Milli Görüş'ü Bitirme Planları
ve
ABDULLAH GÜL'Ü PARLATMA ÇABALARI
Prof. Dr. Mustafa Kamalak Bey’in SP Kongre Süreci ile İlgili Basın Açıklaması
“Ben, Erbakan Hoca’nın yakınında değil, en yakınında olan bir kişiydim. Birçok kez sabahlara kadar Erbakan Hocamızla beraber çalışarak sabah namazını Hocamızla beraber kılıp ayrıldığım çok olmuştur. Erbakan Hocamız vefat edince de Onun Genel Başkanlık yaptığı partiye 5 sene Genel Başkanlık yaptım. Şimdi, Partinin erimesine ve bilerek eritilmesine göz yumamam. 2016 yılında Genel Başkanlıktan, sadece partim zarar görmesin diye ayrıldım. Özellikle Oğuzhan (Asiltürk) Ağabeyle aramızda büyük ihtilaflar vardı. O zamanlarda özellikle partimizde iç çekişmeler yaşanmaktaydı. En başta gelen ihtilaf ise; Erbakan Hocamızın büyük kızı Zeynep’i partimizin Kadın Kolları Genel Başkanlığına getirmemle başladı. Oğuzhan Bey, Erbakan Hocamın ailesini partiden uzak tutmak istiyordu. Bu maksatla; 2016 yılında kongre kararı alındı. Bütün partili kardeşlerimizi Ankara’ya davet ettim. Temayül yoklaması yaptık. Dedik ki; Genel Başkanlıkta kimi görmek istiyorsunuz? Bunlar yazılı olarak alındı. Fakat bu yoklamalara Oğuzhan Ağabey el koydu ve sonuç açıklanmadı, yani çöpe atıldı. Ancak, içeriden aldığımız bilgiye göre o yoklamaya katılan arkadaşlarımızın %96’sının Mustafa Kamalak dedikleri ortaya çıkmıştır. (Yani açıkça hilekârlık ve sahtekârlık yapılmıştır.) Bu süreçten sonra birçok il başkanı bana: ‘Hocam sen adaylığını açıkla, gerisine karışma!’ söylemlerinde bulunmuşlardı. Ama partim zarar görmesin diye ben o talepleri o gün geri çevirdim. Bilirsiniz, İslam tarihinde çok önemli bir menkıbe vardır. Bir gün iki kadın kucaklarındaki bebeği ile Süleyman AS’a gelirler. Bir problem var, bu problemin çözülmesini isterler. İki kadın da ‘Bu çocuk benim!’ derler. Bunun üzerine Süleyman AS. çevresindekilere kılıcımı getirin emrini verir. Kılıç gelince, o kadınlara ‘çocuğun ikiye bölüneceğini ve her parçasının birisine verileceğini’ söyleyince, kadınlardan biri: ‘Ben vazgeçtim, tek bu çocuğu diğer kadına verin, çocuğa zarar gelmesin!’ diye feryat etmeye başlıyor. Süleyman AS. yanındakilere dönüp çocuğu feryat eden kadına verin emrini iletiyor. Çocuk da böylece gerçek annesini bulmuş oluyor. Biz de o süreçte davamız zarar görmesin diye görevden çekildik. Nihayetinde dünürler toplandı. Yüksek İstişare Kurulundaki birçok ağabeyler işte Yasin Ağabey, Temel Bey, Oğuzhan Ağabey -biliyorsunuz bunlar dünürler- içlerinden birini Genel Başkan olarak ilan ettiler. Halbuki Temel Bey’e teşkilatlardan bir tek oy çıkmamıştır. Ama Genel Başkanımız yapılmıştır. O tarihten bugüne ben partiden hep uzak tutulmaya çalışıldım. Gerçi tüzüğümüze göre ben Yüksek İstişare Kurulunun tabii üyesi sayılmaktaydım. Oğuzhan (Asiltürk) Ağabey döneminde 6 yıl içerisinde hiç YİK toplantısı yapılmadı. Temel Bey döneminde son 2 yıl içerisinde YİK muntazam toplanıyordu, ama gel gör ki parti yönetimi ile ilgili hiçbir icrai karar alınmadı, toplanıp dağılıyorlardı. Sonunda Kongreye gidildi. Genel İdare Kurulu üyelerinin isimlerini dahi bilmiyoruz. Temel Bey tarafından Başkanlık Divanı oluşturuldu. Bunlar YİK’e gelmedi, sorulmadı, tartışılmadı. Milletvekili listeleri hazırlandı, YİK’e danışılmadı. Altılı Masa oluşturuldu, YİK’e taşınmadı. Arkadaşlar biz ne işe yarıyoruz? size soralım.” (20 Temmuz 2024 – https//x.com) (Not: Bazı imlâ hatalarını ve cümle düşüklüklerini düzelterek aktarılmıştır.)
Tebrikler Sn. Kamalak, teşekkürler. Çok geç de kalınsa, yine de bu itiraflar bir iz’an ve vicdan tezahürüdür. On yıl kadar önce bir telefon görüşmemizde, Oğuzhan Asiltürk ve Temel Bey’le ilgili bazı uyarılarımıza şaşırmış ve hayretler içinde kalmıştınız. Şimdi bunların haklılığını bizzat yaşayarak kavramış olmanız ve cesaret edip ortaya koymanız, çok önemli ve değerli bir aşamadır. Artık Sn. Kamalak’tan, Milli Görüş’ü Abdullah Gül’ün güdümüne sokma tezgâhına da aynı duyarlılık ve tutarlılıkla karşı çıkmasını ummaktayız ve bu bizim hakkımızdır.
Aziz Hocamızın kameramanı Zihni Sadak Bey Elazığ’da, ziyaretimize gelip şunları aktarmıştı:
− Sakarya teşkilatımızdan gençliğinde Elâzığ Fırat Üniversitesinde okurken bizim sohbetlerle yetişmiş bir kardeşimiz arayıp Zihni Bey’e anlatmışlar…
Partimizin selameti açısından bazı konuları hatırlatmak üzere SP Genel Başkanı Temel Bey’i ve Mustafa Kamalak Bey’i ziyaret ettik ve şunları ilettik:
1- Mahmut Arıkan ve ekibi hemen her ay İstanbul’a gelip İngiliz Siyonistleri, İstanbul konsolosluk yetkilileri ve Chatham House ilgilileriyle buluşuyorlar. Bunu bilginiz ve haberiniz dahilinde mi yapıyorlar?
Yanıt: “Hayret, öyle mi yapıyorlar?” deyip geçiştiriyorlar… Böylece Milli Görüş’ün Abdullah Gül’e peşkeş çekilmesiyle ilgili, Milli Çözüm uyarılarının ne kadar haklı ve yararlı olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.
Biliyorsunuz, bu Mahmut Arıkan, Temel Karamollaoğlu tarafından SP Genel Başkanı adayı yapılmıştı. Ancak Milli Çözüm’ün mert ve net uyarıları bu tezgâhı boşa çıkarmış ve kongreyi ertelemek zorunda kalmışlardı. Şimdi de Genel Başkan Vekilliğine atanmışlardı!? Zerre vicdanı ve dava duyarlılığı olanlar, artık uyansın ve mü’minlik tavırlarını takınsınlardı…
2- Milli Gazete yazarlarından Reşat Nuri Erol kendi özel internet sitesinde: “Filistin aslında Yahudilerindir, asıl işgalci Filistinlilerdir!..” gibi zırvaları yazıp kafaları karıştırıyorlar. Haberdar olmanızda yarar görüyoruz. “Yok canım olmaz…” falan denilince; telefonla Mustafa Kurdaş’a soruluyor: “Evet buna benzer görüşlerini biliyoruz. Ama başka yere kaymasın diye idare ediyoruz.” diyerek olayı doğruluyorlar. Ama yine de üzerine varmıyorlar.
3- Temel Bey’e ayrıca: “İl Başkanlarının ve önemli İlçe Başkanlarının birçoğu Millî Görüş gayesi ve gayreti taşımıyorlar, hatta partiyi bile anmıyorlar, toplantı yapmıyorlar. Gerekli tedbirlerin alınması için hatırlattık.” diyorlar.
Cevap: “Ohoo, Benim bildiğim yarıdan fazlası böyledir!” diyor ve umursamıyor. İyi de niye hâlâ düzeltmiyor ve değiştirmiyorsun? diye soranlar da suçlanıp dışlanıyorlar!..
4- “Bir talebimiz de; CHP sayesinde Milletvekili yapılanlar Genel Başkan adayı olmasınlar!” teklifi yapılıyor. (Yani bunları organize eden kendisi Genel Başkan adayı yapılsın demeye getiriliyor.)
(Not: Elazığ’dan sadık dava kardeşlerimiz Süleyman Akay ve Hüsamettin Gül de bu anlatılanlara şahit olmuşlardı.)
Bu konuda şunu da vurgulayalım. Bir siyasi parti yetkilisinin, farklı ülkelerin diplomatlarıyla elbette çeşitli maksatlar için görüşmeler yapması doğaldır. Bizim kafamızı karıştıran bu girişimlerin Milli Görüş camiasından ve halkımızdan gizli yapılmasıdır. O takdirde bazı sinsi ve gizli hesaplarınızın olup olmadığı sorgulanmaya başlanacaktır!
MHP Milletvekili Sert İddialarda Bulunmuş, Gökçeadalı Cihat Yaycı da Doğrulamıştı: Ahmet Davutoğlu’nun Kirli ve Gizli Sırları!? (Abdullah Gül’ün Başına Geçirileceği Yeni Parti Hazırlıklıları mı?)
Eski MHP Milletvekili Arzu Erdem; sosyal medya hesabında yaptığı açıklamada, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu hakkında çok önemli iddialarda bulunmuşlardı. Ahmet Davutoğlu, partisinin bazı Milletvekillerinin AKP’ye katılacağı yönündeki iddiaları sert bir dille yalanlamış, “Gelecek Partisi’nin Türkiye’deki siyasi denklemi değiştirecek önemli partilerden biri olduğunu” savunarak, “İstersek siyasi denklemi bir hamlede değiştirebiliriz!” şeklinde konuşmuşlardı. Yoksa AKP’den kopacak Milletvekillerini DEVA, Gelecek ve Saadet’in katılacağı ve başına Abdullah Gül’ün oturtulacağı yeni oluşumu mu hatırlatmışlardı?
Davutoğlu’nun bu ifadelerinin ardından 27. Dönem MHP Milletvekili Arzu Erdem, sosyal medya hesabından çarpıcı iddialarda bulunmuşlardı. Ahmet Davutoğlu’na tepki gösteren Erdem, “Gökçeada’da kıymetli dostun Bartholomeos ile geçirdiğin dört gün, bir tesadüf mü sayılmalıydı? ABD İstanbul Başkonsolosu’nun aynı günlerde Gökçeada’da olması da sadece bir rastlantı mıydı?” şeklindeki soruları Davutoğlu’nca hâlâ yanıtlanmamıştı.
Arzu Erdem sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şunları aktarmıştı:
“Aziz Türk Milleti,
Ahmet Davutoğlu’nun “İstediğimiz an siyasi denklemi tek bir hamlede değiştirebiliriz!” sözlerini hepimiz duyduk; Merak ettiğim şudur;
* Bu sözlerin ardında neler yatıyordu?
* Gökçeada’da kıymetli dostun Bartholomeos ile geçirdiğin ve geçireceğin dört gün, bir tesadüf müydü?
* ABD İstanbul Başkonsolos’unun aynı günlerde Gökçeada’da olması bir rastlantı mıydı?
* Yunan Büyükelçisinin sizin olduğunuz tarihlerde Gökçeada’ya gelecek olması yine tesadüf müydü?
* Peki, Bartholomeos’un abisinin evinde yaptığınız görüşmede hangi kararlara vardınız?
Son olarak İngiltere’de eğitim gören çocuğunuza Bartholomeos referans oldu mu?
* Bu soruların cevabını bu millet hak ediyor ve merak ediyor.
Siyasal İslamcı görüntüsünde olup Pontosçu, Pensilvanya’cı dostlarına güvenenler bir gün tarihin derin sularında, mavi vatanda kaybolacaktır. Unutulmamalı Türk milleti her daim vatanına sahip çıkacaktır, ata mirasını yaşatıp geleceğe taşıyacaktır. Siz şimdi gidin, 40. evlilik yıl dönümünüzü Pontosçu dostlarınızla bir Yunan meyhanesinde kutlayın. Bizler de, bu vatanın gerçek sahipleri olarak dimdik ayaktayız…!”[1] diyen MHP Milletvekili Arzu Erdem’e hatırlatmak lazımdı: Diğer İstismarcı İslamcı AKP iktidarının tüm ekonomik, sosyal ve siyasal tahribatlarına suç ortağı olarak sizi nasıl bir akıbet beklediğinin farkında mısınız?
Gökçeadalı Cihat Yaycı da bunları doğrulamıştı:
Emekli Tümamiral Cihat Yaycı ise Erdem’in sözlerini destekleyip doğrulamıştı. Odatv’ye açıklamalarda bulunan Yaycı “Gökçeada’dayım. Burada çok karanlık işler dönüyor. Rezalet ki ne rezalet. Patrik, ABD İstanbul Başkonsolosu hepsi burada. Yunan Büyükelçi de salı günü gelecekmiş…” ifadelerini kullanmıştı.
Malum M. Ali Birand’ın 32. Gün elemanlarından, Başbakan iken Abdullah Gül’ün Başdanışmanlarından ve AB İletişim Grubu Başkanlarından Ahmet Sever’in yazdığı… Abdullah Gül’ün gözetim ve denetimi altında yayımladığı “Abdullah Gül ile 12 Yıl” kitabından aynen alıntıladığımız aşağıdaki gerçekler, bu şahsın karakter röntgenini yansıtmaktadır.[2]
“Abdullah Gül ile 1991 yılında Fransa’nın Strasbourg şehrinde tanıştım. Refah Partisi’nden yeni Milletvekili seçilmişti ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki Türk parlamento heyetinde yer alıyordu. Ben de Milliyet gazetesinin muhabiri olarak toplantıları izliyordum. Zira, o dönemde Türkiye bu alanda ağır eleştirilere maruz kalıyordu ve Türk Milletvekilleri hangi partiye mensup olurlarsa olsunlar, safları sıklaştırıp ‘düşmana karşı’ topyekûn savunmaya geçiyorlardı.
Oysa Abdullah Gül, Türkiye hakkındaki karar tasarılarının içeriğine bakarak hareket ediyordu. Örneğin, ‘işkence uygulamalarına son verilmesi’ veya ‘Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması’ çağrısı yapan bir tasarıya tüm Türk heyeti karşı oy verirken, o ayrı bir yol izliyor ve destek oyu kullanıyordu. Ayrıca o dönem kapatılan DEP’in yurtdışındaki Milletvekilleri Avrupa Konseyi’ne geldiklerinde, tüm Türk Milletvekilleri onlardan uzak dururken, o yanlarına gidip onlarla sohbet ediyordu.
Nitekim yıllar sonra 2003 yılı başında Avrupa Konseyi Asamblesinde Türk Başbakanı olarak yaptığı konuşmanın girişinde, ‘Burası bir insan hakları okulu. Ben de bu okuldan geçtim’ dediğinde bir alkış tufanı kopacaktı. Avrupalı parlamenterler kendi aralarından birinin Başbakan olmasının gururunu da yaşıyordu aynı zamanda.” (s. 15 – Giriş) Evet bu itiraflarla, Abdullah Gül, Siyonist güdümlü Haçlı AB mektebinin bir talebesi ve takipçisiydi!..
Sn. Gül’den: Artık siyasete dönmemekle ilgili kritik açıklama!
“Kütahya’da Valilik’te gerekli basın düzenlemesi yapıldı. Basının ilgisi çok büyüktü. İlk soru doğal olarak, Cumhurbaşkanının siyasi geleceğiyle ilgiliydi. O, herkesi şaşırtan ve hiç öngörülmeyen açıklamasını yaptı:
“Ben devletin bütün kademelerinde devletimize hizmet ettim ve büyük bir şerefle bu görevleri yerine getirdim. Bundan daha büyük bir gurur söz konusu olamaz. Bugünkü şartlar çerçevesinde benim gelecekle ilgili bir siyaset planımın olmadığını burada paylaşmak isterim.” (s. 164) Peki, şimdi tekrar parti başkanlığına ve siyasete niye soyunuyordu?
Vefa kongresinde vefasızlık mıydı, Allah’ın intikamı mıydı?
27 Ağustos’ta AKP olağanüstü toplandı ve Ahmet Davutoğlu oybirliğiyle Genel Başkan seçildi. Davutoğlu bir saati aşan konuşmasında: “Bu bir veda değil, vefa kongresi” dedi, ancak, Erdoğan’a övgüler düzerken kendisini, Başbakan olduğu dönemde Başdanışmanı yapan, Büyükelçi unvanı verdiren, siyasete sokan, Dışişleri Bakanı olmasında etkin rol oynayan Cumhurbaşkanı Gül’ün adını bir kez bile anmadı. Davutoğlu AKP’nin belde ve köy temsilcilerine kadar selamlamadık kimseyi bırakmadı, ama partinin kurucusu olarak her kademede, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve nihayetinde Cumhurbaşkanı olarak hizmet etmiş ve her aşamada kilit rol oynamış Abdullah Gül’ü selamlamaktan imtina etti.
“Siyaset böyle bir şey miydi acaba? Vefa kongresinde vefasızlık mıydı siyaset?” (s. 179) diye soran Ahmet Sever’e hatırlatalım: Bu vefasızlık ve vasıfsızlığı, Abdullah Gül’ün Erbakan’a karşı fırsatçılığından ve fesatçılığından öğrenmişlerdi!
Abdullah Gül, Suriye’deki Ermenileri Türkiye’ye getirmek için gizli planlar kurgulamıştı!
“Osman Kavala ile bir gün İstanbul’da Cezayir Restoran’da sohbet ederken, ‘Ahmet, biliyorsun Suriye’deki Ermeniler zor durumda. Türkiye onlara kapılarını açsa her yönden çok iyi bir adım atılmış olmaz mı?’ diye bir fikir ortaya attı. Sayıları yaklaşık 50 bin civarında olan, daha çok Halep ve Şam’da yaşayan Ermenilerin çoğu zaten Türkiye kökenliydi. Bu fikir aklıma çok yattı. Ertesi sabah Tarabya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı ile bir toplantımız vardı. Dışişleri Başdanışmanları Ferden Çarıkçı ve Sadık Arslan da oradaydı. Bu öneriyi orada dile getirdim. Abdullah Gül, böyle bir hamlenin doğuracağı olumlu sonuçları anında gördü.
‘Böyle bir adım atmamız her yönüyle çok iyi olur. Üzerinde ciddiyetle çalışalım.’ dedi.
Birkaç gün sonra, Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink aradı ve benimle bir konu hakkında görüşmek istediklerini söyledi. Bir akşam yemeğinde buluştuk. Masada Orhan Dink’in yanı sıra Hrant Dink’in kızı Delal Dink ve Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş da vardı. Konu tahmin ettiğim gibi, Suriye’deki Ermenilerin durumuyla ilgiliydi.
Rober Koptaş, birkaç kez Suriye’ye gidip oradaki Ermenilerin durumunu yerinde görmüş, kendileriyle uzun görüşmeler yapmıştı:
‘Tam iki ateş arasında kalmış durumdalar. Güvenlik kaygıları çok ciddi boyutlarda. Gündelik yaşamları bir kâbusa dönüşmüş, Türkiye bu zor günlerinde onlara el uzatsa ve Türkiye’ye kabul etse…’
Ben de Cumhurbaşkanı’nın bu konu hakkında bilgi sahibi olduğunu ve bu fikre çok sıcak baktığını anlattım ve bir öneride bulundum:
‘Aslında Cumhurbaşkanı ile bir araya gelip bunları yüz yüze konuşmanız daha iyi olur.’ diyerek, kendilerine randevu verilmesi halinde çok mutlu olacaklarını söylediler.
Konuyu Cumhurbaşkanı Gül’e açtığımda, ‘Tamam, gelsinler, görüşelim’ dedi. Ertesi gün üçü Tarabya Köşkü’nde Abdullah Gül’ün karşısındaydı. Bu kadar çabuk randevu verilmesini hiç beklemiyorlardı. Görüşmede Cumhurbaşkanı’nın dış politika danışmanları da vardı. Rober Koptaş çok iyi bir hazırlık yapmıştı. Suriye izlenimlerine dair bir sunum yaptı. Yaptığı yorum ve analizler Gül’ü etkiledi. Gelmek isteyen Ermeni ailelerin Halep’ten Türkiye sınırına kadar güvenli bir şekilde geçişlerini sağlamak en önemli sorunlardan biriydi. Bir diğeri, onların İstanbul’a getirilmeleri, kendilerine oturma ve çalışma izni verilmesiydi.
Cumhurbaşkanı Gül kendilerine çok açık konuşmuşlardı:
‘Ben Suriye’deki Ermenilerin Türkiye’ye getirilmesi fikrine olumlu bakıyorum. Bu konuyla Ankara’ya döner dönmez çok yakından ilgileneceğim. Yalnız bu konuştuklarımız aramızda kalsın. Basına yansımasın. Çalışmalar gizlice yürütülsün.’ diye uyarmıştı. Onlar da bunun gizli tutulmasından yanaydılar. Çok memnun ve umutlu bir şekilde oradan ayrıldılar.
Gül, Ankara’ya döndükten sonra bu durumu sırasıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile paylaştı. Bu proje onların da aklına yattı. Bu arada Başbakan Erdoğan da bilgilendirildi ve onayı alındı. Hakan Fidan, Suriye’deki Ermenilerin evlerinden alınarak Türkiye sınırına kadar güvenli bir şekilde getirilmesini sağlayabileceklerini, bu bakımdan herhangi bir sorun yaşanmayacağını belirtti. Bu en büyük sıkıntının aşılması anlamına geliyordu.
Tam bu noktada, İstanbul’daki Ermeni cemaatinin liderleriyle bir toplantı yapıp hem kendilerini bilgilendirmenin hem de desteklerini almanın önemi gündeme geldi. Zira, İstanbul’a gelecek Ermenilere onların da sahip çıkması gerekiyordu. Ancak, daha sonraki günlerde Suriye’den gelenlerin arkası birdenbire bıçak gibi kesildi. Bunun nedeni kısa bir araştırmadan sonra anlaşıldı.
Ermeni diasporası, Taşnak Partisi bundan haberdar olup devreye girmiş ve baskı kurarak Suriye’den Türkiye’ye gelmek isteyen Ermenileri Türkiye’ye gelmekten caydırmıştı:
‘Siz ne yapıyorsunuz? Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmek mi istiyorsunuz? Türkiye’nin sizi kullanmasına izin mi vereceksiniz? Bunu sakın yapmayın.’
Bu propaganda etkisini hemen göstermişti. Türkiye’ye gelmeye hazırlananlar vazgeçirilmişti. Türkiye’nin insani amaçlarla hem de gizli kalmasını istediği bu girişime karşı, oradaki Ermenilerin durumunu umursamayan son derece katı ve bağnaz bir anlayış söz konusuydu. Tüm bu iyi niyetli çabalardan sadece 30 Suriyeli Ermeni yararlanabildi. Oysa binlercesi bundan faydalanabilirdi. Maalesef olmadı. Cumhurbaşkanı da üzüntüsünü, ‘Yazık oldu’ diye ifade etti. (s. 131-134)
Abdullah Gül; Haçlı AB’ye katılmayı Türkiye’nin altın çağı saymaktaydı!
“AB ile üyelik müzakerelerini başlatmak, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığını üstlenen Abdullah Gül’ün birinci önceliğiydi. Bütün bürokrasiyi bu hedefe kilitlemişti.
Türkiye yoğun bir reform sürecine girmişti. Anayasa ve yasaların AB standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi için TBMM makine gibi çalışıyordu. Özellikle 2003-2005 yılları arasında ardı ardına 5 uyum paketi kabul ediliyor, Türkiye’de özgürlük rüzgârları estiriliyordu. İşkence ile mücadeleden düşünce özgürlüğüne, gayrimüslim cemaat vakıflarının mal edinme haklarından gösteri ve yürüyüş haklarına, asker-sivil ilişkilerine kadar her alanda baş döndürücü bir değişim yaşanıyordu.
Yasalar değişiyor, ancak bu kez uygulamada sorunlar çıkıyordu. Abdullah Gül bu sorunu aşmak için, bir Reform İzleme Grubu kuruyor, uygulamadaki sorunlar burada tek tek ele alınıyor ve hemen müdahale ediliyordu. Zira Reform İzleme Grubu’nda, Gül’ün yanı sıra Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da yer alıyordu. Sorun hangi Bakanlığın ilgi alanına giriyorsa, o Bakan müdahale ediyor ve meseleyi çözüyordu.” (s. 61) Yani; şimdi SP’nin de katılacağı, Gelecek ve Deva partilerini birleştirip başına taşıyacakları Sn. Abdullah Gül, Sn. Erdoğan’dan daha koyu bir Haçlı AB sevdalısıydı!..
Savaş rüzgârları ve ABD adına Saddam’ı tehdit kahramanlığı!
“Ekonomi, Kıbrıs sorunu ve AB süreci bir yana, o süreçte kapıda bekleyen en büyük kriz, Irak Savaşı ve 1 Mart Tezkeresi’ydi. Başbakan Gül’ün mesaisinin büyük kısmını bu dosya işgal ediyordu. Irak’ta dünya barışını tehdit eden kimyasal ve biyolojik silahlar bulunduğunu iddia eden ABD, Irak’a askeri müdahalede kararlıydı ve kuzeyden kara harekâtı için Türkiye topraklarından geçiş izni ve lojistik destek istiyordu.
Savaşı önlemenin tek yolu, Irak’ın BM denetimcilerine kapılarını açması ve iş birliği yapmasıydı. Ancak, Saddam Hüseyin buna kesinlikle yanaşmıyordu.
Başbakan Gül, bir yandan Saddam Hüseyin’i iş birliği yapmaya ikna etmek için yoğun bir diplomasi atağı başlatırken, diğer taraftan da ülke içinde son derece geniş bir istişare mekanizması kurdu.
İstisnasız herkesle görüşüyordu. TBMM’de temsil edilen ve edilmeyen tüm parti liderleriyle, sivil toplum örgütleriyle, akademisyenlerle bir araya geliyor, görüşlerini alıyordu. Son seçimlerde %1’in üzerinde oy almış Bülent Ecevit ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi parti liderleriyle dahi bir araya geldi. (Ya Erbakan’la niye hiç görüşmeye cesaret edememişti?)
ABD yönetimi, Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçişine izin verecek tezkerenin Meclis’ten bir an önce geçmesi için baskısını artırıyordu. Bu arada ABD’li yetkililere tezkerenin geçmesi halinde atılacak adımlarla ilgili hazırlık yapmak üzere Güneydoğu’da inceleme ve araştırma izni verilmişti.
“Gül ise savaşı önlemek” rolüyle Saddam’ı ABD’ye ve Siyonizm’e teslime mecbur etmek peşindeydi. Bir yandan Irak’a komşu ülkeler turuna başladı. Diğer yandan da Saddam Hüseyin’e hitaben kaleme aldığı bir mektubu elden iletmek üzere Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’i Bağdat’a gönderme kararı aldı.” (s. 38) Şimdi soruyoruz: Sn. Gül, Türkiye’nin Başbakanı mı, Siyonist ABD’nin aracı diplomatı mıydı?
Başbakan Abdullah Gül’ün Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’e yazdığı mektup, Mart 2003
Sayın Cumhurbaşkanı,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin ve Türkiye halkının, Irak’a her zaman köklü dostluk, kardeşlik, akrabalık ve iyi komşuluk hisleriyle bağlı kalmış olduğunu biliyorsunuz.
Türkiye’nin Irak halkından ve Irak’ın birlik ve bütünlüğünden yana bu tutumunu en zor koşullarda dahi ve gerek ikili düzeyde gerek çok taraflı uluslararası forumlarda sürdürmeye içten gayret sarf etmiş olduğunu takdir edersiniz. Bu gayretler bazen olumlu sonuçlar vermişse de, realiteler karşısında bunların sonuçsuz kaldığı da olmuştur ve olmaktadır.
Irak ile ilgili benzer duygu ve tutumların birçok bölge halkı tarafından da benimsendiğine inanıyorum. Bu çerçevede bazı önemli hususları Ekselanslarının bilgisine sunma ihtiyacını kuvvetle hissediyorum. Bunu dostluğun bir gereği ve bir görev sayıyorum.
Irak’ta, emsali görülmemiş çapta kitlesel bir askeri çatışma ve yıkım ihtimali son derece ciddi biçimde yakınlaşmış bulunmaktadır. Bu husus bütün dünya tarafından müşahede edilmektedir. Bu durum, halkımızda ve bölgemizde haklı ancak çaresiz bir üzüntü ve endişe yaratmaktadır.
Böyle bir askeri çatışmanın sonuca varacağı ve Irak halkının ve bölgemizin bugününü, geleceğini en olumsuz biçimde etkileyeceğinden ne yazık ki kimse kuşku duymamaktadır.
Bölge tarihine ve tarih bilincine sık sık atıfta bulunan bir devlet adamı olarak, kadim ve yakın geçmişte, ortak coğrafyamızın diğer tarafların yarattığı yıkımlardan, ne kadar derin ve kalıcı biçimde etkilenmiş olduğunu biliyorsunuz.
Bugün de karşı karşıya bulunulan vahim durumun önüne geçmek için başta Irak olmak üzere bütün tarafların yükümlülüklerini ve sorumluluklarını yerine getirmesi elzemdir.
Nitekim, Irak Hükümeti’nin 1441 sayılı Güvenlik Konseyi kararının uygulanmasında Birleşmiş Milletler ile sürdürdüğü iş birliği uluslararası toplum tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır. Bu iş birliğinin kesintisiz, aksamadan ve en şeffaf biçimde sürdürülerek sonuçlanması Irak’ın dostlarının dileğidir.
Bu noktada UNMOVIC Başkanı Hans Blix ve IAEA Direktörü Baradai’nin 18-20 Ocak’ta Irak’a yapacakları ziyaretten tamamen ikna olmuş olarak dönmeleri hayati bir önem taşımaktadır. Adı geçenlerin, Irak’ın 1441 sayılı karar çerçevesinde yaptığı beyanların yeterliliği bakımından hiçbir tereddütlerinin kalmamış olmasının sağlanması elzemdir. Böyle bir sonuç, Irak halkı ve dostları için gurur kaynağı olacaktır. Yeni bir ufuk yaratacaktır. Aksine bir durumun ise en acı sonuçlara yol açması kaçınılmaz görülmektedir.
Bu faaliyetlerin aşama kat etmesi, Irak’ın diğer alanlardaki çabalarına da anlam kazandıracaktır. Örneğin, Irak’ın bazı komşuları ile olan sorunların çözümü için esasen atmakta olduğu adımlar daha da değer kazanacaktır. Irak Hükümetinin, Irak halkının uyumu ve huzuru için esasen tasarladığını duyduğumuz iyileştirmeler için ortam daha uygun olacaktır. Irak’ın uluslararası toplumdaki itibarlı ve güvenli yerini tekrar alması için, başta komşuları olmak üzere hepimizin katkısıyla yeni imkânlar ortaya çıkacaktır.
Yukarıdaki hususlarda görüşleriniz olur ise bunları öğrenmekten memnuniyet duyacağım.
Bölgeyi şiddet ve yıkımdan sakınmak ve barışçı bir çözüm aramak amacıyla bölge ülkeleri ile yapmakta olduğum bir dizi istişare henüz sonuçlanmamıştır. Görüşleriniz, yapmakta olduğum istişarelerin sonuçlarının değerlendirilmesine katkı teşkil edecektir.
Politik alan giderek daralmaktadır. Zaman; ön şartlar koşmak, kısa vadeli taktikler uygulamak ve retorik yapmak zamanı olmaktan artık kesinlikle çıkmıştır. Cesaret, açıklık ve ılımlılık mesajı veren jestlerin karşılık bulması için ise, süre kısa da olsa şartlar uygundur.
Yukarıdaki görüş ve duygularımın içtenliğine ve açıklığına inanmanızı rica eder, Irak halkına ve şahsınıza selamet ederim.
Saygı ve selamlarımla.
Abdullah Gül
Türkiye Başbakanı (Bak: s. 190-191)
27 Nisan 2007 Muhtırası ve perde arkası!
Ömer Çelik’in öğrendiği gelişmeden, Başbakan ve Bakanlar nasıl haberdar olamıyorlardı?
“Ankara en gergin ve en sıkıntılı günlerinden birini yaşıyordu. Nedeni, sancılı geçen Cumhurbaşkanlığı seçim süreciydi. 27 Nisan 2007 akşamı saat 23.00’e doğru Dışişleri konutunun telefonu çaldı. Arayan Adana Milletvekili Ömer Çelik’ti. Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile acilen görüşmek istiyordu. Hemen bağladılar. Çelik, heyecanlı ve telaşlıydı:
‘Şimdi bir istihbarat aldım. Askerler hükümete karşı bir bildiri kaleme almışlar. Birazdan internet sitelerine koyacaklarmış.’
Gül hiç beklemeden Başbakan Recep T. Erdoğan’ı aradı ve bilgiyi paylaştıktan sonra, bildirinin yayımlanmasını engellemek gerektiğini söyledi. Erdoğan’a Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı aramasını önerdi. Yaklaşık 10 dakika sonra Erdoğan geri döndü. Büyükanıt, Başbakan’ın telefonuna çıkmamıştı. Olacak iş değildi. Başbakan, Genelkurmay Başkanı’na ulaşamamıştı. Demek durum gerçekten ciddiydi. Gül, Başbakan’a bir öneride daha bulundu:
‘Siz bu gece evinizden çıkmayın. Ben arkadaşları toplayayım, sizinle yarın bir araya geliriz.’
Bu arada bildiri saat 23.20’de Genelkurmay sitesinde yayımlandı. Bu bir muhtıraydı. Doğrudan hükümeti hedef alan tehdit ve uyarı yüklü bir mesaj içeriyordu. Yakın tarihimizde darbeler, askeri müdahaleler sürecini çok iyi bilen Abdullah Gül, durumun vahametinin farkındaydı.” (s. 19) Burada asıl soru şuydu: AKP Hükümetine yönelik bir askeri tertibi Ömer Çelik biliyor da, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan nasıl haberdar olamıyorlardı?
Gül’e göre Türkiye’nin önünde üç büyük engel vardı:
“Abdullah Gül, Başbakanlığından başlayarak Dışişleri Bakanlığı ve nihayet Cumhurbaşkanlığı döneminde, üç sorunu Türkiye’nin büyümesinin ve güçlenmesinin önündeki en büyük engel olarak gördü:
Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunu. (Not: Aslında bunların hiçbiri ‘sorun’ değildi. Bunları sorun gibi gösteren Siyonist ve Haçlı merkezlerdi. Yerli işbirlikçiler de onları takip ve taklit derdindeydi. N.G.)
Bu üç sorunda da inkârcı, kalıplaşmış ve kendinde hiç hata görmeyen, her yanlışı başkalarında arayan yaklaşımların hiçbir sonuç vermediğini, tam aksine bu tür yaklaşımların sorunu daha da kangrenleştirerek çözümü daha da zorlaştırdığını düşünüyordu. Türkiye’nin büyük bir tarihsel birikime, potansiyele ve dinamizme sahip, bölgesinde son derece önemli konumda bir ülke olduğuna, bu üç sorunun çözülmesi halinde önünün açılacağına inanıyordu.
Türkiye’nin bu engelleri bertaraf etmesiyle, birikimini, zamanını ve enerjisini ekonomi, eğitim, sağlık, bilim ve teknoloji gibi alanlarda yoğunlaştırabileceğine, AB demokrasisini tam anlamıyla benimsemiş Müslüman bir Türkiye’nin, ırkçılık, İslamofobi, terör, medeniyetler çatışması gibi küresel sorunların çözümüne de ciddi katkı sağlayacağına inancı tamdı. İşte bu anlayışla, 12 yıl boyunca üç sorunda da ezberlerin dışına çıkarak cesur çıkışlar yaptı.
Onun açısından birinci öncelik şüphesiz Kürt sorunuydu. Bu sorunu hep bir ‘vicdan meselesi’ olarak gördü. Gelişmiş, demokratik ve hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu ülkelerdeki standartların Türkiye’de yaşama geçirilmesiyle Kürt sorununun çözüme kavuşacağına içtenlikle inandı. Bu yöndeki çabalara da sürekli destek verdi, yol gösterdi.” (s. 73-74)
Abdullah Gül’deki bu ne İsrail hayranlığıydı?
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Türkiye’de buluşuyor, Cumhurbaşkanı Gül, kameraların önünde ikisinin elini birleştiriyordu. Daha çarpıcı olanı, Türkiye, Esad’lı Suriye ile Netanyahu’nun Başbakan olduğu İsrail arasında arabuluculuk yapıyordu. Bu süreçte, 17 Temmuz 2010 tarihinde Esad Türk basınına yaptığı açıklamada, “Türkiye’den daha başarılı bir arabulucu çıkmadı” diyordu. Benzer durum Balkanlar’da da geçerliydi.” (s. 155) İyi de bu Sn. Abdullah Gül’ün, şimdi 9 aydır İsrail’in sürdürdüğü soykırımı durdurma çabasını bırakın, Kuduz Siyonistleri açıkça kınayan bir mesajına bile maalesef rastlanmamıştı!
Abdullah Gül sayesinde kimler hangi makamlara taşınmışlardı?
“Hikmet Çetin, NATO’nun Afganistan Özel Temsilcisi, Büyükelçi Hüseyin Diriöz NATO Genel Sekreter Yardımcısı oluyor, Kemal Derviş Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDYP’nin başına getirilirken, Büyükelçi Ahmet Üzümcü, Lahey’deki Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) Genel Direktörlüğü’ne atanıyordu. Üstelik Üzümcü, 2013 yılında Oslo’da başında bulunduğu kurum adına Nobel Barış Ödülü’nü alıyordu.
Bütün bunların altında Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Abdullah Gül’ün büyük emeği ve çabası vardı. Bu başarıların gerçekleşmesi için, gerek yüz yüze, gerekse telefon ve mektupla yüzlerce girişimde bulunmuştu. CHP’li olmasına rağmen Kemal Derviş’in BM’deki önemli konuma getirilmesi için BM Genel Sekreteri Kofi Annan’la görüşmüş ve hükümetin Derviş’in adaylığını güçlü şekilde desteklediğini vurgulamıştı.
Orhan Pamuk, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığında onu Türkiye’den ilk kutlayan Abdullah Gül olmuştu. O dönem Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer bile, Pamuk’u aramamıştı.” (s. 158)
İşte bu yüksek marifet ve meziyetlerin(!) sahibi Sn. Abdullah Gül şimdi; iyice yıpranan R.T. Erdoğan’ın yerine, iktidara taşınmak üzere, maalesef Sn. Temel Karamollaoğlu tarafından geçen seçim süreçlerinde defalarca Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeye çabalanmış, şimdi de SP’nin de içine katılıp eritileceği 3 partinin başına oturtulmaya çalışılmaktaydı. Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı!
Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı. Bu, hem bir müjde mesajı hem de bir uyarıydı. Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı. Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…
- 18 Ağustos 2024 / Odatv
- 30. Baskı – Doğan Kitap – Yaşadım, Gördüm, Yazdım.
ACİLEN, MİLLİ ÇÖZÜM – MİLLİ MÜTABAKAT HÜKÜMETİNİN KURULMALIDIR!
Görüldüğü üzere, Erdoğan’ın yerini almak ve BOP Projesine hizmet etmek hatta Siyonistlerin gözüne girmek için bütün maneviyatından vazgeçebilen (vazgeçebilecek) siyasetçilerle dolu..
Yozlaşmayan kurum ve şahış neredeyse kalmamış, bütün partiler tamamiyle Siyonistlerin güdümüne girmiştir..
Milli Görüş’ün siyasi temsilcisi SP Siyonistlerin güdümüne girmek üzere ve MİLLİ ÇÖZÜM’den başka dert edinen dâhi yok!
Erken seçim, yozlaşmış siyasetçiler, mevcut kadro ve kurumlar ile bu düzenin değişmesini beklersek resmen işgal edilmiş ülkemizin fiilen işgalini izlemek zorunda kalacağız!
Tek çare Yeni Bir Kuva-i Milliye ruhu ile BOP Projesini, zorla dayatılan 2. Sevr Planını yırtıp atmak!
20. Haçlı Seferini başlatan
Siyon – Haçlı Birliği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile “bin yıllık hesaplaşmalarının” olduğunu ve bu hesabı kapatacaklarını açık şekilde beyan ediyor.
Ülkemizi işgal edip Büyük İsrail’i kurmak isteyenlere karşı;
“Türk’e kurşun sıkan, kürkü deldirir.” gerçeği ile cevap verecek, önce işbirlikçileri bertaraf edip ardından ağabeylerine “Doğu Akdeniz’i mezar haline getirecek.” bir zihniyet ve kadronun acilen İşbaşına gelmesi gerekmektedir!
Unutulmamalıdır ki, Türk Siyasetinin içerisinde ki Kripto Yahudiler, Siyonistlerle mücadele etmek yerine Siyonist Yahudilere hizmet etmeyi görev edinmişlerdir.
500 yıldır Osmanlı İmparatorluğun ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin merhametini istismar edip hainlik eden dönmeler, yakında hesap vereceklerdir!
Türk halkının ve Devletinin merhametine sığının, anahtarları sadakat ve liyakat ehline teslim edin. Siyonist ağabeyleriniz arkalarına bakmadan kaçarlarken, sizin akıbetinizi düşünmeye fırsatları olmayacak bilin…
Milli Görüş’ün siyasi temsilcisi SP parti olarak Siyonistlerin güdümüne girmez, ama dunya menfaati tatli geldiginden dolayi bir cok « saadetlinin » AKP saflarina katildigini goruyorum, katildiktan sonra da Milli Gorus icerisindeyken kendilerinde bulunan imani reflekslerinin, AKP saflarindayken kayboldugunu musahade ediyorum. Bu imani refleks oyle onemli ki, mumin kimligini korumaya her turlu dalga karsisinda yardimci oluyor. Fakat ne yazik ki Milli Gorusu birakip baska safa gecince, nasil ise yaramaz bir ot halini aliyor, bunu gorebiliyoruz. Tabiri caiz ise ATV muslumani haline geliyor. Bu ATV televizyonu, Dinc Bilgin zamaninda ne ise yinr simdi Kalyon Grup bunyesinde de o. Hic degismemis.
“Sn. Temel Karamollaoğlu tarafından geçen seçim süreçlerinde defalarca Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeye çabalanmış, şimdi de SP’nin de içine katılıp eritileceği 3 partinin başına oturtulmaya çalışılmaktaydı. Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?”
*****
“Partimizin selameti açısından bazı konuları hatırlatmak üzere SP Genel Başkanı Temel Bey’i ve Mustafa Kamalak Bey’i ziyaret ettik ve şunları ilettik:
1- Mahmut Arıkan ve ekibi hemen her ay İstanbul’a gelip İngiliz Siyonistleri, İstanbul konsolosluk yetkilileri ve Chatham House ilgilileriyle buluşuyorlar. Bunu bilginiz ve haberiniz dahilinde mi yapıyorlar?
Yanıt: “Hayret, öyle mi yapıyorlar?” deyip geçiştiriyorlar… Böylece Milli Görüş’ün Abdullah Gül’e peşkeş çekilmesiyle ilgili, Milli Çözüm uyarılarının ne kadar haklı ve yararlı olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.
Biliyorsunuz, bu Mahmut Arıkan, Temel Karamollaoğlu tarafından SP Genel Başkanı adayı yapılmıştı. Ancak Milli Çözüm’ün mert ve net uyarıları bu tezgâhı boşa çıkarmış ve kongreyi ertelemek zorunda kalmışlardı. Şimdi de Genel Başkan Vekilliğine atanmışlardı!? Zerre vicdanı ve dava duyarlılığı olanlar, artık uyansın ve mü’minlik tavırlarını takınsınlardı…”
Milli Görüş’ü Bitirme Planları ve Abdullah Gül’ü Parlatma Çabaları
• Prof. Dr. Mustafa Kamalak, Milli Görüş’ün bitirilmesi ve Abdullah Gül’ün parlatılması çabalarına ilişkin açıklamalarda bulundu.
• Kamalak, 2016 yılında genel başkanlıktan ayrıldığını ve parti zarar görmesin diye bu kararı aldığını söyledi.
• Ancak daha sonra parti yönetiminin kendisini dışlamaya çalıştığını ve Yüksek İstişare Kurulu toplantılarına çağrılmadığını belirtti.
• Kamalak, Milli Görüş’ün Abdullah Gül’ün güdümüne sokma tezgâhına karşı çıkılması gerektiğini vurguladı.
• Aziz Hocamızın kameramanı Zihni Sadak Bey’in aktardığına göre, Milli Görüş’ün Abdullah Gül’e peşkeş çekilmesiyle ilgili Milli Çözüm uyarılarının ne kadar haklı ve yararlı olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.
• Eski MHP Milletvekili Arzu Erdem, sosyal medya hesabında yaptığı açıklamada, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu hakkında çok önemli iddialarda bulunmuşlardı.
• Davutoğlu’nun bu ifadelerinin ardından 27. Dönem MHP Milletvekili Arzu Erdem, sosyal medya hesabından çarpıcı iddialarda bulunmuşlardı.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/milli-gorusu-bitirme-planlari-ve-abdullah-gulu-parlatma-cabalari-2/
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı!
Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı. Bu, hem bir müjde mesajı hem de bir uyarıydı. Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı. Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/milli-gorusu-bitirme-planlari-ve-abdullah-gulu-parlatma-cabalari-2/
Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?
Abdullah Gul’un tekrar Cumhurbaskani yapilmasinin planlandigini dusunmuyorum. Zaten kendisi surekli uluslararasi toplantilara katiliyor ve mevcut AKP duzeninin devami icin gorevini yerine getiriyor. Temel Karamollaoglu neden Abdullah Gul aday olursa diye birseyler soyluyor bunu bilmiyorum ama eger yeni bir Cumhurbaskani adayi uzerinde yogunlasacaklar ise bu Fatih Erbakan olabilir diye dusunuyorum. Zaten kendisi su anda AKP nin dumensuyuna girmis durumda.medya da kolaylikla parlatir. Ustelik CHP gibi AKP nin degirmenine su tasiyan bir parti varken, Saadet, Gelecek ve Deva partilerinin ne agirligi var ki su anda Cumhurbaskani icin kilit rol ustlensinler.
SAYIN EMRE USTA,
Hani o bilmiyorum dediğiniz şey varya ( Temel bey niye Abdullah Gül aday olursa diyor dediğiniz şey) işte o bilmiyorum dediğiniz hadisenin içyüzü bu makalede. Milli Çözüm ve hassaten Ahmet Akgül Hocamız o bilmediklerinizi bildiği için hepimizi tüm Milli Görüşçüleri uyarıyor bu makalede.
İkincisi; CHP HER DAİM YEDEK LASTİK KONUMUNDA… Gelecek ve Deva partileri sadece yanıltıcı gibi anlaşılsada malumunuz AKP FİİLEN ÇÖKTÜ OY ORANI HERGEÇEN GÜN DÜŞÜYOR. BU YÜZDEN AKP’DEN BU 3 PARTİNİN BAŞINA GÜL GETİRİLDİĞİNDE AKP VEKİLLETİ BU TARAFA KAYACAKLAR.INI DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE asıl SAADET PARTİSİ’ni Milli Görüş’ten ve Aziz Erbakan Hocamızın projelerinsen öğütlerinden öğretilerinden ve hassaten ADİL DÜZEN projelerinden vedahi İslam Birleşmiş Milletleri – İslam Savunma Paktı – İslam Ortak Pazarı – İslam Müşterek Dinarı – İslam Kültür İşbirliği Teşkilatları gibi projelerden uzaklaştırıp , ERBAKAN PROJELERİNE VE SEVGİSİNE BETON DÖKMEK TAMAMEN UNUTTURUP O ÜMİTLERİ YOK ETME ÇALIŞMASIDIR bu hamleleri.
Yüksek marifet ve meziyetlerin(!) sahibi Sn. Abdullah Gül şimdilerde; iyice yıpranan R.T. Erdoğan’ın yerine, iktidara taşınmak üzere, maalesef Sn. Temel Karamollaoğlu tarafından geçen seçim süreçlerinde defalarca Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeye çabalanmış, şimdi de SP’nin de içine katılıp eritileceği 3 partinin başına oturtulmaya çalışılmaktaydı.
…
Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı!
Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı.
Bu, hem bir müjde mesajı, hem de bir uyarıydı.
Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı.
Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…
İşte bu yüksek marifet ve meziyetlerin(!) sahibi Sn. Abdullah Gül şimdi; iyice yıpranan R.T. Erdoğan’ın yerine, iktidara taşınmak üzere, maalesef Sn. Temel Karamollaoğlu tarafından geçen seçim süreçlerinde defalarca Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeye çabalanmış, şimdi de SP’nin de içine katılıp eritileceği 3 partinin başına oturtulmaya çalışılmaktaydı. Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı!
Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı. Bu, hem bir müjde mesajı hem de bir uyarıydı. Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı. Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/milli-gorusu-bitirme-planlari-ve-abdullah-gulu-parlatma-cabalari-2/
Oyu yüzde 1’in altına düşse de özgül ağırlığı yüksek Milli Görüş Mensuplarını ümitsizliğe düşürüp dağıtmak için içeriye sızan işbirlikçiler eliyle siyonizm halen uğraşmaktaydı. Acı olanı ise bu tehlikeleri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkaran Milli Çözüm olmasına ramen camiamız halen sessiz kalmakta ve bu vartaya düşmekten kurtulamamaktaydı. Yani hiç kimse bilmiyorduk haberimiz yoktu diyemezdi.
Milli Görüş’ün adresi Saadet Partisine Milli Görüş’ün kendisi olan Milli Çözüm’den başkası sahip çıkmamaktaydı!..
Bunun üzerine (böylesi zalim ve hain yöneticilere) uyanlar: “Keşke bir kere daha (dünyaya dönme) fırsatı verilseydi de, (orada bizi aldatıp,) şimdi bırakıp kaçtıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşıp (Hakk elçilere, adil ve asil davetçilere destek çıksaydık!)” diye (pişmanlık duyacaklardır). Böylece Allah onlara (zalim ve hain yöneticilere ve peşlerinden gidenlere; hayatları boyunca) işledikleri bütün amellerini, (ibadet ve hizmetlerini) çok derin bir hasretlik ve pişmanlık olarak gösterecek (milyonlarca insanın ezilmesine ve sömürülmesine vesile oldukları için, yaptıkları hayır ve hasenatlarına rağmen cehenneme girecekler)dir ve onlar artık ateşten çıkamayacaklardır.
(Bakara suresi 167)
Fâtır 43
(Üstelik) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp planlayarak (Elçiye ve Hakk davetçiye karşı çıkmışlardı). Oysa kötü niyetli hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmayacaktı. Onlar (kendileri gibi hile ve tuzak kuran) önceki kavimlerin kanunundan (ve onların çarptırıldığı cezadan) başkasını mı bekliyorlardı? (Veya hile ve hıyanetleri yanlarına kâr mı kalacak zannediyorlardı? Oysa) Allah’ın sünnetinde (ezeli adalet prensiplerinde ve hikmet projelerinde) asla bir değişme-başkalaşma bulamazsın ve Allah’ın sünnetinde (tabii ve takdiri yasalar sisteminde) kesinlikle bir sapma ve caymaya rastlayamazsın.
https://www.mealikerim.com/35/fatir/43
ÜMMET ÇARESİZ!
Milli Görüş ve Adil Düzen projeleri
insanlığın kurtuluş reçetesidir…Bu projelerin hayata geçirilmesinin engellenmesi ise en büyük hainliktir…İşbirlikçi hain kafalar Prof.Dr.Necmettin Erbakan Hocamız yaşarken de vefatından sonra da hep hainlik yapmaktan biran bile geri durmadılar…Topluma ise bilgisiz ve beceriksiz kişiler bilge ve yetenekli gösterildi ,alkışlatıldı , şakşakcıları tarafından tepelerden indirilmediler!.
İşbilmez lidelerin cezasını Ümmet olarak çektik ve çekmeye devam ediyoruz…
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Parti de istişareye bile gerek duymadan Abdullah Gül ‘ü aday gösterip birde sanki onay görmüş gibi onların onayına sunup zorlaması Saadet Partisinin çok yüksek oranda oy kaybetmesine de sebep oldu…Sonuç yine hainler iş başına geldi ve israil ve abd nin ekmegine yağ sürülmüş oldu…Sağlık ,Egitim ,Sanayi ,Savunmayı resmen bitirdiler …
Rabbimiz hainliklerinin bedelini hem bu dünyada hem Ahirette göstersin inşaAllah…Mazlumun ahı kimsede kalmaz…Ümmeti sahipsiz bırakanlar sonlarını hazırlıyorlar!
Helal olsun!
Erbakan’a sadakat ve Saadet Partisinin başında adam gibi sadakatli insanları görme isteği konusunda bir tek Milli Çözüm var!
Gerçekten helal olsun, var olunuz!
Sayın Ahmet Akgül.öncelikle yüreğine ve kalemine sağlık.Bu millete vede ümmete,1978 deki M.S.P.4.cü büyük kongresinde,bir siyonizim projesi olan,Korkut Özal’ın,Genel başkan yapılması olayonda kimlerin olduğunu ve onların bir kısmının hala yüksek düzeyli görevlerde olduğu konusunda da bir makale yazarsan,çok iyi olur sanırım.
Sayın Aydıngöz. Üstadımız bahse konu kişinin kirli ve çetrefilli işlerini ve ilişkilerini defaaten yazmışlardır.
Dergi arama butonuna isim yazarak arama yapıldığında ilgili yazıları kolaylıkla bulabilirsiniz.
Yine de size kolaylık olması için yazı linklerini aşağıdaki yoruma ekleyelim.
Ama öncesinde, dergimizde yayımlanan bir yazıdan küçük bir alıntı ekleyelim:
—
https://www.millicozum.com/mc/2011/haziran-2011/erbakan-ve-milli-cozum/
Tebrikler Milli Çözüm!
Ahmet Akgül Bey’in ve Milli Çözüm ekibinin katılmadığımız, fazla katı saydığımız kanaat ve tavırları olabilir. Ama tam 35 sene önceki yazdıkları, konuştukları ve kitaplarıyla bugün hala savundukları konular arasında hiçbir çelişki ve tutarsızlık göremezsiniz. Çünkü “değişmeyen doğruları” ölçü edinmişlerdir. Bazen “keşke biraz daha yumuşak ve sivrilikten uzak olsalardı” diye düşünüyorum, ama acaba çelik gibi olmasalardı bu kadar dik durabilirler miydi? Herhalde böylesine sert olmaları, netliklerinin ve mertliklerinin bir gereği ve göstergesi idi…
Ben, Ahmet Hocanın sohbetlerine katılmış, kitaplarından ve yazılarından oldukça yararlanmış, Onu yakinen tanıma fırsatı yakalamış birisi olarak kendimi şanslı görmekteyim. Bazen anlamadığımdan veya ağabey sandıklarımıza aldandığımdan dolayı aleyhinde konuştuklarım için de, özür dilemekteyim.
Şöyle bir hatırlayalım:
“Yok canım, bu kadarı da olmaz, Hoca’ya bu denli bağlı insanlar, yirmi sene aleyhine konuştukları ve hakaretler yağdırdıkları Recep Erdoğan’ın reklamcılığını yapmaz” sanılmıştı, ama sonunda Ahmet Akgül ve ekibi haklı çıkmıştı.
Evet, Türkiye’de şu son 40 yıl içerisinde sağcılar değişti, solcular değişti, Milli Görüşçü geçinenler değişti, ülkücüler değişti… Şeyhler değişti, mürşitler değişti, müritler değişti, Süleymancılar değişti, Fetullahçılar değişti… Hepsi rüzgarın yönüne ve konjonktürel süreçlere göre dönekleşti, ehlileşti, pardon, demokratikleşti!.. Bir zamanlar hiddetle ve şiddetle itiraz ettikleri; PKK söylemlerini, İsrail’in projelerini, AB’nin Haçlı isteklerini, şimdi hep bir ağızdan sürekli kendileri tekrar etmekteydi.. Dini yozlaştırmanın, dejenerasyona uğramanın, milli değer ve duyarlılıkları ucuza satmanın, kısaca gavurlaşmanın adı artık DEMOKRATİKLEŞMEYDİ!.. Bu ne sihirli, bu ne sinsi kelimeydi ve bu ne Siyonist bir hileydi… Ama asla değişmeyen, dengesini yitirmeyen, milli değerlerinden ve haysiyetlerinden taviz vermeyen, İslami ve insani kimliğinden vazgeçmeyen ve bu uğurda ezilmeyi, hakaret edilmeyi ve Allah için üzülmeyi, bir zarar değil en büyük kar ve kazanım kabul eden Milli Çözüm ekibini, şimdi yürekten kutluyorum, onlara hayranlık duyuyorum ve saygıyla selamlıyorum.
Ve Erbakan Hoca’nın her sohbetinin sonunda vurguladığı:
“Vel akibetü lilmuttakin – en onurlu ve huzurlu akıbet, muttakilerin olacaktır” hakikatini hatırlatarak, son veriyorum.
Doç. Dr. Muhittin Adnan ÇALIKUŞU
https://www.millicozum.com/mc/2021/aralik-2021/korkut-ozalin-erbakana-karsi-liste-cikardigi-r-tayyip-erdoganin-da-destek-ciktigi-1978-msp-kongresinde-ahmet-akgul-ustadimizin-tarihi-hizmetleri/
https://www.millicozum.com/mc/2004/ocak-2004/akpnin-perde-arkasi/
https://www.millicozum.com/mc/2017/eylul-2017/pazarlik-partisi-ve-palavra-iktidari/
https://www.millicozum.com/mc/2023/mart-2023/erbakanin-siyasi-uzlasi-ahlaki-ve-yeni-bir-iktidar-ihtiyaci-2/
https://www.millicozum.com/mc/2015/nisan-2015/onkibarin-carpitmalari-ve-erbakan-itiraflari/
https://www.millicozum.com/mc/2011/haziran-2011/erbakan-ve-milli-cozum/
https://www.millicozum.com/mc/2008/temmuz-2008/erbakanin-vefasizlari-ve-ahmaklarin-hazimsizligi/
https://www.millicozum.com/mc/2024/mayis-2024/bilge-ve-yigit-bir-sahsiyet-ornegi-2/
https://www.millicozum.com/mc/2010/aralik-2010/korkut-ozalin-garip-ilahili-duasi-ve-bazilarinin-turban-gicikligi-pakradun-kaynakli-miydi/
Akıl bir işin ardını görebilmektir derdi Aziz Erbakan Hocamız. Çok şükür Milli Çözüm var ki olayların ardını görebiliyoruz. Yoksa ekrana yansıyan meseleler üzerinden, sığ düşüncelerden kurtulmamız zor olurdu. Siyonizm denen şeytani sistemi iyi tanıyanların ancak sezebileceği tuzakları, bu sayede görmüş oluyoruz. Aksi takdirde pek çok kişi gibi “yok canım daha neler!” dememiz çok yadırganacak bir şey değildi elbette. İşte bu bakış açısı ve idrak sebebiyle, bugüne kadar Milli Çözüm hangi taşın altını işaret ettiyse işte orada muhakkak bir yahudi-şeytan oyunu ortaya çıkmıştı. Son olarak bu meselede bile bin delile rağmen hala “acaba mı?!” diyen, dönüp artık kendini sorgulamalıdır. Ümmetin imdadına yetişebilecek tek fikri ve siyasi organizasyon olan Milli Görüş hareketini yozlaştırıp, ortadan kaldırmak isteyenlere ne zaman ne de imkan tanıyacak halimiz kalmamıştır. Vakit kaybetmeye tahammül yoktur.
Erbakan Hocamızın siyonizm ve yahudilerle ilgili bir tespiti vardır: “Her taşın altında yahudi var demiyoruz. Fakat yahudi hiçbir taşın altını boş bırakmaz.” Milli Görüşçüler olarak bu gerçeği kavrayabilsek Milli Çözüm’ün ne demek istediğini zamanında anlamış olacağız. Bu dava Korkut Özallar, Abdullah Güller, Arınçlar, Tayyipler, Numan Kurtulmuşlar ve de ömrünün son demlerini saray kapılarında geçiren, AKP’ye Saadeti entegre edemeden, ancak ötekileştirici tavrıyla partimizi tekrar bölen ve Milli Görüş lideri Erbakan Hocamıza cihad paralarını zimmetine geçirdi diye hakaretlerini kusup sonra hayret alemine göçen Asiltürk’ler gördü. Hepsinin tek derdi vardı: Evin sahibine yani Erbakan’a, O’nun zihniyetine ve asıl takipçilerine, Adil Düzen fikriyatını hayatlarının merkezine alanlara ve böylece siyonizme tehdit olanlara kalmaması.
İşte Milli Çözüm olarak bu siyonist aktörlerin ve planlarının deşifre edilmesine rağmen hala uyanmak istemeyen bir kitle bulunmaktadır. Uyuyanı uyandırmak kolaydır, ancak uyanmak istemeyeni uyandırmak zordur. Herkesin tarafgirliği ile muamele göreceği günler de pek yakındır.
Bugünlerde görüldüğü gibi AKP sonrası merkez sağ ve muhalefet dizayn edilmektedir. Siyonizm Gelecek, Deva ve Saadet’i Gül çatısı altında toplanmak istemektedir. Yetiştirme bir küresel bürokrat olarak komşu ülke devlet başkanlarını nasıl CİA ağzıyla tehdit ettiği tarihi belgelerle ıspatlı olan Abdullah Gül’ü zaten defalarca Cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkarmaya çalışan Bilge!! Başkan’dan bilmekteyiz.
Acaba camiamız yetkililerinin bu söylenen Abdullah Gül planına sert ve yüksek bir sesle inkar ve itiraz etmemeleri yarın birgün şartlar değişir, biz dışarıda kalmayalım diye midir?
Hiç kurtuluşunuz yok, çünkü Elhamdulillah bu davanın Milli Çözüm’ü var.
Saadet Partisi Milli Görüş’ün adresi, Milli Çözüm ise kendisi idi. Çünkü Erbakan projelerini gündemine alan ve sahip çıkıp uygulanması için gecesini gündüzüne katan sadece Milli Çözüm idi. Bir şeyin veya kimsenin edebiyatını ve istismarını yapmak başka bir şey, gerçekten sahip çıkmak başka bir şeydi, işte Milli Çözümde gerçekten nasıl sahip çıkılır bunu gösteriyordu.
Dünyanın ve aynı zamanda ülkemizin geldiği son döneme bakacak olursak, herşey hızlanmış durumda idi. Dünya ve ülkemizin gündemi hergün değişmekteydi. Bu hızlandırılmış projeler içerisinde yahudinin at değiştirme operasyonu lazımdı. Son 20 sene yorulmuş olanların yerine taze güce ihtiyaç vardı. Bunun içinde en önemli ve tek hedef olan Saadet Partisininde işini bitirip üç parti içinde bu ekibe 4., 5. ortaklarda gerekirse katıp Milli Görüşün adresi olan Saadet Partisini eritip yok etme hesapları vardı. Amma elbette Allah’ında bir hesabı vardı, Allah tuzak kuranların en hayırlısı idi.
Büyük liderlerin en büyük özellikleri şu idi; daha az enerji harcayarak, kendi plan ve oyunlarını karşı rakibinin oyununun içine gizlemek ve rakibi kendi hesabı tıkır tıkır çalışıyor zannederek aslında büyük Liderin hesabına çalışmasıdır.
Rabbimiz siyonist şeytanın bütün hesaplarını boşa çıkartacak ve sadıkları sevindirip bayram yaptıracaktır.