüm kurumlarımızı yıpratacak fiilleri işlerken; toplum ise kan kusuyor! İntihar vakaları, cinayetler, onlarca suç kaydıyla sokakta gezen suçlular, mafyatik tipler tarafından sürekli saldırıya uğrayan kolluk kuvvetleri mensuplarımız… Buzdağının görünen bu vahşi yüzü ortadayken yine popülist kaygılar taşıdığı sırıtan ve özünde askerimizi yıpratmayı amaçlayan bu tavırlar; herhalde dıştan kuşatılan ülkemizin içeriden de kolay lokma olması için harcanan çabalardı!
Aziz Hocamızın dediği gibi ahlaklı, imanlı ve vatanına sahip çıkan fertlerin olduğu dönemlere hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. Umarız toprak yani vatan elimizden gitmeden anlarız!
“Cihadın en faziletlisi, zalim sultan karşısında Hakkı ve adaleti söylemektir.” (Hadis-i Şerif)
MAFYA, Masonların Maşasıdır!
Siyonist şeytanların kurduğu düzende;
Ön planda işbirlikçiler, arka planda ise dış güdümlü Masonlar bulunmaktadır.
Görünür iktidar işbirlikçiler, görünmez iktidar ise dış güdümlü Masonlardır.
İşbirlikçiler sadece görüntüde iktidar, dış güdümlü Masonlar ise gerçekte iktidardadırlar!
İşbirlikçilerin bütün marifeti iktidarmış rolü oynayarak, dış güdümlü Masonların iktidarını toplumdan gizlemektir.
MAFYA, Dış Güdümlü Tek Adam Rejiminin, Ayrılmaz Bir Parçası ve Masonların Maşasıdır!
Mafya Babalarının; özel adalet sağlayıcıları ve milli kahramanlar olarak tanıtıldığı…
Yandaş medyada Mafya karakterlerinin saygın iş adamları olarak boy gösterdiği…
İşbirlikçi siyasetçilerin mafyayı sahiplenmesinin göstergesi olan fotoğraflar sayesinde de mafya elemanlarının “devletine hizmet eden makbul kişiler” olarak aklanıp paklanıp meşrulaştırıldığı…
Yani eşkıyalığın evliya kılıfına sarıldığı…
Hatta ülkenin ve devletin bunların sayesinde ayakta kaldığının sanıldığı parti ve kesimlerin bulunduğu bir ortamda uyuşturucu, mafya marifetiyle herkesin kolaylıkla ulaşabileceği hale taşınmış, çocuklar okul kapılarında zehirlenmeye başlamıştı.
Bu karanlık organizasyonları devletle buluşturanlar; Siyonist şeytanların emrindeki MİT’in ve Emniyet’in içerisinde bulunan etkili şahsiyetlerdi.
AKP’nin katkısıyla devletle mafyayı birbirinden ayıran yasallık bütünüyle ortadan kaldırmış, böylece Sağcı-Solcu mafya, iktidarın himayesine alınmıştı.
Devletin yetersiz kaldığı durumlarda, Mafya, devletin yerini almıştı.
Mafya, paralel bir ekonomik yapı kurmuştu.
Sonuç: Hukukun yokluğunda devlet ile mafya arasında bir fark kalmaz, devlet ile mafyayı ayırmak imkânsızlaşır.
Sözde “askeri vesayeti” önlemek adına subaylara “Siz o kılıçları kime çekiyorsunuz?” diye çıkışanların, kurşun sıkan mafyalara sessiz ve tepkisiz kalmaları üzerinde düşünmek gerekir!
Harp Okulu mezuniyet törenindeki kılıçlı yemin olayını, sözde bazı muhalefet çevreleri, Atatürkçülük kılıflı din düşmanlıkları hesabına istismar ediyorlardı. İktidar ortakları ve yandaş yalakaları ise “Vesayet hortluyor!” zırvaları ile, aslında hazımsızlıklarını ortaya koyuyorlardı.
Halkımız nezdinde öyle tanınan ve bu sıfatla yargı kayıtlarında yer alan Mafya Babalarının; özel adalet sağlayıcıları ve milli kahramanlar olarak tanıtıldığı… Yani eşkıyalığın evliya kılıfına sarıldığı… Hatta ülkenin ve devletin bunların sayesinde ayakta kaldığının sanıldığı parti ve kesimlerin varlığı bile, kara kara düşünmemizi gerektiren bir vakıaydı.
…
Dindar-Kahraman iktidarın, kendi halkını aç bırakıp küresel şirketlere para akıtması!..
Kendi halkının hakkını, “Yap-İşlet-Devret” modeliyle, yabancı şirketlere ve onların taşeronları olan yandaş firmalara akıtan… Ama buna rağmen “Ülkesine bedavadan köprüler, barajlar kazandıran lider” havaları atan Erdoğan iktidarı; emekliden, işçiden, köylüden, işsiz ve sahipsiz kimselerden ve memur kesiminden esirgediği paraları yabancılara akıtmaktaydı.
Yaşadığımız süreçte, Türkiye’nin yeni bir yön çizerek siyasetten, yağma ve talan düzenine kadar bütün sosyo-ekonomik ve politik statükoyu elden geçirip yeni bir düzen inşa etmesi kaçınılmazdır. Bu süreçte birbiriyle çatışan ve Türkiye’nin geleceğini ipoteğe almaya çalışan, “iki ana restoratör taraf” göze çarpmaktadır:
1- Statükocu odaklar
2- Tanzimatçılardır.
Son elli yıllık geçmişe baktığımızda: “Karşılıklı olarak birbirini besleyerek çatışan bu bağdaşmaz taraflar arasındaki derin çatlak” Türkiye’yi yeni ve daha kritik sorunlarla yüz yüze bırakmıştır. Statükocu güçler, Kemalizm’e sığınarak sahnede tutunma savaşı ve telaşındadır. Artık Kemalizm, koflaşmış ve milletten kopuklaşmış güçlerin iktidarda kalma tarzının paravanı yapılmıştır. Bu kesimlerin ‘İlla da biz yöneteceğiz!’ iddiası dışında hiçbir ciddi tez ya da projeleri bulunmamaktadır. Ulusalcılık olarak tanımladıkları Batı şovenizmini ve sosyalist kapitalizmini, Siyonist ve emperyalist küreselleşmecilikle çatışmaya sokarak, buradan güç ve meşruiyet devşirmeye çalışmaktadırlar. Laik ve despotik vasıfları, bürokratik üslup ve yöntemlerle savunma alışkanlıkları yüzünden, milletle de çatışan bu kesimlerin nihai amacı: Oluşacak yeni düzeni, kendilerinin de içinde olacağı bir denge ve koalisyon tarzında gerçekleşmeye zorlamaktır. Bu amaçla kendi varlıklarını ve güçlerini abartarak pazarlık şanslarını yükseltmeye çalışmaktadırlar.
İkinci taraf ise; ideolojik hedefleri, dış müttefikleri ve söylemleri itibarıyla Tanzimatçılığı çağrıştıran, yenilikçi bürokratlardan, tekelci sermayedardan ve aydınlardan oluşan, biraz da İslamcılık sosu karıştırılan daha organize kesimlerin, küreselleşmeci takımıdır. İsrail güdümlü, İngiliz siyasetini taklit ve tatbik eden bir çerçevede reformist ve revizyonist politikaları savunan bu kesimlerin talep ettikleri restorasyon, esas itibarıyla söylemin büyüsüne yaslanarak, geniş toplumsal kesimler nezdinde cazibe oluşturma şansını yakalamıştır. Statüko ile çatışmanın haklılığından beslenen değişim taleplerini, Menderes ve özellikle Özal dönemini referans gösterip, Milli Görüş’ü ve mağduriyet psikolojisini istismar eden AKP iktidara taşınmıştır. 2. Tanzimatçıların; Kürt ve İslamcı muhalif güçleri yanına yedek ve destek olarak alma ve gelenekçi güçleri yalnızlaştırma stratejisi ise, AB’ye giriş heves ve hayalleri üzerinden gündem oluşturmaktadır.
Statükocu güçler, maalesef her tür değişim talebine karşı saplantılı bir reddedişin dilini kullanmakta, sahiplendikleri düzenin bittiğini görmelerine rağmen, hem çağdaşlaşma hedefini, hem de bu çağdaşlaşma sürecini frenleyen şeyleri aynı anda korumaya çalışmaktadır. Kendilerine özgü bir projenin olmamasından dolayı, daima tekrarlanan demode sloganlarla ve uyarlanma eksikliğinden ötürü keskinleşen çağdışı politikalarla devleti ve toplumu cendereye almışlardır.
2.Tanzimatçı ve din istismarcısı çevreler ise; küreselleşme ve değişim söyleminin büyüsüne, iştahla ve tarih ötesi bir edayla sahip çıkmaktadırlar. Devleti, hükümet etme işinden uzaklaştıran ve tekniği politik ideolojinin yerine koymaya çalışan “yeni tip hegemonya” biçimini kurtuluş sanmaktadırlar. Dünyaya hâkim güçlerin ve Siyonist sermayenin güdümüne girmeyi “gerçekçilik ve dünya ile birliktelik” olarak sunan bu çevreler, kendi teklif ve taleplerinin, teorik düzeyde dahi zamana ve mekâna giydirilip test edilmesine fırsat verilmeden kabullenilmesini dayatan örtülü bir faşizanlığı, yöntem olarak kullanmaktadırlar. Yine sorgulanmaya ve yanlışlarının hatırlatılmasına karşı, pervasız ve suçlayıcı reflekslerle tepki veren özellikleriyle bu kesimler, karşı çıktıkları totaliter güçlerle, esasta aynı sistemi, yani küresel güçlere teslimiyetçiliği paylaşmaktadırlar.
(Bu bağlamda, Ergenekon davası üzerinden sürdürülen hâkimiyet kapışması da; “Milli”lerle “Gayri Milli”lerin çatışması değil, “küreselci unsurlarla, masonik ulusalcıların” boğuşması şeklinde okunmalıdır. Daha doğrusu, Siyonist sermaye imparatorluğunun, gizli dominyon olarak gördükleri Türkiye’deki sömürü arabalarının “at”larını değiştirme olayıdır. Bir taraf Kemalizm ve Devrim sahtekârlığı, bir taraf ise Din ve Değişim istismarcılığı yapmaktadır. Ergenekon kumpaslarını dış talimat ve tertibatlarla birlikte uydurup uygulayan Cemaat’le AKP Hükümetinin daha sonra kapışmaları ise; din ve devlet gayretiyle değil, makam ve menfaat çekişmesiyle alâkalıdır.)
Sonuçta “zincirleme özdeşleşme” diyebileceğimiz türden, birbirinden beslenerek var olan ve giderek benzeşip aynılaşan Batı kaynaklı iki farklı tarafın çatışmasına hapsolma tehlikesi ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Arka planında ABD/AB ve Asyatik güçlerin rekabeti, iç politika seyrinde ise; iktidar ve rant paylaşımından etnik hegemonya çekişmesine kadar, bir dizi yanal ve sanal çelişkinin de dahil olduğu bu kaotik sürecin tek eksiği “milli bir seçeneğin” oyuna dahil olmamasıdır ve artık olmalıdır!
………
Adil Düzen bütünüyle Milli özellikler taşımakta ve evrensel projeler ortaya koymaktadır.
Çünkü Adil Düzen:
• Hem Milli,
• Hem İlmi,
• Hem İslami,
• Hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktadır.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır!
(Adil Düzen :Millî Restorasyon ve Yeni bir Düzen İhtiyacı” Makalesinden bir kesit)
DÜZENİN DENETİMİ
Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin ve Türk-İslam Medeniyeti’nin, çağdaş ihtiyaçlara ve şartlara uygun “aşı”larla gelişmiş ve gençleşmiş yeni bir filizi ve meyvesidir!..
İşte aşağıdaki tespitler de bu yöndedir ve oldukça önemlidir:(Ancak bu alıntı; üzerinde gerekli düzeltme ve eklemeler yapılan, hem tenkit hem tebrik mahiyetindedir.)
“Anadolu’nun dirlik ve düzen tarihi, devrimlerin değil restorasyonların silsilesidir… Toplumsal ilişki ve çelişkilerin değil, devletin yeniden tanziminin bir sürecidir. Savaşlar ve göçlerle dolu bu coğrafyada temel siyasal hedef ve sorun, daima; “denetim ve disiplinin nasıl korunacağı?”olagelmiştir.
Dirlik ve düzen, en iyi denetimin sağlanması olarak algılanmış ve bu amaçla toplumların zihniyet dünyasında kutsal olan ve somut yaşamlarında otoriter davranan “devlet örgütlenmeleri” vücut bulabilmiştir. Bu kutsi ve yarı askeri devlet örgütlenmeleri, esas itibarıyla “göçebeliğin denetimi ve savunma sisteminin sürekliliği” üzerine kurulan askeri-tarım düzenini oturtmayı ifade etmiştir: Mülkün ve halkın denetimi, din ve inanç istismarının denetimi, aşiretlerin ve azınlıkların denetimi, hatta anonim bütünler içinde erimiş halde var olan bireysel kimliklerin ve geleceğin denetimi… Düzen; işte bu denetimle elde edilen hâkimiyet ve hegemonyanın adıdır. Tarih boyunca süren büyük çaplı göçlerin ve afetlerin yıkıcı etkileri, ya da savaşların büyük yenilgi ve zafer gibi sonuçları ise; dirlik ve düzenin yeniden kurulmasının, ya da yenilenmesinin kapısını açmıştır.
(“Adil Düzen :Milli Restorasyon ve Yeni bir Düzen İhtiyacı “Makalesinden bir kesit)
Malesef Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olmaktan çıkmış, mafyaların iç hesaplaşmalarının kapıştığı isteyenin istediği gibi at koşturduğu bir ülke haline gelmiştir.
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’n ın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve Yeni Bir Devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN
MSP Genel Başkanı
TRT Basın Toplantısı Yazarlar Soruyor – NİSAN 1980
İzlemek İçin : https://www.youtube.com/watch?v=hWB_IiLXzX4
______________________________________________________________
Artık bir kimsenin veya kesimin gerçek ayarını ve değerini:
Solcu mu, sağcı mı?
Kalender kafalı mı, dindar mı?
Hanımı açık mı, kapalı mı?
Ilımlı İslamcı mı, radikal mı?
Gibi klasik soruların yanıtıyla anlamak mümkün değildir.
Bunların yerine:
Bir kişi veya ekip;
AB hayali ve küreselleşme hevesiyle, Türkiye’yi sömürgeleştirmek ve Milletimizi köleleştirmek
isteyen dış güçlerin ve işbirlikçilerin mi yanındadır?
Yoksa;
İnancımızın ve insanlığımızın gerektirdiği, Atatürk’ün de hedef olarak gösterdiği: her yönden kalkınmış ve bağımsızlığını kazanmış, muasır medeniyeti yakalamış ve aşmış, huzur ve refaha ulaşmış,
Lider ülke Türkiye’yi kurma sevdasıyla çırpınanların mı safındadır?
Sorusunun cevabı, herkesin gerçek niyetini ve asıl tiyniyetini ortaya dökecektir.
CUMHUR İTTİFAKI MI, MAFYA İKTİDARI MI?
Huzur arayan ruhumu
Hakk aşkıyla, pekemedim1…
Dünya tarla, has tohumu
Hoş sabırla, ekemedim…
Olağan mı, manidar2 mı
Halkı soyan, tahsildar3 mı
Bu mafya mı, iktidar mı
Yularını, bükemedim…
Mafya çıkar, her belgede
İktidar kalmış, gölgede
Hepsi mayınlı, bölgede
Patlatmadan, sekemedim4…
Devlet sahip, çıkmış nursuz
Vicdan bozuk, ahlâk huysuz
Süleyman’mış, nice soysuz
Zulme beton, dökemedim…
Zalimlerin, işlerini
Çekemedim, fişlerini
Siyonizm’in, dişlerini
Henüz daha, sökemedim…
Sistem bozuk, birey mazur5
Her insana, refah huzur
Bakmadan din, dil renk kusur
Adil Düzen, dikemedim…
Şu fırsatçı, yavşakların
Kaplan rollü, vaşakların6
CIA MOSSAD, uşakların
Pis kahrını, çekemedim…
Mafya imiş, sütü bozuk
Kalbi çürük, beyni pozuk7
Arslan geçiniyor mozuk8
Hainleri, tekemedim9…
Uydum Ya Rab, Hakk çağrına
Başım koydum, Dost uğruna
Çağdaş Karunlar, bağrına
Harun gibi, çökemedim…
1- Pekmek: Pekiştirmek, itminana eriştirmek.
2- Manidar: Az rastlanan.
3- Tahsildar: Vergi (haraç) toplayıcı.
4- Sekmek: Sıçrayarak yürümek.
5- Mazur: Mazereti olan.
6- Vaşak: Kedigillerden bir yabani hayvan.
7- Pozuk: Meşe palamudu.
8- Mozuk: Deli dana, hırçın buzağı.
9- Tekmek: Tekmelemek.
https://www.millicozum.com/mc/2023/aralik-2023/cumhur-ittifaki-mi-mafya-iktidari-mi-siir-2/
AKP iktidarı ülkeyi mafya-cemaat-tarikat üçlüsünün eline teslim etmiştir. İktidarda kalabilmek ve akıl hocalarının talimatlarını yerine getirebilmek uğruna bu soyguncu, din ve uyuşturucu taciri ekipleri aklamış, hepsini belirli bir amaç için çalışan akil insan statüsüne sokmuştur.
Ülkenin makamları, kaynakları bu ekipler arasında al-ver yapılmaktadır.
Yine bu kor ateş niteliğindeki bilgileri milletimizin önüne eşsiz bir cesaretle Milli Çözüm sunmaktadır.
Sözde Vatan Millet vurguları, hatta Turan birliği idealleriyle aziz milletimizin bu duygularını istismar ederek siyaseten rant devlirip meclise girenler… Bununla yetinmeyip işbirlikçi iktidardan hesap soracağını söyleyip bu asılsız söylemlerle beslenerek iktidara koltuk değneği olduktan sonra tüm sözde bu eylem ve ideallerini ihale vb. durumlara değişecek kadar alçalmış, tıpkı iktidar olsun, muhalefet olsun MHP olsun aziz milletimizin hiçbir derdine çare olamayacaklarını kendileri defalarca ispat etmişlerdir. “ET KOKARSA TUZ ÇARE, TUZ KOKARSA NE ÇARE? Evet Tuz Kokmuştu. Böylelikle tek Çıkış Yolu ve Tek Çarenin Milli Çözüm’e İnanan bir Cumhurbaşkanının Ülkemizin Başına gelmesiyle mümkün olduğu tescillenmişti.
Kahraman Ordumuz, tarih boyunca destanlar yazan ecdadımızın sahip olduğu ruh ve şuura sahiptir.
Elbette yapılan hizmetler iyidir sebeblenmek güzeldir ancak bu yollar köprüler hastaneler vb arka plandaki plansızlıklar bizi zarara uğratıyorsa tedbir almak gerekir.
“DOKUZ “M” Formülü” diyebileceğimiz bu organizeli çetenin elemanlarını tek tek tanımaya çalışalım:
1- MAFYA: Halkın devletten ve adaletten ümidini kestiği, güvensiz ve dengesiz düzenlerde ortaya çıkan ve her türlü kanunsuzluğu ve kaçakçılığı mübah sayan yeraltı örgütleri ve karanlık güçlerdir.
2- MEDYA: Her türlü haksızlığı ve ahlâksızlığı reklam ve teşvik eden basın-yayın kuruluşları ve kişileridir. Milli çıkarları ve genel ahlâki kuralları yıkmaya yönelmişlerdir.
3- MASON: Yeryüzünde Yahudi hükümranlığını gerçekleştirme projesi olan Siyonizm’in, her ülkedeki yerli temsilcileri ve hizmetçileridir. Kökleri dışarıda gizli şer şebekeleridir.
4- MÜNKİR: Her türlü maneviyatı ve mukaddesatı açıkça inkâr eden, demokrasiyi despotizme, laikliği dinsizliğe çeviren inançsız kesimdir. Genellikle solculuk ve çağdaşlık kisvesine sığınan bazen de sağcılık ve milliyetçilik rolüyle ortaya çıkan ve mukaddesata saldıran kimselerdir.
5- MÜŞRİK: Çoğu zaman Müslüman görünen ve dindar geçinen, Allah’a ve Yüce Yaratıcı’ya inandığını söyleyen[2] ama İslam’ın ahlâk ve hayat prensiplerini kabul etmeyen ve genellikle din diye atadan babadan gördüğü yozlaştırılmış gelenekleri taklit eden (Bakara: 170) ve Hakkın değil kalabalığın peşinde sürüklenen tiplerdir.
6- MÜNAFIK: Münafıklar, İslami cemaatler içinden çıkarlar. Ya “hikmet ve hizmet” erbabı olarak kendini tanıtıp toplumu cihat ruhundan, siyaset ve devlet şuurundan uzak tutmaya çalışırlar. Diğer sekiz sınıfla iş birliği yapıp gerçek Müslümanlara cephe alırlar. Veya makam ve menfaat hatırına bizzat hizmet teşkilatına sızıp kendilerini gizlemeyi başarırlar. Ama devamlı fesat çıkarır ve ortalığı karıştırırlar. Fırsat bulunca da haklı ve hayırlı bir teşkilattan ayrılırlar. Masonlarla gizli ilişkiler kurarak, Mescid-i Dırar misali yeni oluşumlara katılırlar.
7- MÜDÜR (bürokrat): Çeşitli banka ve fabrikalarda veya sivil ve askeri kurumlarda, ya da emniyet teşkilatında Genel Müdür, Müsteşar, Müfettiş gibi resmi makamlara getirilip bu yetki ve etiketlerini hıyanet ve hırsızlık yolunda istismara kalkışan; mafya ve masonlara rüşvet karşılığı kolaylık sağlayan bürokrat kesimidir.
8- MİLLETVEKİLİ (hain siyasetçi): Çeşitli partilerden aday olup Meclise giren ama bu siyasi fırsatını ve dokunulmazlık zırhını kullanarak, karanlık güçlere yardım ve yataklık yapan ve şahsi çıkarları için Milli irade emanetine hıyanetten sakınmayan Devlet Reisi, Bakan, Parti Lideri, Milletvekili gibi haysiyetsiz ve hain siyasilerdir.
9- MEL’UN MAL (haram ve haksız servet) SAHİPLERİ: Bunlar faiz, karaborsa, ihtikâr, rantiyecilik, devlet ihalesi ve uyuşturucu ticareti gibi hileli ve haram yollarla milletin emeğini ve alın terini sömüren ve Karunlar gibi semiren, zalim zengin tipi ve sözde iş adamları kesimidir.
Çözüm ise Erbakan hocamızın sistemine geçilmesidir.
MHP ile kurulan ittifakın ardından mafya ile ilişkiler ağı daha da genişledi. Mehmet Ağar, Alaattin Çakıcı Sedat Peker gibi suç örgütü liderleri siyaset sahnesinde daha da görünür hale gelirken Ülkemizde Bakanlık yapan Süleyman Soylu gibi isimler mafya liderliğine soyunmuştur. Yapılan faili meçhul cinayetler uyuşturucu baronlarının hesaplaşmaları ülkeyi adeta muz cumhuriyetine çevirmişti. Güçlü olanın Yargısı dosyaları sümen altı ederek kapatmıştır. Derdini anlatacak kurum bulamayan vatandaş kendi hakkını savunmak için malesef ülkeyi Teksasa çevirmiştir. Sokak çatışmaları artık her mahallede yaşanan vaka olmuştur. Ülke, mafya hesaplaşmalarının olduğu uyuşturucu baronları ve çeteleşmenin artırıldığı, silah kaçakçılarının kol gezdiği bir suç mahalline çevrildi. Yargıdan siyaset sahnesine kadar her alanda bu ilişkiler desteklenirken uluslararası alanda da Türkiye suç örgütü liderlerinin uğrak noktası haline getirildi.Şimdi zormak lazım ey ikdidar, ikdidar sizmisiniz? yoksa kirli güçlerin taşeronluğunumu yapmaktasınız?1
“Mafya’ya sahip çıkanlar, “Mezuniyet coşkusuna” niye tavır almışlardı?
Harp Okulu mezuniyet törenindeki kılıçlı yemin olayını, sözde bazı muhalefet çevreleri, Atatürkçülük kılıflı din düşmanlıkları hesabına istismar ediyorlardı. İktidar ortakları ve yandaş yalakaları ise “Vesayet hortluyor!” zırvaları ile, aslında hazımsızlıklarını ortaya koyuyorlardı.
Halkımız nezdinde öyle tanınan ve bu sıfatla yargı kayıtlarında yer alan Mafya Babalarının; özel adalet sağlayıcıları ve milli kahramanlar olarak tanıtıldığı… Yani eşkıyalığın evliya kılıfına sarıldığı… Hatta ülkenin ve devletin bunların sayesinde ayakta kaldığının sanıldığı parti ve kesimlerin varlığı bile, kara kara düşünmemizi gerektiren bir vakıaydı.
Mafya; Dış Güdümlü Tek Adam Rejiminin, Ayrılmaz Bir Parçası mıydı?”
“Mafya’ya sahip çıkanlar, “Mezuniyet coşkusuna” niye tavır almışlardı?
Harp Okulu mezuniyet törenindeki kılıçlı yemin olayını, sözde bazı muhalefet çevreleri, Atatürkçülük kılıflı din düşmanlıkları hesabına istismar ediyorlardı. İktidar ortakları ve yandaş yalakaları ise “Vesayet hortluyor!” zırvaları ile, aslında hazımsızlıklarını ortaya koyuyorlardı.
Halkımız nezdinde öyle tanınan ve bu sıfatla yargı kayıtlarında yer alan Mafya Babalarının; özel adalet sağlayıcıları ve milli kahramanlar olarak tanıtıldığı… Yani eşkıyalığın evliya kılıfına sarıldığı… Hatta ülkenin ve devletin bunların sayesinde ayakta kaldığının sanıldığı parti ve kesimlerin varlığı bile, kara kara düşünmemizi gerektiren bir vakıaydı.”
Olayları doğru okumak çok büyük bir marifet “yetmiyor” (çünkü zalimlerde, münafıklarda, düşmanda bazen gerçekleri görebiliyordu bu nedenle) önemli olan aynı zamanda; Siyonist’ine, zalim-hain yöneticisine, mafya babasına, münafığa, gözü dönmüş pkk-fetö (terör yandaşlarına)… açıkça karşı durmak/hakikati haykırmaktı ve bu duruş yeryüzünün en kıymetli tavrı ve bir devleti devlet yapan mayadır!
Ülkemizi de, insanlığı da kurtaracak bu şuur, cesaret, feraset, bilgelikti!
Hz. Peygamberimiz (SAV): “Cihadın en faziletlisi, zalim sultan karşısında Hakkı ve adaleti söylemektir.” buyurmuşlardır.
“Harp Okulu mezuniyet törenindeki kılıçlı yemin olayını, sözde bazı muhalefet çevreleri, Atatürkçülük kılıflı din düşmanlıkları hesabına istismar ediyorlardı. İktidar ortakları ve yandaş yalakaları ise “Vesayet hortluyor!” zırvaları ile, aslında hazımsızlıklarını ortaya koyuyorlardı.”
Ordumuz Peygamber ocağımızdır. Erbakan Hocamızın Adil Düzen Medeniyetini yeryüzüne hâkim kılacak projelerinden olan ve D-8 oluşumuyla hazırlığını tamamladığı İslam Savunma Paktı’nın öncü kuvvetleridir.
Ne Atatürk’ü istismar eden dinsiz-ateist bir güruhun ne de Dini istismar eden Fetövari ve falancı-filancı sözde tarikat-cemaat mensuplarının ordumuzun içinde yeri yoktur.
Türk ordusu bu ayrıştırıcı-bölücü yapılanmalarla Siyonist sistem tarafından güçsüz düşürülmeye çalışılıyor. Maalesef erk sahibi olanlar da bilerek veya bilmeyerek bu şeytani oyunlara alet oluyorlar.
Milli Çözüm+Milli Mutabakat İktidarında ordumuz; sayıları az da olsa bu yapılanmalardan temizlenecek ve tarihi sorumluluklarını kuşanmış olacaktır inşaallah.
Çünkü insanlık bizi bekliyor, Dünyayı ifsada sürükleyen Siyonist ve Emperyalist sistemden kurtaracak birilerini bekliyor.
Bu şeytani yapı tarafından dağıtılmadan önce Osmanlı İmparatorluğu; nasıl dünyada adalet ve huzuru sağlamak amaçlı Milli Görüş ruhu ile çabalayıp mücadele etmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmışsa, bu dönemde de Dünyada barış ve adaleti tesis etme görevi yine Türk Ordusunundur.
Erbakan Hocamız Milli Görüş’ün ne olduğunu böyle özetliyordu:
“Herhangi bir kimse;
– Malazgirt’te, inanışının şahlanışını ruhen yaşama sırrına ermeden,
– Kosova’da, Niğbolu’da bir kılıç olup parlamadan,
– Ulubatlı Hasan olup İstanbul’u fethetmeden,
– Sultan Fatih olup atını denize sürmeden,
– Kanuni olup şanlı ordularıyla Avrupa’nın içine yürümeden,
– Seyit Çavuş olup 250 kiloluk mermiyi “Ya Allah!” deyip namluya sürmeden,
– Bir insan, Kurtuluş Savaşı’nda Sakarya’nın siperlerine girmeden,
– Ve 1974’te olduğu gibi Kıbrıs’ta düşman tahkimatının arasından geçmeden, hiç kimse Milli Görüş’ün ne olduğunu anlayamaz!
Çünkü Milli Görüş; Milletimizin inancı, tarihi, kimliği ve kendisidir.
Milli Görüş; İstiklal Savaşı’nı yapan, tek başına bütün emperyalist dünyaya meydan okuyup kazanan görüş demektir.
Milli Görüş; Sultan Alparslan’ın, Sultan Fatih’in görüşüdür. Onlar ne sağcıydı ne solcuydu; elbette Milli Görüşçü şahsiyetlerdi.”
“Artık Türkiye’de ciddi ve gerçekçi bir dönüşüm kaçınılmazdı. Ülkemizin din istismarcısı bu iktidardan da, devrim simsarcısı CHP kafasından da kurtulması lazımdı.
Evet evet, ya Milli Çözüm-Milli Mutabakat İktidarı kurulacaktı veya bütün bu iç ve dış sorunlar katlanarak artacaktı…”
Erdoğan iktidarı “kılıç sallayan” subaylar yerine; “kurşun sıkan” mafyayla ilgileniyordu!
• Erdoğan iktidarı, Harp Okulu mezuniyet töreninde subayların kılıçlarını çekerek yemin etmeleri olayına sert tepki gösterdi ve bu olaya karışanların cezalandırılacağını açıkladı.
• Bu tepki, iktidar partisi AKP içinde de tartışmalara yol açtı ve bazı isimler Erdoğan’ın bu konudaki tavrını eleştirdi.
• Erdoğan, daha sonra yaptığı bir açıklamada, mezuniyet töreninde yaşananların bir istismar olduğunu ve bu tür davranışların kabul edilemeyeceğini söyledi.
• Ancak Erdoğan’ın bu açıklaması, muhalefet partileri ve bazı kesimler tarafından eleştirildi ve iktidarın asker üzerindeki kontrolünü artırmaya çalıştığı yorumları yapıldı.
• Erdoğan iktidarı, aynı dönemde, mafya liderleriyle yakın ilişkiler kurması ve onları desteklemesiyle de eleştiriliyordu.
• MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, sosyal medya hesabından, “Sedat Şahin kardeşimiz, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti” notuyla Sedat Şahin ile Devlet Bahçeli’nin MHP Genel Merkezinde çekilmiş fotoğraflarını yayımladı.
• Bu fotoğrafın yayımlanmasından birkaç gün sonra, Mersin Limanında yine muz kolileri içerisinde yakalanan kilolarca kokain haberi gazete sayfalarında yer aldı.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/erdogan-iktidari-kilic-sallayan-subaylar-yerine-kursun-sikan-mafyalarla-ilgilensindi/
HÜKÜMET VE MUHALEFETİN ORTAKLIĞI!
Erbakan Hocamızın anlattığı, Milli Çözüm’ün sıkça hatırlattığı Haim Nahum Doktrini ve BOP Projesini aklımızdan hiç çıkarmamız lazımdı!
Hocamızdan öğrenmiştik; bir olayın aslını öğrenmek için sonucunun kimlere yaradığını iyi hesap etmek lazımdı!.
Mezuniyet Töreninde yaşanan Kılıç Çekme Olayını istismar eden bazı hükümet ve muhalefet kanadının vermiş olduğu tahribatlar neler olmaktaydı?
* Haim Nahum Doktrininin 5. Maddesi olan “Türk Halkını kutuplaştır” maddesi resmen azıtılmaktaydı.
*BOP Projesi Büyük Ortadoğu (yani Büyük İsrail Projesi) artık son aşamasına gelmiş, Lübnan’a kara harekatı başlamış, Hatay Sınırımızda ki, Suriye toprakları Siyonistler tarafından hedef alınmaya başlamıştı ve bu istismar edilen konularla birlikte Türkiye asıl gündeminden çıkarılmaktaydı!
* Ergenekon, Balyoz ve 15 Temmuz’da başaramadıkları “Türk Halkını, Türk Askerine düşman etme” gayeleri hortlatılmaktaydı!
*Muhalefet ve İktidar istismarı bırakıp, ülkemizin bekası için Siyonist ve Emperyalistlere karşı tedbir almak yerine uşaklık yapmayı tercih ediyorlardı?! Ülkemizin ve geleceğimizin savunulması için bu zihniyetten acilen kurtulmaya ihtiyaç vardı!
İKTİDARIN SUÇ KARNESİ!
İktidarın özellikle Arap Baharında uyguladığı dış politika faciasından sonra ülkemize Suriye’li ağırlıklı gelen mülteciler ardından ise İran sınırında ki mayınların temizlenmesi ile sözde Afgan mültecilerin gelmesi, ülkemizde ki suç oranları devasa boyutlara taşımıştı. Türkiye’de daha önce hiç görülmemiş sentetik uyuşturucuların ülkemize yayılması ile birlikte ATOM BOMBASININ veremeyeceği tahribat Haim Nahum Doktrininin uygulayıcıları eliyle verilmişti ve artık buna bir son verilmeliydi!
Yaklaşık son çeyrek asırda;
İçi boşaltılmış eğitimle, ahlak ve maneviyattan yoksun bırakılan, aile hayatı yaşayamayan, ekonomik bunalımla boğuşmak zorunda kalan, gelecek hayali ve hedefi olmayan, kontrolsüz İnternet ve TV yayınlarıyla bilinçaltı zehirlenen yeni nesil, suç makinesine dönüşmeye başlamıştı. Ancak AKP döneminde ki tahribatlardan etkilenenler sadece çocuklar sanılmasındı çünkü, AKP iktidar olduğu dönemde 20-25 yaşında yeni anne baba olmuş ebeveynler şuanda 45-50 yaşlarındaydı ve 24 yıldır manevi yozlaşmayı bizzat yaşamaktaydı!
MAFYALAR VE ÇETELER CİRİT ATMAKTA, BİR NESİL HEBA OLMAKTAYDI!
Sokaklarda 100 sabıkası olan suçlular cirit atmakta, dünyaca ünlü suç çete liderleri İstanbul’da faaliyet göstermekteydi.
Uyuşturucu kaçakcıları polis ile çatışmakta, uyuşturucu etkisinde olan gençler anne babasını öldürmekteydi! Hatta gelecek hayali olmayan 17-18 yaşındaki gençler bir telefon parasına mekan basmakta, adam öldürmekte ve bu çeteler sosyal medyada gençler tarafından büyük rağbet görmekte olup, İstanbul’un ortasında çatışmalar yaşanmakta masum çocuklar ve insanlar öldürülmekteydi! Bu çete liderleri ise elini kolunu sallayarak yurtdışına girip çıkmaktaydı! Ülkemizin çivisi resmen çıkmış bulunmaktaydı! Ordu müdahalesi tehlikeli sayılsa bile Resmi Devlet müdahalesi kaçınılmazdı.
Yıllardır değerlerimiz yozlaştırılmaya çalışılmakta ve halkımız kutuplaştırılmaya ve Ordumuz etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktaydı!
Siyonistler ve işbirlikçilerinin kurduğu tuzakların birçoğu, Milliciler tarafından boşa çıkarılmıştır. Allah’ın izni ve yardımı ile çok yakında önce işbirlikçiler, yetkilerinden el çektirilecek ardından Milli Çözümcü bir Milli Mütabakat Hükümeti ile bütün zalimlerin fişi çekilecekti!
Allah nurunu tamamlayacak ve dünyada ki bütün vicdan ehli “oh çok iyi oldu!” deyiverecekti!
Kur’an’da Mafya Yapılanması ve İşbirlikçilerin İttifakı!
Tefsir âlimleri ve yüksek fikir ehli şöyle buyurmuşlardır: “Kur’an’daki her ayetin, değişen ve gelişen bütün asırlara ve farklı toplumlara bakan, ayrı ayrı işaret ve hikmetleri vardır.” İşte mealini vereceğimiz şu Ayet-i Kerime’de de, bugün yeryüzünde ve ülkemizde sürdürülmek istenen zulüm ve rezalet düzeninin “DOKUZ’LU BİR ÇETE” tarafından yürütüldüğüne açıkça işaret vardır:
“O şehirde (Medine’de ve her Medeniyette ve Memlekette) DOKUZ’LU BİR ÇETE (halkı ezmek ve zulüm düzenini sürdürmek üzere fikren ve fiilen işbirliği yapan dokuz ayrı şebeke) vardı, yeryüzünde (ve ülkelerinde fesat) bozgunculuk çıkarıyorlar (dirlik-düzen bırakmıyorlardı), ıslah (ve iyilik) tarafına ise hiç yanaşmıyorlardı. (Kendi aralarında) Allah adına yemin ederek dediler ki: “Gece mutlaka ona ve ailesine baskın düzenleyelim (ve hepsinin işini bitirelim). Sonra da sahiplerine ‘(Salih ve) ailesinin yok edilişinden hiç haberimiz yok! (Olup bitenleri asla görmedik.) Bizler, gerçekten doğruyu söyleyenlerdeniz’ (diye onları aldatalım ve atlatalım).”
Bu ayetteki “raht” çete-şebeke-ekip kelimesinin tenvin=iki esre ile bitmesi ve “rahtin” şeklinde gelmesi,“tis’atü rahtin” kavramını “Dokuzlu Çete” şeklinde yorumlamamızı gerekli kılmaktadır.
Bu Ayet-i Kerime’de dokuz (9) gerçeğe dikkatimiz çekilmektedir:
1- Her zulüm ve sömürü düzeni, DOKUZ’lu bir çeteye ve organizeli bir örgüte dayanmaktadır.
2- Bunlar yeryüzünde ve ülkelerinde fitne ve fesat çıkarmaktadır.
3- Bunlar aslında barışa ve temel insan haklarına düşmandır.
4- Ama zahirde, demokrasi ve dindarlık istismarı yapılmaktadır.
5- Adalet ve hakkaniyet isteyen rakiplerini mertlikle değil, hainlik ve gizlilikle imhaya kalkışılmaktadır.
6- Üstelik bütün bu cinayet ve rezaletlerini inkâr etmekte ve yalancı şahitlikle sorumluluktan sıyrılmaya çalışılmaktadır.
7- Bunlar kendilerini, doğru ve demokrat olarak tanıtmaktadır.
8- Bütün işleri (ticaretleri, siyasetleri) hile, haksızlık ve tuzaktır.
9- Ne var ki, sonunda bütün bu tuzakları boşa çıkacak ve zulüm düzenleri yıkılacaktır.
İşte bu DOKUZ’lu çeteyi günümüzde aşağıdaki şeytan ve şarlatan şebekesi temsil etmektedir:
[1- Mafya, 2- Medya, 3- Mason.] + [4- Münkir, 5- Müşrik, 6- Münafık.] + [7- Müdür (bürokrasi), 8- Milletvekili (hain siyasetçi), 9- Mal (haram ve haksız servet) sahibi.]
Kitap: Erbakan Devrimi ve Dünyanın Değişimi alıntıdır.
Anlaşılan o ki; Türkiye Cumhuriyeti, Demokratik Sosyal Hukuk Devleti tanımı da pratikte artık rafa kalkmıştı! Devlet; Demokratur Mafya ve Soygun Yönetimi şeklinde yapılandırılarak tanımlandırılmış; bu hakikat zorla halka dayatılmıştır. Hatırlayalım daha yakında; MHP Genel başkanıyla ilişkilendirilen Sinan Ateş cinayeti mafya-siyaset ilişkisi; yine Ayhan Bora Kaplan olayı ve tutukluların tek tek salıverilmesi MAFYA-SİYASET YÖNETİMİ olarak devleti yeniden tanımlandırmaktaydı. Tabi Adil Düzen haricinde “Halkın Hizmetindeki Devlet” tanımını uygulamak isteyen başka bir sistem de yeryüzünde olmamaktaydı. Sonuç olarak Kapitalist ve bunun tamamlayıcısı Sosyalist sistemlerin kuruluş felsefesi olan anti demokratik yapıların sistematik olarak devletle bütünleşmesi olduğundan; Şeytanizm de asrımızda “Altın Çağı”ını yaşadığından pansuman tedbirlerle düzelecek bir durum da olmamaktaydı. Ayrıca genç subayların merasimdeki Kılıç kaldırma meselesi de AKP içinde önce kabullenilip, sonra karşı cepheler oluşturularak kritik süreçlerde bölünmeler yaşatılarak ordumuzun bölünüp ülkemizin kargaşaya sürüklenmesi hesaplarının yapıldığı da sırıtmaktaydı?!
Özetle; Siyonist ve Emperyalist küresel şeytanlar ülkemizde Adil bir Hukuku esas alan düzen istememektelerdi.
Konuyla ilgili ne diyeceği merak konusu olan Erdoğan şu ifadeleri kullanmıştı: “Geçenlerde malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Şimdi, bunlarla ilgili olarak da gerekli bütün araştırmalar şu anda hepsi yapılıyor ve oradaki birkaç tane kendini bilmez de temizlenecek. Biz buralara durup dururken gelmedik. Bu 30 kişi olabilir, 50 kişi olabilir, kim olursa olsun bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Bunları temizleyeceğiz. Bu oyuna nasıl geldiler, nasıl gelindi? Şimdi çalışmalarımızı yapıyoruz ve bu konuyla ilgili olarak da üniversitemizle görüşmelerimizi yaptık ve bu konuda Kara Kuvvetleri’yle görüşmelerimizi yaptık. Milli Savunma’yla görüşmelerimizi yaptık ve bunların süratle temizlenmesi için de adımlarımızı atıyoruz. Ordumuz üzerinden siyasi hesap görülmesine müsaade etmeyiz.”
Allah CC razı olsun ne kadar önemli mevzular gün yüzüne çıkartılmış…Mafyayı koruyan Ordusunaa dil uzatan şarlatanlar yönettiklerini sanıyorlar bu Aziz Ülkemizi…Ne kadar zor durumda bıraktınız Ülkemizi ve Ümmeti…Yazıklar olsun. İsrail’in peşine gittiniz. Her türlü yolsuzlukları yaptınız. Şimdi de hadsizce Ordumuza dil uzatıyorsunuz! Ne diyelim Rabbimiz sizi hak ettiğiniz sona acilen ulaştırsın.Amiiin