YAHYA SİNVAR’LI HAMAS’A SAHİP ÇIKMAK,
TÜRKİYE’Yİ KORUMAKTIR!
Ama Maalesef İktidar Bu Duyarlılıktan Uzaktı!
Yahya Sinvar’ın askeri ve stratejik dehası.
1962’de Gazze Şeridi’ndeki Han Yunus Mülteci Kampı’nda doğmuşlardı. Çevresinde genellikle “Ebu İbrahim” olarak anılırdı. 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda ailesi Askalan’a taşındı. 1989’da, 2 İsrail askerini ve 4 yerli işbirlikçi haini öldürmesi üzerine tutuklandı ve 4 kez müebbet hapis cezası aldı ve tam 22 yıl İsrail cezaevlerinde kaldı. Bu süreçte, İbraniceyi (Yahudi dilini) çok iyi derecede öğrenmeyi başardı ve onların her türlü radyo ve TV yayınlarını ve köşe yazılarını dikkatle takip etmeye başladı. Bu önemli sırrını uzun zaman gizli tutarak, Siyonist görevlilerden kaptığı bilgileri, dışarıda organize ettiği HAMAS mücahitlerine aktardı. Sonunda 2006 yılında, oldukça stratejik önem taşıyan bir İsrailli istihbarat askerinin, Hamas mücahitlerince kaçırılıp rehin alınmasını planladı. Hapisten gönderdiği talimatla, özellikle ve çok derin bir gizlilikle saklanan bu İsrail istihbarat görevlisi (IDF askeri Gilad Shalit) karşılığında kendisi dahil 1026 tutuklu HAMAS mücahidinin hapisten çıkarılıp takas yapılmasını sağladı. (2011)
Şehit Haniye’den sonra, HAMAS’ın başına geçen Yahya Sinvar, 2015 yılında ABD tarafından terörist listesine alındı. Bunun üzerine 16 Mayıs 2018’de El-Cezire’de beklenmeyen bir açıklama yapan Yahya Sinvar “HAMAS’ın barışçıl ve uzlaşmacı Halk Direnişi” olacağını söyleyerek, HAMAS’ın doğrudan İsrail’le müzakerelere katılacağı yolunda bazı ülkeleri umutlandırmış ve Siyonistlerin kozlarını elinden alan stratejik bir adım atmıştı. 27 Mayıs 2021’de düzenlediği basın toplantısında, İsrail Savunma Bakanına, “Evine gidinceye kadar yürüyeceği ve bu bir saat içinde kendisine suikast düzenleyebilecekleri” çağrısı yapmış ve sokaklarda yürümekten sakınmamıştı. “7 Ekim 2023’te başlayan kutlu HAMAS baskınlarında esir alınan İsrailli rehineler karşılığı, Siyonist cezaevlerindeki tüm Filistinli mahkûmların serbest bırakılması” teklifini de Yahya Sinvar yapmıştı. Kimlerin, nerede ve nasıl esir alınıp nerelerde saklanacağını da kendisi saptamıştı. Yani Sinvar, hem cesaret ve dirayet sahibi bir komutan, hem siyasi ve stratejik dehaya sahip bir diplomattı.
ABD ve AB’nin (tüm Batı ülkelerinin) Ortadoğu’daki 11 Eylül’ü (İkiz Kuleler hezimeti) sayılan; 7 Ekim 2023 tarihindeki, HAMAS’ın İsrail’e aniden saldırıp şaşkınlığa uğratmasını da Yahya Sinvar’ın hazırladığı ortaya çıkmıştı. İşte bu ortamda, Türkiye samimiyet ve cesaretle Yahya Sinvar’a sahip çıkmaz ve İsrail’e göstermelik değil gerçekten tavır almazsa, bir nevi intihar etmiş sayılacaktı. Çünkü ne İran’ın ne Hizbullah’ın İsrail’e yapacağı hiçbir şey olmadığı açıktı. İran’ın, devlet onurunu kurtarmak için en küçük bir harekete geçmesi durumunda bile; ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’nın hücumuna uğraması kaçınılmazdı. İran bunlarla boğuşurken İsrail de Hizbullah dahil Lübnan’ın tamamını ve Suriye’yi alıp, bize karşı hazırlayıp silahlandırdıkları PKK Militanları üzerinden Türkiye’ye saldıracaklardı. Çünkü, Siyonist Kuduzların Arz-ı Mev’ud (vaad edilmiş kutsal toprakları) içerisinde, Türkiye’mizin Doğu ve Güneydoğusu da bulunmaktaydı. Yani Siyonist ve emperyalist odakların İran ve Lübnan saldırısından bir adım sonrası Türkiye olacaktı. Ve bu durumda Türkiye tüm şer güçler ve İsrail karşısında çaresiz kalacaktı. İşte bu nedenle bugün cesur ve onurlu bir çıkış yaparsa, hem Türkiye hem bölgemiz kurtulacaktı. Ama dindar kahraman(!) Erdoğan iktidarı, bu açık tehlikeyi bile anlamayacak, gerekli ve yeterli tedbirleri alamayacak kadar gafil ve ürkek davranmaktaydı. Bu nedenle Türkiye’nin acil sorunu bu kafalardan ve bu iktidardan kurtulup, acilen MİLLİ ÇÖZÜM’cü bir MİLLİ MUTABAKAT hükümetinin kurulmasıydı. Aksi halde, Türkiye’ye bir genel saldırı ihtimali bile zaten tıkanmış olan ekonominin altüst olmasına yol açacaktı. Bugün kendi ülkelerinde düşük faizle kredi alıp Türkiye’ye getirerek, bankalar üzerinden yüksek faizle milyarlarca dolarlık vurgun ve soygunla ülkelerine geri dönmeyi bekleyen 40 milyar dolarlık yabancı paranın böyle bir endişe karşısında hemen kaçacağı konuşulmaktaydı. Milli yatırım ve üretimi bırakıp dışarıdan gelen faiz vurguncusu bu sıcak paraya bel bağlayan Erdoğan iktidarının daha fazla dayanamayacağı anlaşılmaktaydı.
Yahya Sinvar, 1. Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı askerlerinden İngilizlere haber taşıyan Yahudi NİLİ casusluk teşkilatını kuran Romanya Siyonist’i Aaron Aaronsohn’dan çok daha akıllı ve başarılı bir mücahit Müslümandı!
Yahudilerin Filistin’deki “NİLİ” Casusluk Teşkilatı ve Tahribatları!
Birinci Dünya Savaşı esnasında Kanal (Süveyş) Cephesinde savaşan, İkinci Meşrutiyet devrinin önemli üç önderinden biri olan Cemal Paşa’nın savaş döneminde yanına (ve hatta yatağına kadar) sızmayı başaran, sadece Musevilerin yaşayabileceği bir ülke hayali kuran, bu yüzden de Cihan Harbi’nde İngiltere tarafını tutarak İngiliz istihbarat örgütüne çalışan, güzelliği dillere destan Musevi bir kadın casus Sarah Aaronsohn vardır.
1. Dünya Savaşı sırasında Musevi kızları, cephede savaşan İttihatçı komutan ve subayların zaaflarından faydalanmış; bu sayede onların askeri planlarını gizlice çalmış ya da ağızlarından olası askeri harekâta dair bilgiler koparmışlardı. Sarah’ın da görevi buydu. Sadece diğer Yahudi casuslara göre biraz daha tehlikeli bir kadındı. Cemal Paşa’nın planlarını çalarak en kısa zamanda telgrafla veya kendi casus şebekesi aracılığıyla İngiliz komutanlara ulaştırmaktaydı.
Bu İngiliz vatandaşı Yahudi casus, kendisine ve güzelliğine oldukça güvenen bir kadındı. Bu sayede Cemal Paşa’nın dahi aklını başından almıştı.
Aslında 1. Dünya Savaşı sırasında Filistin’de İngilizlerle çalışan Yahudi casuslar meselesi, Türkiye’deki siyaset ve savaş edebiyatına yeni girmiş sayılmazdı. Bir Yahudi şebekesinin adı olan NİLİ ve onun simgesi haline getirilen Sarah, 1930’larda yayımlanan bazı kitaplar yoluyla Türkiye kamuoyuna tanıtılmıştı. Ender rastlanan bu casusluk olayını kaleme alan zat, Birinci Dünya Savaşı sırasında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapan Cevat Rıfat Atilhan’dı. O, Filistin-Suriye Cephesinde Yıldırım Orduları Grubu’na bağlı Dördüncü Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşa’nın yaverliğini yapmıştı. Bir süreliğine ordu istihbaratının başına da atanmıştı.
Ve maalesef NİLİ casusluk şebekesinin mimarı olan Romanya Siyonist’i Aaron Aaronsohn, 4. Ordu Komutanı İttihatçı Cemal Paşa’nın danışmanı yapılmıştı!?
MOSSAD’ın atası olarak kabul edilen NİLİ örgütünün verdiği raporlar İngilizler tarafından Gazze Savaşları sırasında harfiyen uygulandı. Buna rağmen Türk askeri bu savaşlarda eşine az rastlanır bir kahramanlıkla Kudüs’ü korumayı başarmıştı. NİLİ casus örgütü Birinci Cihan Harbi sırasında Türklere karşı Romanya Siyonist’i Aaron Aaronsohn tarafından yapılandırılmıştı. Bu örgütün saha eylemlerini ise Aaron’un kız kardeşi Sarah Aaronsohn yürütüyordu. Bu örgüt, özellikle kadın ajanları kullanarak Türk subaylarının karargâhları, donanımları ve savaş hazırlıklarına dair taktik bilgileri toplayarak İngilizlere servis ediyordu.
Bilhassa meşhur İttihatçı Ahmet Cemal Paşa, bu örgütün yakın markajı altındaydı.
Cemal Paşa’ya dair her türlü istihbarat, İngilizler açısından büyük önem taşıyordu; çünkü o, Gazze’ye yönelik saldırısının savunmasını yapacak Osmanlı Paşasıydı. Osmanlı istihbaratı 1916 yılına kadar ne Aaron ne de Sarah hakkında yeterli malumat toplayamamıştı, işin doğrusu iki sene boyunca varlığından dahi haberdar olamamıştı.
Sarah ilk defa Osmanlı istihbaratının dikkatini eski eşi Hayim Abraham’ın deşifre edilmesi ile çekmiş durumdaydı. Hayim, doğrudan NİLİ adına hareket etmese de başka casusluk faaliyetlerine karışması eski eşi Sarah’ın da gözlenmesini sağlamıştı.
Dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü, nihayet 1917 yılında Adana’dan Gazze’ye uzanan bir bölgede bilhassa Avrupa’dan gelen Siyonist Yahudilerin birtakım istihbarat çalışmaları yaptığının farkına varmıştı.
Aslında Osmanlı Devleti daha evvel bölgede Yahudi ve Hristiyan Araplar tarafından desteklenen Mısır ve Kudüs civarında faaliyet gösteren casus örgütleri deşifre ederek gerekli tedbiri almıştı; ama Aaron öylesine dikkatli ve güçlü bir yapı kurmuştu ki faaliyetleri gizli kalmıştı.
Nihayet bu örgütün varlığı ve amaçları şöyle saptanmıştı:
1- Filistin’deki Afule İstasyonu’ndan rüşvetle subaylar elde edip, bu subaylar vasıtasıyla her gün Afule’den güneye geçen trenlerin adedini, asker, cephane, zahire, top ve tayyare miktarını ve nakliye araçlarını öğrenip İngilizlere ulaştırmak,
2- Der’a İstasyonu’nda subaylar ayarlamak ve 1. maddede belirtilen hususlarda istihbarat yapmak,
3- Kudüs’te nakliyat bulunup bulunmadığını ve orada askerin miktarını, taburların numaralarını ve kumandanların kim olduğunu saptamak,
4- Yafa, Nasıra, Akka, Hayfa, Seb’a, Ebu Seb’a ve civarlarında nakliyat olup olmadığını araştırmak,
5- Otomobil, araba ve şimendifer [tren] yollarının bulundukları mahalleri ve İtilaf Devletlerine yakın hükümet memurları ve subayların isimlerini içeren bir cetvel hazırlamak. Külliyetli paralar sarf ederek Osmanlı Hükümeti aleyhinde bir kıyam hazırlamak ve ahaliyi kaçırmak ve kışkırtmak,
6- İngilizlerin Hayfa’dan sahile çıkmalarını temin için bu kıyamı özellikle Şam ve Halep civarında hazırlamak,
7- Bu kıyamın hazırlanmasında Filistin’de özellikle Nasıra’da Yahudi Ruhbanlarla ve en çok Katolik Papazlarla temasta bulunmak,
8- İstasyonlarda kaç vagon ve makinenin mevcut olduğunu ve Alman tahtelbahirlerine (denizaltı) benzin vermek için Filistin sahillerinde belirlenmiş stratejik mevkileri öğrenip rapor yazmak.
Yahudi Casus Teşkilatı NİLİ’nin en büyük gücü; İttihat ve Terakki içerisinde ve Osmanlı bürokrasisinde ciddi bir rüşvet ağı oluşturmuş olmasıydı.
Kimi memurların ve subayların, İttihatçı kafasıyla Devlete muhalif olmaları, bazılarının da paraya satılmaları sebebiyle bu örgütün kucağına düşmüş durumdalardı. Tüm bu zorluklara ve yozlaşmalara rağmen İttihat ve Terakki iktidarı Sultan Abdülhamid’in kurduğu istihbarat teşkilatından yararlanmaktaydı. Teşkilat-ı Mahsusa, bu anlamda son derece kesif adımlar atabilecek kabiliyette bir yapıydı ve Cemal Paşa da konuyla yakından alâkadardı; çünkü örgütün nihai hedefinin kendisi olduğunun farkındaydı.
Örgütün önemli elemanlarından Yosef Lishansky’in deşifre edilerek sorgulanması NİLİ’ye büyük bir darbe indirmişti. Artık gerisi çorap söküğü gibi gelecekti. Çember giderek daralmış ve Aaron Aaronsohn, Osmanlı İstihbaratının kadrajına girmişti; ama saha eylemlerinin kilit ismi olan Sarah’ın yanlış konumlandırılması örgüte gereken darbenin indirilmesini geciktiren en önemli nedendi. Sarah, Aaron’un kız kardeşi ve tüm eylemlerin asıl görevlisiydi. Dişiliğini kullanmaktan da asla çekinmemişti. Oysa Türkler, bir kadının bu denli kritik bir görevde olabileceğini aklına dahi getirmemişti.
Bir diğer hata ise, bu örgütün tehlikeli faaliyetlerini Osmanlı İstihbaratının hafife almış olmasıydı.
Daha önceki Yahudi casus örgütleri topladıkları çeşitli bilgileri Hristiyan Araplara vererek faaliyet göstermekteydi. Ama NİLİ’nin doğrudan irtibatta olduğu kişi, İngiltere’nin Mısır Seferi Kuvvetleri Komutanı General Edmund Allenby‘nin bizzat kendisiydi. Türk istihbaratı, Sarah’ın önemini anladığında bölgede geniş çaplı bir aramaya girişmişti, ama Sarah yakalanmadan önce silahı ile kendisini başından vurarak intihar etmişti. Onun intiharı yalnızca örgütü korumak için değildi, İngilizlerin başlatacağı Gazze Operasyonu ile alâkalı hayati bilgileri General Allenby’ye vermesi nedeniyleydi. Yani Sarah, Gazze düşebilsin diye kendi canını feda etmişti.
Bu örgütü deşifre eden Ahmet Cemal Paşa, Türk askerine şu talimatı yollamıştı:
1- Filistin’de sahil mıntıkasını muhafaza eden birlikler, “kemiyet ve keyfiyet (sayı ve yetenek)” itibarıyla çok zayıftır. Takviye olunmalıdır.
2- Güneş’in batmasından bir saat sonrasından itibaren sahile giden yolların kullanılması yasaklanacaktır.
3- Türk Sefer Kuvvetleri Kumandanlığı, çöl mıntıkası dahilinde bizim tarafımızdan düşman tarafına, düşman tarafından da bizim tarafımıza geçişlere mâni olacaktır.
4- Gündüzleri balığa çıkanların sandalları, geceleyin muayyen bölgelerde kontrol altında tutulacaktır.
Bu Yahudi casus kadın Sarah’ın ölümünden sonra NİLİ örgütünden 14 kişi idam cezasına çarptırıldı. İdam edilmeyenler ise Anadolu’ya sürgün edildi; ama örgütün çoğu mensubu Kahire’ye kaçmayı başarmıştı.
MOSSAD’ın atası olarak kabul edilen NİLİ örgütünün verdiği raporlar İngilizler tarafından Gazze Savaşları sırasında harfiyen uygulanmıştı. Buna rağmen Türk askeri bu savaşlarda eşine az rastlanır bir kahramanlıkla kenti korumayı başarmışlardı. İsrail hükümetinin, son aldığı kararlardan birisiyle Gazze’ye sızma operasyonları yapacak birliklerine “NİLİ” adını vermesi bir tesadüf sanılmasındı. Bu örgütün faaliyetleri ile İngilizler ve bölgedeki Yahudiler birbirine daha da yakınlaşmış, bölge Türklerden arındırıldıktan sonra daha kurumsal istihbarat faaliyetlerinde Siyonistlerden yararlanılmıştı.
İsrail bir Terör devleti olarak kurulduktan sonra en büyük gücü ise MOSSAD olacaktı. Ama Yahya Sinvar ve HAMAS’ın askeri kanadı El-Kassam Tugayları komutanları, bu MOSSAD’ı defalarca şaşırtmış ve başarısız bırakmışlardı…
Özetle:
Casusluk tarihinde en gizemli sayılan ve hakkında en çok konuşulan istihbarat örgütlerinden olan, Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin-Suriye Cephesi’nde faaliyetler yapan, NİLİ adıyla tanınan bu Yahudi örgüt, Siyonizm’in bir ürünüydü ve onların “arz-ı mev’ud” dedikleri Filistin topraklarında bağımsız bir “Yahudi Devleti” kurma hedefiyle yola çıkmıştı. NİLİ, bu bağlamda tüm planlarını Filistin’in Osmanlı hâkimiyetinden çıkarılması ve İngiliz kontrolüne alınması yönünde yapmıştı. Bunun anlamı şuydu: Savaşta Filistin’i savunan Osmanlı ordusu hakkında İngilizlere istihbarat sağlamak ve cephede Osmanlı ordusunun direncini kırmaktı. NİLİ, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesini hızlandıran, Filistin Cephesi’nde savaşın kaybedilmesini hazırlayan aktörlerden birisi konumundaydı. NİLİ, neredeyse yüz yıl Türk kamuoyundan saklanmıştı. NİLİ örgütünün deşifre edilmesinde büyük emeği geçen Yüzbaşı Cevat Rifat Bey’in [Atilhan] henüz 1930’larda yayımladığı anıları, maalesef kamuoyunda beklenen uyanışı sağlayamamıştı. Atilhan’ın ateşli Yahudi aleyhtarlığı ve hakkında yapılan olumsuz propagandalar, söz konusu anıların gerçekliğini perdeleyen önemli bir etki yapmıştı. Halbuki Atilhan, NİLİ casuslarının isimlerini, çalışma yollarını, nerede ve nasıl örgütlendiklerini gayet veciz bir anlatımla ortaya koymaktaydı.
Yahudi kamuoyu, 1948’de İsrail’in kurulmasından sonra NİLİ casusluk örgütünü bir iftihar ve gurur vesilesi olarak anlatmaya başlamıştı. NİLİ hakkında birçok kitap ve makale kaleme alınırken aslında dünya kamuoyuna “Biz İsrail’i hak ettik, çünkü bedeller ödedik” mesajı ulaştırılmıştı. Yazdıkları, bazı mahfillerin karalamasıyla daima şüpheyle karşılanan Atilhan’ın anlattıkları ise, yıllar sonra bizzat Yahudi kamuoyu tarafından ortaya konulmaktaydı. Ancak, İsrail’i 1949’da bir realite olarak kabul eden Türkiye’de bu gizemli konu pek açığa vurulmamıştı.
Türk basınında NİLİ hakkında bazı bölük pörçük anlatılar olmakla birlikte, örgüt hakkında önemli araştırmalar MİLLİ ÇÖZÜM Dergisi’nce yapılmış ve yayımlanmış ve ilk akademik çalışma Atatürk Araştırma Merkezi tarafından yapılmıştır. Yerli ve yabancı kaynaklar ışığında yapılan çalışma, başka çalışmalara da önayak olmuş ve NİLİ, kamuoyunda daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. NİLİ’nin hikâyesi Osmanlı topraklarında yaşanmıştır. Dolayısıyla NİLİ’yi anlamak için, öncelikle yerli arşivleri etkin şekilde kullanmak lazımdı. Osmanlı arşivlerine müracaat edilmeden yapılacak her çalışma NİLİ hakkında yetersiz kalacaktı.
1915’te kurulan NİLİ casusluk örgütü, 1917 yılının başlarına kadar Osmanlı istihbaratından ve gafil İttihatçılardan gizlenmeyi başarmıştır. 1916 ortalarında Aaron Aaronsohn’a Avrupa’ya bilimsel amaçlı seyahat vizesi veren İttihatçılar, Aaron’un Siyonist hedefler peşinde koştuğunun farkında olamamışlardır. Veya bazı Masonların ve dönmelerin güdümündeki makamlarca özellikle korunmuşlardır. Aaron’un Mısır’da İngiliz istihbarat üssünde Filistin’deki casusluğu idare ettiği anlaşıldığında Aaron için yapılacak bir şey kalmamıştır. Cemal Paşa’nın 1917’nin mart ayına tarihlenen istihbarat raporunda, Filistin’de Yahudilerce idare edilen gizemli bir casusluk şebekesi tamamen açığa vurulmaktadır. Örgütün faaliyetleri ve yöntemleri dikkate alındığında bunun NİLİ olduğu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Osmanlı istihbaratı, 1917’nin sonlarında NİLİ’nin kurucu kadrosunu büyük ölçüde deşifre etmeyi başarmıştır. Sarah Aaronsohn’un; Aaron Aaronsohn’un “kızı” olduğu yanılgısına düşülse de (çünkü kız kardeşidir) ikilinin casusluk işlerindeki stratejik ilişkisi çözülmüş durumdadır. Osmanlı Polisi, Sarah’ın Hayim Abraham’la olan evlilik cüzdanına ve onun Yosef Lishansky’nin metresi olduğuna kadar örgütün komplike ilişkilerine vâkıf durumdadır.
Lider kadrodan Yosef Lishansky ve Naaman Belkind’in yakalanmasıyla birlikte NİLİ ve bağlantıları hakkında önemli bilgilere ulaşılmıştır. Özellikle, Yosef Lishansky’den elde edilen bilgiler, diğer ayrılıkçı Yahudi örgütlerinin deşifre edilmesine de yaramıştır. Genel hatlarıyla açıkladığımız ve İsrail’in kuruluşunda önemli roller üstlenmiş bazı liderlerin de mensubu olduğunu saptadığımız Hashomer Cemiyeti, her bakımdan araştırmaya değecek gizemli bir konu olma özelliğini taşımaktadır.
16 Ekim 2024 tarihinde Kuduz İsrail’in Gazze’deki masum Filistinlileri katletmek üzere bombalar yağdırıp bir evi yıktıklarında, orada bulunan Mücahit kahraman Yahya Sinvar da şehit olanlar arasındaydı. Ve Siyonist İsrail Hamas’ın değil, kendi sonunu hazırlamaktaydı…
Acilen MİLLİ ÇÖZÜM’cü bir MİLLİ MUTABAKAT hükümeti kurulmalıdır!
ABD ve AB’nin (tüm Batı ülkelerinin) Ortadoğu’daki 11 Eylül’ü (İkiz Kuleler hezimeti) sayılan; 7 Ekim 2023 tarihindeki, HAMAS’ın İsrail’e aniden saldırıp şaşkınlığa uğratmasını da Yahya Sinvar’ın hazırladığı ortaya çıkmıştır.
İşte bu ortamda, Türkiye samimiyet ve cesaretle Yahya Sinvar’a sahip çıkmaz ve İsrail’e göstermelik değil gerçekten tavır almazsa, bir nevi intihar etmiş sayılacaktır.
Çünkü ne İran’ın ne Hizbullah’ın İsrail’e yapacağı hiçbir şey olmadığı açıktır.
İran’ın, devlet onurunu kurtarmak için en küçük bir harekete geçmesi durumunda bile; ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’nın hücumuna uğraması kaçınılmazdır.
İran bunlarla boğuşurken İsrail de Hizbullah dahil Lübnan’ın tamamını ve Suriye’yi alıp, bize karşı hazırlayıp silahlandırdıkları PKK Militanları üzerinden Türkiye’ye saldıracaklardır.
Çünkü, Siyonist Kuduzların Arz-ı Mev’ud (vaad edilmiş kutsal toprakları) içerisinde, Türkiye’mizin Doğu ve Güneydoğusu da bulunmaktadır.
Yani Siyonist ve emperyalist odakların İran ve Lübnan saldırısından bir adım sonrası Türkiye olacaktır.
Ve bu durumda Türkiye tüm şer güçler ve İsrail karşısında çaresiz kalacaktır.
İşte bu nedenle bugün cesur ve onurlu bir çıkış yaparsa, hem Türkiye hem bölgemiz kurtulacaktır.
Ama dindar kahraman(!) Erdoğan iktidarı, bu açık tehlikeyi bile anlamayacak, gerekli ve yeterli tedbirleri alamayacak kadar gafil ve ürkek davranmaktadır.
Bu nedenle Türkiye’nin acil sorunu bu kafalardan ve bu iktidardan kurtulup, acilen MİLLİ ÇÖZÜM’cü bir MİLLİ MUTABAKAT hükümetinin kurulmasıydı.
Aksi halde, Türkiye’ye bir genel saldırı ihtimali bile zaten tıkanmış olan ekonominin altüst olmasına yol açacaktır.
Bugün kendi ülkelerinde düşük faizle kredi alıp Türkiye’ye getirerek, bankalar üzerinden yüksek faizle milyarlarca dolarlık vurgun ve soygunla ülkelerine geri dönmeyi bekleyen 40 milyar dolarlık yabancı paranın böyle bir endişe karşısında hemen kaçacağı konuşulmaktadır.
Milli yatırım ve üretimi bırakıp dışarıdan gelen faiz vurguncusu bu sıcak paraya bel bağlayan Erdoğan iktidarının daha fazla dayanamayacağı anlaşılmaktadır.
Türkiye samimiyet ve cesaretle Yahya Sinvar’a sahip çıkmaz ve İsrail’e göstermelik değil gerçekten tavır almazsa, bir nevi intihar etmiş sayılacaktı. Çünkü ne İran’ın ne Hizbullah’ın İsrail’e yapacağı hiçbir şey olmadığı açıktı. İran’ın, devlet onurunu kurtarmak için en küçük bir harekete geçmesi durumunda bile; ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’nın hücumuna uğraması kaçınılmazdı. İran bunlarla boğuşurken İsrail de Hizbullah dahil Lübnan’ın tamamını ve Suriye’yi alıp, bize karşı hazırlayıp silahlandırdıkları PKK Militanları üzerinden Türkiye’ye saldıracaklardı. Çünkü, Siyonist Kuduzların Arz-ı Mev’ud (vaad edilmiş kutsal toprakları) içerisinde, Türkiye’mizin Doğu ve Güneydoğusu da bulunmaktaydı. Yani Siyonist ve emperyalist odakların İran ve Lübnan saldırısından bir adım sonrası Türkiye olacaktı. Ve bu durumda Türkiye tüm şer güçler ve İsrail karşısında çaresiz kalacaktı. İşte bu nedenle bugün cesur ve onurlu bir çıkış yaparsa, hem Türkiye hem bölgemiz kurtulacaktı. Ama dindar kahraman(!) Erdoğan iktidarı, bu açık tehlikeyi bile anlamayacak, gerekli ve yeterli tedbirleri alamayacak kadar gafil ve ürkek davranmaktaydı. Bu nedenle Türkiye’nin acil sorunu bu kafalardan ve bu iktidardan kurtulup, acilen MİLLİ ÇÖZÜM’cü bir MİLLİ MUTABAKAT hükümetinin kurulmasıydı.
Türkiye’nin acil sorunu bu kafalardan ve bu iktidardan kurtulup, acilen MİLLİ ÇÖZÜM’cü bir MİLLİ MUTABAKAT hükümetinin kurulmasıydı.
Şehit Haniye’den sonra, HAMAS’ın başına geçen Yahya Sinvar 2015 yılında ABD tarafından
terörist listesine alındı. Bunun üzerine 16 Mayıs 2018’de El-Cezire’de beklenmeyen bir açıklama
yapan Yahya Sinvar “HAMAS’ın barışçıl ve uzlaşmacı Halk Direnişi” olacağını söyleyerek,
Hamas’ın doğrudan İsrail’le müzakerelere katılacağı yolunda bazı ülkeleri umutlandırmış ve
Siyonistlerin kozlarını elinden alan stratejik bir adım atmıştı. 27 Mayıs 2021’de düzenlediği basın
toplantısında, İsrail Savunma Bakanı’na, “Evine gidinceye kadar yürüyeceği ve bu bir saat
içinde kendisine suikast düzenleyebilecekleri” çağrısı yapmış ve sokaklarda yürümekten
sakınmamıştı. “7 Ekim 2023’te başlayan kutlu HAMAS baskınlarında esir alınan İsrailli rehineler
karşılığı, Siyonist cezaevlerindeki tüm Filistinli mahkûmların serbest bırakılması” teklifini de
Yahya Sinvar yapmıştı. Kimlerin, nerede ve nasıl esir alınıp nerelerde saklanacağını da kendisi
saptamıştı. Yani Sinvar, hem cesaret ve dirayet sahibi bir komutan, hem siyasi ve stratejik
dehaya sahip bir diplomattı.
*****************************************
Siyonist ve emperyalist odakların İran ve Lübnan saldırısından bir adım sonrası Türkiye
olacaktı. Ve bu durumda Türkiye, tüm şer güçler ve İsrail karşısında çaresiz kalacaktı. İşte bu
nedenle bugün cesur ve onurlu bir çıkış yaparsa, hem Türkiye hem bölgemiz kurtulacaktı. Ama
dindar kahraman(!) Erdoğan iktidarı, bu açık tehlikeyi bile anlamayacak, gerekli ve yeterli
tedbirleri alamayacak kadar gafil ve ürkek davranmaktaydı. Bu nedenle Türkiye’nin acil sorunu bu kafalardan ve bu iktidardan kurtulup, acilen MİLLİ ÇÖZÜM’cü bir MİLLİ MUTABAKAT hükümetinin kurulmasıydı. Aksi halde, Türkiye’ye bir genel saldırı ihtimali bile zaten tıkanmış olan ekonominin altüst olmasına yol açacaktı.
*****************************************
İsrail bir Terör devleti olarak kurulduktan sonra en büyük gücü ise Mossad
olacaktı. Ama Yahya Sinvar ve HAMAS’ın askeri kanadı El-Kassam Tugayları komutanları, bu
MOSSAD’ı defalarca şaşırtmış ve başarısız bırakmışlardı…
İşte bizzat Aziz Erbakan Hocamızın o tarihi ve talihli hatırlatmaları:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki; TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!” (NİSAN 1980)
İSLAMIYETİN KURTULUŞU VE TÜRKİYE KALESİNİN KURTULUŞ REÇETELERİ!
Yıllardır kendisini namaz kılan bir lider olarak gösteren sayın Recep Tayyip Erdogan malisef ki İncirlik hava üssünün Irak savaşında Abd (israil) ‘e açması neticesinde Arap baharı safsatasıyla hizmet etmesi sonucu sayısız zulümlere önayak olmuştur…Esasen İslam beldelerine sahip çıkması beklenmekteyken Abd politikalarına sahip çıkmıştır ve kimlere hizmet ettiğini herkese göstermıştir….Şimdi böyle bir liderden bizler Filistine sahip çıkmasını malisef bekleyemeyiz ….Üstün teknolojilere sahip olmamıza rağmen bunları kullandırmama vebalinide taşıyorlar…
Allah CC ordu yetkililerimize feraset lütfeylesin…Bu kutlu yolda hayırlı hizmetler lütfenlesin…Amin
Hamas’lı mücahitler müslümanların izzetini şerefini fiilen kutarmakta. Milli Çözüm ise bunun fikri mücadelesini vermiş ve halen vermektedir. İttihat ve Terakki gerek kasıtlı gerekse zaafları olan yetkililerin gevşeklikleri yüzünden koskoca bir devleti ve milleti perişan etmişlerdir. O süreçte Kuvayı milliye ruhu canlanarak son kalemiz Türkiyemiz düşmandan kurtarılmıştır. İşbirlikçi akp iktidarı ise İttihat ve Terakki’nin din kılıfı geçirilmiş halidir. O günkü Kuvayı milliye ruhunun bugünkü karşılığı ise Milli Çözüm düşüncesidir. Milli Çözüme derhal kulak verilmeli ve Milli Mutabakat Hükümeti kurulmalıdır.
Kalemine sağlık.
MİLLİ ÇÖZÜM UNUTMAZ!
ABD, İran – İsrail gerilimi sonrası donanmasının üçte birini Doğu Akdeniz ve Basta Körfrzine yerleştirdi PKK Suriye’de yüz binin milatını olan sözde ordu kurdu.
ABD, PKK’ya hava savunma sistemleri dahi tedarik ediyor ve özel olarak eğitiyor!
ABD ile TCG Anadolu Gemimiz Tatbikat yapıyor ve halkımızdan gizleniyor!
ABD savaş gemisi İzmir Limanına demirledi…
Hükümet uyuyor, halkı uyutuyor!
Milli Çözüm uyumaz, uyutulmaz, unutmaz ve atlatılmaz! Hükümet bunu unutuyor!
Geçmişi unutmayacağız, aynı vartalara yuvarlanmayacağız.
Toprak ayaklarımızın altından kayıyor.
Filistinli Mücahidleri, mazlumları, İslam’ın onurunu ve bütün insanlığı kurtarabilecek tek oluşum; Erbakan çizgisinden asla sapmamış, Adil Düzen Projesini savunmaktan hiç vazgeçmemiş, Allah’tan başkasına eğilmemiş Milli Çözüm zihniyetidir! Kuva-i Milliye ruhu ile Milli Mütabakat Hükümeti kuracak, topraklarımıza göz dikenlerin gözleri oyulacaktır. Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!
HAMAS İSLÂM’IN ÇANAKKALE’Sİ DİR
Ahzab Suresi 23
Mü’minlerden öyle (mert ve metin) er kişiler vardır ki, Allah üzerine yaptıkları ahde (iman, itaat ve cihad sözlerine) sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirip (Hakk uğrunda canını vermiştir), kimi de (gönülden cenneti ve şehadeti umup) beklemektedirler. Onlar hiçbir vazgeçme ve yan çizme (bedel ve bahanesi) ile (Allah adına verdikleri sözlerini) değiştirmemişlerdir.
Fetih Suresi 29
(Elbette ve kesinlikle Hz.) Muhammed (SAV) Allah’ın Resulüdür; beraberinde bulunanlar (ve kıyamete kadar Onun yanında ve yolunda olanlar) da; inkârcı (zalimlere) karşı şiddetli (cesaretli, mert ve metin), kendi aralarında ise (gayet müsamahalı ve) merhametlidirler. Onları rükû ve secde ederek (her hizmet ve ibadetlerinde sadece) Allah’ın fazlını (lütfu ihsanını) ve rızasını ararken görürsün. Onların nişanları, (nurlu) yüzlerindeki secde izleridir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Sanki bir ekin (tohum kabuğunu) yarıp filizlerini çıkarmış, gittikçe onu (bitki fidesini ve gövdesini) kuvvetlendirerek kalınlaşmış, derken sapları üzerine doğrulup boy atmıştır. Ki bu durum (emek çeken) ziraatçıların da hoşuna gider. Allah’ın (mü’minleri ve İslami hareketleri böyle tedricen geliştirip güçlendirmesi) bunlarla kâfirleri öfkelendirmek (ve zalimleri kahretmek) içindir. (Ama onlardan, sonunda inadından ve inkârından dönüp) İman eden ve salih ameller işleyenlere Allah (yine de) mağfiret ve büyük mükâfat va’ad etmiştir.
KIBRISI KURATARAN ERBAKAN KARARLILIĞI, GAZZE’Yİ DE KURTARACAKTIR. ADİL DÜZENE DAYALI YENİ BİR DÜNYAYI DA KURACAKTIR İNŞALLAH.
Türkiye samimiyet ve cesaretle Yahya Sinvar’a sahip çıkmaz ve İsrail’e göstermelik değil gerçekten tavır almazsa, bir nevi intihar etmiş sayılacaktı. Çünkü ne İran’ın ne Hizbullah’ın İsrail’e yapacağı hiçbir şey olmadığı açıktı. İran’ın, devlet onurunu kurtarmak için en küçük bir harekete geçmesi durumunda bile; ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’nın hücumuna uğraması kaçınılmazdı.
İran bunlarla boğuşurken İsrail de Hizbullah dahil Lübnan’ın tamamını ve Suriye’yi alıp, bize karşı hazırlayıp silahlandırdıkları PKK Militanları üzerinden Türkiye’ye saldıracaklardı. Çünkü, Siyonist Kuduzların Arz-ı Mev’ud (vaad edilmiş kutsal toprakları) içerisinde, Türkiye’mizin Doğu ve Güneydoğusu da bulunmaktaydı. Yani Siyonist ve emperyalist odakların İran ve Lübnan saldırısından bir adım sonrası Türkiye olacaktı.
Ve bu durumda Türkiye tüm şer güçler ve İsrail karşısında çaresiz kalacaktı. İşte bu nedenle bugün cesur ve onurlu bir çıkış yaparsa, hem Türkiye hem bölgemiz kurtulacaktı. Ama dindar kahraman(!) Erdoğan iktidarı, bu açık tehlikeyi bile anlamayacak, gerekli ve yeterli tedbirleri alamayacak kadar gafil ve ürkek davranmaktaydı.
Bu nedenle Türkiye’nin acil sorunu bu kafalardan ve bu iktidardan kurtulup, acilen MİLLİ ÇÖZÜM’cü bir MİLLİ MUTABAKAT hükümetinin kurulmasıydı. Aksi halde, Türkiye’ye bir genel saldırı ihtimali bile zaten tıkanmış olan ekonominin altüst olmasına yol açacaktı.
Gerçek şu ki, onlar (zalimler ve hainler, mü’minlere ve İslami girişimlere karşı) hileli planlar kurdular (ve kuracaklardır). Oysa eğer onların (şeytani) hile ve hazırlıkları, dağları yerinden oynatıp kaydıracak (zelzeleler oluşturacak derecede bugün nükleer silahlara ve teknolojik imkânlara dayanmış) olsa bile, Allah katında da (kesinlikle onları boşa çıkaracak ve etkisiz kılacak kudret) planları ve programları vardır! (Allah zalim güçlerin mekir ve tuzaklarını kendi başlarına saracaktır.) (İbrahim -46)
Türkiye’nin sınırlarının korunması Filistin sınırlarından başlar. Filistin davasında Abbas ile irtibat kuran, Yahya Sinvar’ı yok sayan AKP hükümeti açıkça İsrail’e hizmet etmektedir.
Türkiye’nin kurtuluşu Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanının o makama oturması ve Milli Kuvay-ı Milliye ruhu ve şuuruyla Milli Mutabakat hükümetinin acilen kurulmasına bağlıdır. Namus ancak böyle korunabilecektir. Aksi halde takım elbiselerle korunamayan hudutlar postallarla korunmak zorunda kalınacaktır. Bu dirayet ve inanç maalesef mevcut takım elbiseli bakiyede bulunmamaktadır. Aksine her alanda işgal kolaylaştırılılmaktadır. Ülkeyi ekonomik, siyasi, askeri ve her alanda yabancı işgaline açık hale getirilen işbirlikçi akp iktidarından ve onun nihai hedefi ülkemizin işgali olan BOP projesinin eşbaşkanlığı görevini yapan genel başkanından acilen kurtulması gerekmektedir.
“İşte bu ortamda, Türkiye samimiyet ve cesaretle Yahya Sinvar’a sahip çıkmaz ve İsrail’e göstermelik değil gerçekten tavır almazsa, bir nevi intihar etmiş sayılacaktı. Çünkü ne İran’ın ne Hizbullah’ın İsrail’e yapacağı hiçbir şey olmadığı açıktı. İran’ın, devlet onurunu kurtarmak için en küçük bir harekete geçmesi durumunda bile; ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’nın hücumuna uğraması kaçınılmazdı. İran bunlarla boğuşurken İsrail de Hizbullah dahil Lübnan’ın tamamını ve Suriye’yi alıp, bize karşı hazırlayıp silahlandırdıkları PKK Militanları üzerinden Türkiye’ye saldıracaklardı. Çünkü, Siyonist Kuduzların Arz-ı Mev’ud (vaad edilmiş kutsal toprakları) içerisinde, Türkiye’mizin Doğu ve Güneydoğusu da bulunmaktaydı. Yani Siyonist ve emperyalist odakların İran ve Lübnan saldırısından bir adım sonrası Türkiye olacaktı. Ve bu durumda Türkiye tüm şer güçler ve İsrail karşısında çaresiz kalacaktı. İşte bu nedenle bugün cesur ve onurlu bir çıkış yaparsa, hem Türkiye hem bölgemiz kurtulacaktı. Ama dindar kahraman(!) Erdoğan iktidarı, bu açık tehlikeyi bile anlamayacak, gerekli ve yeterli tedbirleri alamayacak kadar gafil ve ürkek davranmaktaydı. Bu nedenle Türkiye’nin acil sorunu bu kafalardan ve bu iktidardan kurtulup, acilen MİLLİ ÇÖZÜM’cü bir MİLLİ MUTABAKAT hükümetinin kurulmasıydı. Aksi halde, Türkiye’ye bir genel saldırı ihtimali bile zaten tıkanmış olan ekonominin altüst olmasına yol açacaktı.”
Düşman büyük lakin fitnesi zayıf…
Tarihin gördüğü büyük zulümleri, yeryüzünün her noktasında yaşıyoruz. Genelde tüm mazlumların, özelde ise Müslümanların kara yüzyılı diyebileceğimiz bu uzun dönem, her gün daha da fenalaşarak sürüyor. Bu büyük zulüm düzeninin vesvesecisi şeytan ve onun en büyük ortağı siyonizm; yenilmez, yıkılmaz, baş edilmez gibi davranak insanların zihninde, olduğundan daha büyük bir resim ortaya koymaya çalışıyor. Aziz Erbakan Hocamızın, pek çok anlatısında; “Ben size siyonizmi tanıyın, düşmanınız kimdir diye bunları anlatıyorum. Yoksa, kuvvet ve kudret sahibi Cenabı Hak’tır. Cenabı Hakk’ın kuvvet ve kudreti karşısında tüm bu zalimlerin bir hükmü yoktur.” ifadeleri geçmektedir. Bu ifadeleri nasıl anlamamız gerektiği noktasında ise bu yazıda olduğu gibi Üstad Ahmet Akgül Hocamızın okuyan herkesin anlayacağı ve ancak marazlıların inkar ve itiraz edeceği gerçekleri veciz ifadeler istifademize sunduğu pek çok örnek vardır. Evet düşman örümcek ağı gibi her yeri sarmıştır. Tüm noktalarda ya kendisi vardır ya da öz evladından daha sadık işbirlikçi uşakları. Bu, bize göre dev gibi cüssenin ilk bakışta herkesi sarması da muhtemeldir. Ancak bu bakış açısı yine Ahmet Hocamızın ifadesiyle “meseleleri Allah ile birlikte düşünmemekten” ileri gelen bir bakış açısıdır. Ya gerçek nedir? Bunların köpük-kabuk misali yapılar olduğunu basiret ve feraset sahibi olanlar çok rahat görür. İşte şu Gazze’deki mesele bunun örneğidir. Bu şeytan tohumu İsrail yukarıdan tüm gücüyle ne kadar bomba atsa da aşağıda kuyruğu bacaklarının arasına sıkışmıştır. 15 yıldır başta İsrail uşağı Suud hükümetinin ve tüm emperyalist güçlerin saldırdığı Yemen, hala insanların açlıktan öldüğü Yemen, Kızıldeniz’de İsrail’e ticarete giden gemileri tek başına engellemiş ve hepsinin başını tek başına ezmişti elhamdülillah. İşte, nice yoklukları varlığa çeviren Rabbimiz, yine Nemrutları ve ülkemizdeki diğer 56 İslam ülkesindeki gibi işbirlikçilerini rezil edecek; Halili Hz İbrahim misali ümmetin ve mazlumların yandığı ateşi cennet bahçesine çevirecektir. Görelim bakalım… Görelim ki bir avuç mücahit ümmetin onurunu nasıl kurtacaktır inşallah. Görelim bakalım, fikri dönüşümü Aziz Erbakan Hocamızın projeleriyle başlayan bu kutlu dönemin fiili dönüşü nasıl olacaktır.
Hak ve Batıl mücadelesinde ve Uluslararası alandaki çok boyutlu mücadele yöntemlerinde İstihbarat kurumlarının ne kadar önemli oldğunu bir kez daha görmüş olduk.. Kur’anı Kerim bu konuda belki de iman, mücadele ve akıl ehline şöyle bir ipucu vermektedir!
Rahman ve Rahim Allahın Adıyla
(Bunun üzerine) Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip: “Ey Musa, (Firavun’un sarayında) önde gelen (idareciler dünkü cinayet hadisesinin sorumlusu olarak) seni öldürmek konusunda, kendi aralarında görüşüp karar vermekteler… Durma artık buradan çık git, ben sana iyi niyetle öğüt verenlerdenim” diye (uyarmıştı).
[Not: Belki de bu zat, Firavun’un derin devletine sızmış olan Hz. Hızır’dı.]
Kasas Suresi 20
7 Ekim 2023 tarihindeki, HAMAS’ın İsrail’e aniden saldırıp şaşkınlığa uğratmasını da Yahya Sinvar’ın hazırladığı ortaya çıkmıştı. İşte bu ortamda, Türkiye samimiyet ve cesaretle Yahya Sinvar’a sahip çıkmaz ve İsrail’e göstermelik değil gerçekten tavır almazsa, bir nevi intihar etmiş sayılacaktı. Çünkü ne İran’ın ne Hizbullah’ın İsrail’e yapacağı hiçbir şey olmadığı açıktı. İran’ın, devlet onurunu kurtarmak için en küçük bir harekete geçmesi durumunda bile; ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’nın hücumuna uğraması kaçınılmazdı. İran bunlarla boğuşurken İsrail de Hizbullah dahil Lübnan’ın tamamını ve Suriye’yi alıp, bize karşı hazırlayıp silahlandırdıkları PKK Militanları üzerinden Türkiye’ye saldıracaklardı.
Allah’ın kader planı o kadar mükemmel işliyor bunu yaşayarak anlıyor ve görüyoruz. İsmail Haniye Hamas’ın liderliğini yaptığı süreçte sakin, rahat, göz önünde, uzlaşıcı gibi gözüken bir yapısı vardı. Kaderi ilahi onu şehitlik makamıyla şereflendirip görevlerinin hepsini ifa etmişti, mutlu ve kutlu sona ermişti. Siyonist İsrail Hamas’a darbe vuracam ve umutsuzluk aşılayacam derken başına daha büyük bir bela olarak Yahya Sinvar’ı alıyordu. Şeytan tuzak ve plan kurarken Allah’ın daha büyük planıyla karşı karşıya geliyordu.
Yahya Sinvar’ın ne kadar iyi bir istihbaratçı olduğu ve nasıl büyük bir stratejik bir deha olduğunu anlıyoruz. Karşıdaki düşmanın gücünü, yapısını, hassasiyetlerini ve stratejilerini anlamanın ne kadar önemli olduğu ve bununda güçlü bir istihbarat ağıyla sağlanabileceğini ve bir devletin bel kemiği olduğunu anlıyoruz.
Düşmanını iyi tanırsan ondan gelecek hamlelere karşı tedbirlerini alırsın.
Ekibinin içindeki sağlam ve zayıf halkaları bilip gereken tedbirleri ve görev taksimlerini yapmanın ne kadar önemli olduğu anlaşılıyordu.