Siyonistlere ve İşbirlikçilerine Yaranmanın Yolu:
HÂLÂ ERBAKAN'A HIRLAMAKTIR1
Star yazarı Yakup Köse, 28 Şubat Darbesi sonrası bazı kesimlerce merhum Erbakan’a yapılan suçlamaları değerlendiren bir yazı kaleme almıştı. Yakup Köse yazısında, “bu tavrın tamamen darbecileri aklamaya yönelik bir tavır olduğunu” vurgulamıştı.
Yakup Köse doğrularla yanlışları karıştırmıştı:
“28 Şubat Darbesini konuşurken, başta merhum Necmettin Erbakan olmak üzere birçok kişinin yaptığı bir hata vardı ve maalesef bu hata hâlâ devam ediyor. Hata şu: ‘Filancılar şunu yapmasaydı darbe olmazdı’, ‘Falancılar yüzünden darbe oldu’ demek. Bu tavır, tamamen darbecileri aklayacak bir tavır. Ve en mühimi de darbecilere bu ifadelerle şunu demiş oluyorsunuz: ‘Aslında biz sizin istediğiniz gibi cici Müslümanlardık, ama bazılarımız yaramazlık yapıp sizi kızdırdı!’
Birileri de, ‘Erbakan iktidara gelmeseydi darbe olmazdı’ diyor. Görüldüğü üzere, suçlamanın sonu yok. Bu iş, ‘Türkiye’de Müslümanlar nefes almasaydı 28 Şubat olmazdı’ saçmalığına kadar gider. Saçmalık dedim ama darbeyi yapanların istediği de tam buydu: ‘Türkiye’de Müslümanlar nefes almasın!’” şeklindeki sıradan tespitlerinde çok ciddi tahlil kısırlıkları sırıtmaktaydı. Önce, Erbakan’a sataşmakla “Büyük adam” sayılacağını sanmak, maalesef yaygın bir ahmaklıktı…
“Darbenin altında yatan düşünceyi konuşmaktan uzaklaşıp parça hâdiseler üzerinden darbeyi konuşmak darbecileri cesaretlendirir. 28 Şubat Darbesiyle alâkalı öz eleştiri yapılacak tek nokta, darbecilere karşı merhum Erbakan ve ekibinin niye direniş göstermediğidir. Müslüman Anadolu halkı vatanın her yerinde meydanlardayken Erbakan; insanları evlerine sokup kendisi de koltuğu bırakıp Altınoluk’taki yazlığına gitmişti. Oysaki 28 Şubat’ın elebaşlarından Oramiral Güven Erkaya, ‘meşhur 28 Şubat kararlarının alındığı Milli Güvenlik Kurulu’nun gecesi polislerin kendilerini tutuklamalarını beklediklerini, ama gelen giden olmayınca Erbakan’ın kendilerine teslim olduğunu anladıklarını’ hatıratında nakletmişti. Ve sonrasında ellerinden geleni artlarına koymamışlardı. Canlı şahitlerinden biri de benim!” diyen Sn. yazara şu gerçekleri hatırlatmak lazımdı:
Erbakan Hoca, 28 Şubat tezgâhını ABD merkezli Siyonist odakların planladığını anlamıştı. Erbakan’ın Refah-Yol İktidarı döneminde uyguladığı ekonomi harikası HAVUZ SİSTEMİ’nden rahatsız olan faiz ve rantiye baronları… Bazı NATO kafalı komutanlar… Kiralık ve kışkırtıcı Medya patronları… Ve işbirlikçi Masonik siyaset erbabı… Evet bunların tamamı yerli figüranlardı. Erbakan Hoca, ucuz kahramanlık damarıyla direnseydi, Türkiye’de Asker-Millet çatışmasını kızıştırmak ve ülkenin ufuklarını karartmak için böyle bir bahaneyi dört gözle bekleyen dış güçlere fırsat sunmuş olacaktı. Ama O; ülkesini, milletini ve devletinin geleceğini düşünerek, şahsi ve siyasi çıkar heveslerini dizginlemiş, büyük liderlere yakışan bir tavırla, 28 Şubat sürecini bir iç SAVAŞA dönüştürme planlarını boşa çıkarmıştı.
Ancak bu örnek dirayeti ve yüksek metaneti, gevşek akıllıların ve kiralık yalakaların anlaması imkânsızdı. Bu tıynetsiz tipler, sadece, dindar kahraman görünümüyle ve dünya lideri rolüyle sürekli İsrail’e atıp tutan, ama bir yandan da binlerce gemi dolusu malzemeyi İsrail’e taşıtan… İsrail’i korumak üzere Doğu Akdeniz’e konuçlanan ABD savaş gemileriyle ortak tatbikat (pardon, geçiş eğitim manevrası…) yapan… Kısaca aslında İsrail’e destek çıkıp ama Filistinlilerle yas tutup ağlayan münafıkları alkışlamaya uyarlı kiralık kafalardı… Bunların alkışladığı kahramanlar, şu kuduz İsrail’le “Normalleşme Anlaşmalarını” bile askıya alamamışlardı.
Yoksa bu sataşmalar, Erbakan’a hırlamanın; Siyonist kodamanların ve işbirlikçi kiralıkların güvenini kazanmanın hâlâ en geçerli yolu olduğunu anlayanların hezeyanları mıydı?
“28 Şubat Darbesinde merhum Necmettin Erbakan’a yönelik birçok eleştiri okudum-duydum ama geçen gün elime geçen bir kitaptaki gibi suçlamayı ilk kez okudum. Kitabın yazarı Suat Kılıç’tı. Biliyorsunuz Kılıç, AKP’de Gençlik ve Spor Bakanlığı yapmıştı. FETÖ’nün 17/25 Aralık yargı darbesi sürecinde görevden alınmıştı. Şimdi ise, kurucusu merhum Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın olduğu Yeniden Refah Partisi’nde Genel Başkan Yardımcısıydı.
Suat Kılıç, 2002 yılında yayımladığı “Son Ispartalı” kitabında merhum “Erbakan’ı hem din istismarcısı hem de 28 Şubat Darbesinin mimarı” olarak suçlamıştı. Kılıç, Risâle-i Nur talebesi bir grubun, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e gidip Bakanlık istemeleri üzerine “(Kabinenin başında Nurcu olarak) Ben varım ya!” demesine gönderme yapıp mezkûr kitabında şunları yazmıştı: “Din istismarının rantını gören başkaları da türedi kısa zamanda. 28 Şubatlar yaşandı Türkiye’de. Buna bağlı olarak ne laikliğin yerine oturtulması mümkün olabildi. Ne de devlet, bu gibi istismar ve istismarcılar nedeniyle dindar yurttaşlarına kuşku duymayacak kadar güven duyabildi. Rahatlıkla denilebilir ki, Türkiye’yi baştan aşağı kuşatan din-devlet, laik-İslamcı kutuplaşmalarının ardında ve Türkiye’yi 28 Şubat’a taşıyan yozlaşmanın altında 1965-1980 aralığında yapılan din istismarı vardır. Dolayısıyla, 28 Şubat’ın mimarı Erbakan ise mühendisi de Demirel’dir.”
Geçmişi bilmeyen biri eski AKP Bakanı şimdi Yeniden Refah Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıç’ın şu satırlarını okusa, 28 Şubat cuntasına zorla darbe yaptırılıp zahmete sokuldular diye düşünse haklıydı. Değme 28 Şubatçı, darbeyi bu kadar güzel savunamazdı! Bu münafıkları cuntacılar ne kadar takdir etse azdı. Nitekim, 28 Şubat’ın medya ayağında yer alan ve bugünlerde Başkan Erdoğan’a ettiği hakaretle gündeme taşınan CHP’li Tuncay Özkan, kitabın arka kapağında: “Suat Kılıç’ın kitabını okuduğumda, yakın tarihimizin o ünlü adının Türkiye için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırladım. Demek ki, tarihi iyi bilmek gerekiyor. Bitti derken yenileri başlayabiliyor. Sonradan ‘eyvah’ dememek için ‘Son Ispartalı’yı okumakta yarar var.” diyerek övüyor ve reklâmını yapıyorlardı.
“Başkalarını bilmem ama, sonradan ‘eyvah’ dememek için Fatih Erbakan’ın ‘Son Ispartalı’yı okumasında yarar var. Kitapta, yerim kalmadığı için buraya aktaramadığım merhum Erbakan hakkındaki başka ithamları da okuduktan sonra yardımcısıyla uzun bir görüşme yapmasında da kendisi ve partisi açısından çok büyük yararlar olacaktır!” diyen Yakup Köse, Fatih Erbakan’ın, Muhterem babasının ve Haklı davasının gayretini çekiyor sanıyorsa yanılmaktaydı…
AKP Eski Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç 2002’deki ‘Son Ispartalı’ isimli kitabında, “Necmettin Erbakan’ın din istismarcısı ve 28 Şubat’ın mimarı” olduğunu söyleyecek kadar küstahlaşmıştı. Şimdi Yeniden Refah Partisi’nde Genel Başkan Yardımcısı olan Kılıç’la Fatih Erbakan da aynı kafada mıydı, yoksa yardımcısının ayarından ve ahlâkından habersiz durumda mıydı?
“Yenilikçi kahramanlardan ve 28 Şubat’ta Erbakan’ı pasif kalmakla suçlayanlardan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2007 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından ilk olarak GATA’daki mezuniyet törenine katılmıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, kürsüye çıkarken Gül’ü selamlamadığı gibi ‘Sayın Cumhurbaşkanım’ demek yerine, ‘Sayın Cumhurbaşkanı’ diye hitap buyurmuşlardı. Dönem birincisinin ödülünü veren Gül neredeyse hiç alkış almazken, dönem dördüncüsünün ödülünü veren Büyükanıt coşkulu bir şekilde alkışlanmıştı. Bu da yetmezmiş gibi; tören sonunda diplomalarını alan genç Teğmenler protokol önünde dizilip, kınından çıkardıkları kılıçları ileriye doğru uzatarak hep bir ağızdan; ‘Biz biriz. Tek nefes, tek yüreğiz. Biz Türkiye’yiz. Kılıcımız keskin, kanımız helal olsun. Varlığımız Türk varlığına armağan olsun’ diye haykırmışlardı. İşin ilginç yanı ise, her cümlesi “ima”larla dolu olan bu seremoni, TSK’da ilk kez uygulanmıştı. Sizin anlayacağınız, çiçeği burnunda(!) Teğmenler, kılıçlarını o sırada protokolde bulunan Erdoğan ve Gül’e doğru uzatarak, onları açıkça tehdit etmekten sakınmamışlardı. O yüzden, Kara Harp Okulu’nda yaşanan son olayları bize masum bir seremoni diye yutturamazsınız..!” diyen yandaş yalakalara sormak lazımdı: Hâlâ Erbakan’ı pasiflikle suçlamakla saçmalamak yerine… Hatta kendi askerimize ve Teğmenlerimize sataşmak yerine, Sn. Erdoğan’ın şu katil ve terörist İsrail’e: “Ya bu zulmü durduracaksınız, ya da gerekeni yaparız!” diye bir nota vermesi gerektiğini niye hiç hatırlatmıyorlardı? Oysa Erbakan Hoca’nın Başbakanlığında, bu Siyonist kuduzlar bir tek Filistinlinin burnunu kanatamamışlardı…
“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganları, bazı odakların istismar aracı, iktidarın ise gıcıklık damarıydı!
Harp Okullarının mezuniyet törenlerinde Teğmenlerin, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diye bağırmasının yankıları sürerken, konuyla ilgili iktidar kanadından rahatsızlık açıklamaları yapılmıştı.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, yeni adli yıl açılışı nedeniyle Yargıtay’da düzenlenen resepsiyonda basın mensuplarının sorularını yanıtlamıştı. Bakan Tunç, okulu bitiren subayların nasıl yemin edeceklerinin kanunda belli olduğunu hatırlatıp “Toplum kesimlerini, milletimizi rahatsız edecek eylem ve söylemlerden kaçınmak lazım.” ifadesini kullanmıştı. Söz konusu görüntülerin birçok toplum kesiminde rahatsızlık oluşturduğunu belirterek, “Bunun disiplin hükümleri bakımından neye tekabül eder, tüm bunların değerlendirilmesini yapacak olan ilgili kurumdur. Yanlış yorumlanacak, kamuoyunu rahatsız edecek birtakım davranışlara fırsat vermemek lazım.” uyarısında bulunmuşlardı.
Ama Milli Savunma Bakanlığı ise konuya ilişkin “Harp Okullarının mezuniyet törenleri 30-31 Ağustos tarihlerinde yapılmış olup mezun olan Teğmenlerin Harp Okulları ile idari bağı kalmamıştır. Teğmenlerin okula çağrılarak haklarında sosyal medya paylaşımları nedeniyle tahkikat açıldığı iddiaları doğru değildir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.” açıklamasını yapmıştı. Evet, maalesef bazı odaklar “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!” sloganını istismar amaçlı kullanmakta, Erdoğan iktidarı ise samimiyetsizliğinin ve sinsi Atatürk alerjisinin sıkıntılarını yaşamaktaydı.
Erdoğan İktidarının Kof Kahramanlığı!
ABD’nin İsrail’i korumak üzere bölgeye gönderdiği USS Wasp adlı amfibi hücum gemisi 1 Eylül 2024’te İzmir Limanı’na yanaşmıştı. Daha önce USS Wasp’ın, ağustos ayında Akdeniz’de TCG Anadolu ile ortak eğitime katıldığı ortaya çıkmıştı. MSB’nin, bunun tatbikat değil eğitim manevrası olduğunu açıklaması da inandırıcı bulunmamıştı. Oysa, USS Wasp’ın Türkiye’nin ilk amfibi savaş gemisi TCG Anadolu ile 13-17 Ağustos arasında Akdeniz’de ortak eğitim tatbikatı yaptığı, tatbikata USS Oak Hill ve TCG Gökova gemilerinin de katıldığı ortaya çıkmıştı.
Tatbikat ABD Donanması’na bağlı sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarla anlaşılmış ve Milli Savunma Bakanlığı, yapılan basın bilgilendirme toplantısında, “TCG Anadolu ve TCG Gökova ABD Donanma unsurları USS Wasp ve USS Oak Hill ile 13-17 Ağustos’ta Akdeniz’de geçiş eğitimleri icra etmiştir” açıklamasıyla İsrail’e desteğe gelen savaş gemileriyle ortak eğitim yapıldığını dolaylı doğrulamıştı. ABD gemileriyle icra edilen faaliyet için “tatbikat değil geçiş eğitimi” diyen Bakanlık, bunun “ne İsrail’e faydası ne de Filistin’e zararı” olduğunu ileri sürmüştü. Bakanlık aynı toplantıda, ABD Donanması’na ait USS WASP amfibi gemisinin 1-5 Eylül arasında da İzmir’i ziyaret edeceğini duyurmuşlardı.
Şimdi soruyoruz; Yakup Köse gibi, haddini aşıp Erbakan’ı pasiflikle itham eden zevat, Erdoğan iktidarının, kuduz İsrail katliamlarının koruyucusu ABD savaş gemileriyle ortak tatbikat vicdansızlığını kınayan birkaç satır niye yazamamışlardı?
Amerika’nın Talebiyle mi 10 TGB’li Tutuklanmıştı?
İzmir’e demirleyen ABD gemisi USS WASP’ta görev yapan ABD askerinin kafasına çuval geçiren 15 Türkiye Gençlik Birliği (TGB) mensubundan 10’u tutuklanmıştı. Türkiye Gençlik Birliği (TGB) ve Vatan Partisi’nin gençlik kolu Öncü Gençlik, İzmir’de 2 Eylül’de, ABD’nin en büyük taarruz gemisi USS Wasp’ta görevli ABD askerinin başına çuval takmışlardı. Görüntüler sosyal medyada paylaşılmıştı. Askerin başına çuval geçiren TGB üyelerinden 10’u tutuklama, 5’i adli kontrol talebiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiş, 10 TGB’li tutuklanmıştı.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ise; “Türk yargısı vatanı savunan, ABD’ye karşı başını dik tutan gençleri tutuklamaz. AKP hükümetinin baskısını kesin olarak görüyorum” diyerek ayrı bir riyakârlık ve sahtekârlık tavrını ortaya koymuşlardı. Çünkü bütün yandaş televizyonlarda kendisi ve adamları: “AKP iktidarı, Amerikan emperyalizminin karşısında kale gibi durmaktadır!” şeklinde yalakalık yapmaktalardı!
Şimdi hem Suat Kılıç gibi YRP Başkan Yardımcılarına, hem de Yakup Köse gibi yalaka yazarlara; 28 Şubat Hıyanetinin Perde Arkasını ve Piyonlarını, tekrar hatırlatmamız lazımdı!
1990’lı yılların ortalarında (yani Refah Partisi 1995 Genel Seçimleri’nden %21,4 oy oranı ve 158 Milletvekili ile birinci çıkar çıkmaz…) Washington Enstitüsü gibi etkin ve yetkin “Küresel Merkez”lerde yapılan gizli toplantılarla ipi çekilmeye ve çökertilmeye karar verilen Milli Görüş, “Yenilikçiler’in başını çektiği küresel bir köleliğe” dönüştürülmeden önce; Türkiye, en sağlam zincir olan ekonomi kanalı ile bağlanıp çepeçevre kuşatılmalıydı. Hedef zemini, yani Türkiye gibi stratejik bir ülkeyi tamamen kuşatabilmek için ise; Türkiye Ekonomisi’ne, baş etmekte zorlanacakları bir bela musallat edip, ondan sonra da ülkeye, derde deva olacağına yarayı iyice genişletecek bir “hain doktor” göndermek lazımdı!..
Zaten onlar da tam böyle yaptı!
Refah Partisi’ne Taarruz Emri Verenler; “Küresel Senaryo”yu İhale Edecekleri Yenilikçi Hareket’e Yol Açmak ve T. Erdoğan’ı Parlatmak İçin Türkiye’yi, Zahiri İslamist Ama Hedefi Siyonist Bir Kayığa Bindirdiler!? Küresel Kurgu’yu muzaffer kılmak adına mesai veren “Siyonist cunta”nın kumandanları; Türkiye üzerindeki küresel stratejileri istenilen süratte gitmeyince, ellerindeki uzaktan kumandayı daha hızlı bir yazılıma programlayıp ülkeyi apar topar 28 Şubat kargaşasına itmişlerdi!.. Zira Türkiye bu kayığa binmeliydi ki; “Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni yok etmek için üstüne üstüne gelen “irtica canavarı”ndan uzaklaşarak, kendini sağ salim karşı kıyıya atabilsindi!?
Hal böyle olunca da, birdenbire elinde sopasıyla Türkiye’yi kovalamaya başlayan bu “irtica canavarı”nın içine itina ile yerleşmiş İsrail, ABD ve İngiltere şeklinde sıralanan o “muhteşem üçlü”den bihaber olan Türkiye; laik, demokrat ve vatanperver paşaların ve JINSA’dan madalyalı maşaların da takdire şayan desteği (!) ile alelacele bu kayığa bindirilerek yola çıkarıldı.
Bu suni ve sinsi irtica canavarı gerçekten de korkutucuydu! Necmettin Erbakan Hoca gibi başından beri İslam Birliği’ni ve insanlığın dirliğini savunan ve Türkiye’nin menfaatlerine sahip çıkan bir lider de Başbakan olunca, marazlı medya marifetiyle kandırılan kamuoyu, rahatlıkla; “Çanlar rejim için çalıyor!” demeye başladı. Ve bu sıcak gelişmelerin hemen akabinde de; 9 saat süren “28 Şubat 1997 Tarihli Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı’nın, Tarihi ve Tertipli 28 Şubat Kararları” alındı…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iç tehdit sıralamasında PKK Terörü’nün önüne geçerek ilk sıraya oturan ve ülke gündemini tamamıyla işgal ederek etkili bir panik havası doğuran “irtica”; tetikleyici unsur olarak ülkenin post-modern bir darbe görmesine vesile olmuş ve Milli Görüş Tabanı’nı tuzla buz ederek aynı kumaştan daha “farklı” bir elbisenin podyumlara servis edilmesini sağlayacak süreci başlatmıştı. AKP’nin amacı ise; desenleri arasına gizlenmiş Siyonist motiflerin, kitleyi gizliden gizliye hipnotize ederek, ülkeyi Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projeleri için istenilen kıvama getirmesi olacaktı… Ve: “Türkiye; Türk Silahlı Kuvvetleri içine yerleştirilen “küresel çipler” ile o çiplerin yarattığı “yapay kamuoyu”nun etkisiyle operasyonun amacını bilmeksizin aynı safta yer tutan paşaların sergilediği kararlılıkla “irtica canavarı”nın kafasını koparmak adına son derece tarihi bir adım attı…
“Bugün 28 Şubat Süreci’ni küçümsemeye çalışanlar, Çevik Bir ve Güven Erkaya’ya karşı ‘kıskançlık hissiyle’ hareket ediyorlar. Tek bir mermi atılmadı, tek bir burun kanamadı. Tıpkı NATO’nun Varşova Paktı’nı teslim alması gibi bir olaydı!
28 Şubat, günün koşullarına uygun bir yöntemde gerçekleştirildi. O günün dünya ve ülke koşullarında 12 Mart ve 12 Eylül gibi klasik bir müdahale yapılamazdı. Cumhuriyet’in karşılaştığı tehlike (!), bir tek mermi atılmadan, demokratik mekanizmaların harekete geçirilmesiyle bertaraf edilmiştir. ‘Silahsız Kuvvetler’ kavramını kullanmamızın nedeni ve amacı budur” şeklindeki son derece kendinden emin açıklamalarla övünecek ve o savunmasını yaptığı güzide TSK Paşası Çevik Bir, ilerleyen süreç içinde operasyonun verdiği sürgünlerden vücuda gelen AKP’nin en flaş danışmanlarından biri olacaktı…
Emekli Tümgeneral Erol Özkasnak; art niyetlerini ele veren şu konuşmayı yapacaktı:
28 Şubat Süreci’nin başlangıcı 11 Ocak 1997 tarihidir. O tarihte dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Demirel, Genelkurmay’a davet edilmiş ve kendisine 28 Şubat günü Milli Güvenlik Kurulu’nda verilen bilgileri içeren bir brifing sunulmuştur. Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak bu bilgiler toplumun aydınlatılması amacıyla basına, yargıya ve üniversite mensuplarına tekrarlanmıştır. (Basının, yargının ve üniversitenin, çok önemli enformasyon merkezleri olduğu göz önüne alınırsa; Türkiye’deki yabancılaşmanın ve yüzeyselliğin çok geniş mesafelere uzanışı ve buralardan aykırı bir ses gelmeyişi; illüzyonun yoğunluğu hakkında fikir vermektedir.)
Ve taraflar arası tartışmalar sürüp giderken operasyon içinde ayrı ayrı saflar oluşacak; senaryoyu şaşkın ve kaygılı gözlerle izleyen toplumsal kitle ise ne bu safların varlığının, ne de 28 Şubat örtüsü altından yürütülen operasyonun amacının farkına varacaktı…
Sözü edilen saflar ise; (28 Şubat’ın figüranlarıydı:)
TSK içinde yer alıp “planlamayı yapan küresel senaristler” ile “iş birliği” içinde olarak söz konusu “küresel kurgu”ya bilerek ve isteyerek iştirak eden paşalar…
TSK içinde yer alıp “planlamayı yapan küresel senaristler”den tamamıyla bihaber olan ve kamuoyunda yaratılan “panik havası”na paralel “TSK içindeki küresel çipler”in oluşturduğu “yapay kamuoyu”ndan da etkilenerek “laiklik”in zedelenip “rejim”in tehlikeye girmemesi adına konuya sahip çıkanlar…
Basın içinde yer alıp beslendiği küresel kaynaklar hasebiyle operasyon bilgisine sahip olan ve buna bağlı olarak “irtica canavarı”nı pompalayanlar…
Basın içinde yer alıp yürütülen operasyonun farkında olmamakla birlikte, yaratılan “yapay kamuoyu”nun tesirinde kalarak “irtica canavarı”yla toplumu korkutanlar…
Operasyon esnasında “ani bir tasfiye”ye uğratılan ve ne olduğunu anlamakta güçlük çeken mağdurlar…
Ve düğmeye basarak operasyonu yönlendiren odaklar ile onlara ait mason locaları ve medya kuruluşlarıydı.
Erbakan Hükümeti’nin “Sakıncalı” İcraatları!?
Toplumsal kitlenin farkında olmaksızın şaşkın ve kaygılı gözlerle izlediği “28 Şubat”; sonuçta böylesi bir toz bulutundan başka bir şey sanılmasındı… Bu toz bulutunun aniden Türkiye’nin başına musallat edilmesinin ardında yatan ana neden ise; daha önce de sözü edildiği üzere, ülke üzerinden gitmesi planlanan “küresel senaryolar”ın arzulanan hız ve kalitede götürülemiyor olması ve işin başına direkt “küresel odaklar” tarafından programlanan uygun bir yönetsel zincirin getirilerek; “Erbakan’ın amaçladığı tam bağımsız ve kalkınmış bir Türkiye” sorununun (!) aşılması çabasıydı.
Ve bu temel nedeni destekleyerek operasyon sürecini hızlandıran asıl sebepler arasında da, Erbakan Hükümeti’nin gündemine aldığı “Kamu Tek Hesabı” ile “D-8 Projesi” gibi tarihi ve talihli atılımlardı.
Zira “İrticaya karşı çıkıyoruz!” yanılgısıyla alet olunan “büyük ihanet” ile 28 Şubat’ta hedef haline getirilen Erbakan; süratle icat edilen “irtica canavarı” ortaya çıkmadan hemen önce kamuoyuna “Havuz Hesabı” olarak yansıyan “Kamu Tek Hesabı”nı hayata geçirme yönünde çalışmalar başlatmış ve başarmıştı.
Bu yöntem ile kamu kurumlarının nakit ihtiyacını piyasadan faiz ile borçlanmak yerine, kendi öz kaynaklarından ve diğer kamu kurumlarının hesaplarından olabildiğince istifade ederek karşılamayı planlayan Erbakan Hoca; aslında bu sistemin işletilmeye başlaması halinde önemli finans çevrelerinin bu işten son derece rahatsız olacağını da biliyor olmalıydı. Erbakan Hoca’nın projesi; kamu kurumlarının kasasında biriken paranın mesai bitiminde bir havuz içinde toplanarak; ihtiyacı olan kurumun kasasına anında transfer yapılmasıydı. Böylece nakit ihtiyacı olan kamu kurumu gecelik faiz üzerinden borcuna borç katmak yerine, ihtiyacı olan parayı havuz hesabından temin edecek ve devlet de gereksiz borçlanma durumundan kurtulacaktı. (IMF ve ABD’ye olan yalvarmalar göz önüne alınırsa, “küresel tefeciler”in kaybını idrak edebilmek o kadar da zor olmamalıydı.)
Ancak, Refah-Yol’un ipinin çekilmesine sebep olan asıl konu ise; söz konusu sistem ile “kamunun sırtından çok yüksek meblağlar elde eden ve havadan para kazanan iç ve dış çevreler”in akarlarının tıkanmasıydı. Dolayısı ile bu akarlarının ve haram çıkarlarının Kamu Tek Hesabı’na geçilmesi ile büyük oranda tıkanacak olması, “küresel kurgu ile irtibatlı ‘tezgâh’ sahipleri”nin canını sıkmaya başlar başlamaz, “Siyonist kumandanların ellerindeki kumanda” hemen, hızlı bir yazılıma programlandı.
Erbakan Hükümeti’nin “küresel teşkilat” açısından hoşa gitmeyen bir diğer önemli çalışması ise; İslam ülkeleri ile sırt sırta vererek dünya üzerindeki ekonomik dengelere dahil olmak ve “küresel sömürü”nün önüne geçebilmek adına vizyona koyulmak istenen “D-8 örgütlenmesi” Siyonist ve emperyalist odakların korkulu rüyasıydı.
O yüzden 15 Eylül 1996’da İzmir’de yapılan ECO (Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) toplantısında “İslam’ın Ortak Pazarı” anlayışına dikkat çeken konuşmasıyla D-8 Zirvesi’ne hazırlık yapan Başbakan Erbakan’ın bu adımları karşılıksız kalmadı ve 15 Haziran 1997’de D-8’in ilk toplantısı İstanbul’da yapıldı. D-8 Hareketi’nin öncülüğünü yapan Refah Partisi ise, 30 Haziran 1997’de devre dışı bırakıldı.
Ve Refah Partisi’nin 28 Şubat Süreci ile devre dışı bırakılmasının akabinde de D-8 oluşumuna destek veren diğer İslam ülkelerini baltalamak yönünde girişimler başlatıldı.
Zira tıpkı Türkiye gibi diğer D-8 Ülkeleri’nde de Siyonist sermayeye ve küresel güçlere göre: “Boyundan büyük işler yapmaya kalkışan ve İsrail’in çarkına çomak sokan yönetimler” taciz edilerek saha dışına atılmıştı. Nijerya Devlet Başkanı suikaste uğrarken, Endonezya’da iç savaş başlatılıp ülke bölünerek Habibi uzaklaştırıldı. Pakistan’da ise direkt darbe yapılmıştı. Gerçi bu gelişmelerin ardından 22 Ekim 1996’da İstanbul’daki Kalkınma İşbirliği Konferansı ile kurulup, Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya ve Pakistan’ın katılımı ile yine İstanbul’da gerçekleştirilen zirve ile başlatılan D-8 Zirveleri;
1-2 Mart 1999 Dakka Zirvesi (Bangladeş),
25 Şubat 2001 Kahire Zirvesi (Mısır) ve
13-14 Şubat 2004 Tahran Zirvesi (İran) ile devam etti. Ancak oluşumun hızı kesilerek verilmesi gereken caydırma mesajları iletildiğinden dolayı şimdilik tehlikenin önü alınmıştı…
Bu nedenle: “Küresel iradenin eteğindeki küresel tefeciler”in “Havuz Sistemi” ile ilgili S.O.S’leri ve Ortadoğu’daki “küresel teşkilatlanma”ya engel olacak “sakıncalı” politikalar nedeniyle alınan bu karar sebebiyle ülkede ani bir siyasi değişim yaşanması aslında son derece planlı bir olaydı. Sonuçta “toplumsal dikkat” profesyonel hamleler ile havuz hesabından “irtica”ya kaydırılmış ve etkili bir darbe ile dağıtılan Milli Görüş Tabanı’ndan biçilecek yeni kıyafete işlenilecek olan “Siyonist motifler”in hazırlık çalışmaları başlatılmıştı…
Yenilikçiler’in muhteşem üçlüsü; “Gülen – Bir – Zapsu” ilişkisi!
“Erdoğan ve Abdullah Gül; 28 Şubat’ı önceden biliyor muydu?” sorusu üzerinde kafa yorulmalıydı!
Küresel odaklardan alınan destek temeli üzerinde yavaş yavaş yükselecek olan zahirde R. T. Erdoğan ve Abdullah Gül öncülüğündeki Yenilikçi Hareket’in üçlü sacayağı ise; Amerikancı Hoca Fetullah Gülen, Kürt Teali Cemiyeti’nin 52 no’lu kurucu üyesi, Kürt Hevi Cemiyeti Kurucusu olan ve “Kürdistan’da Kürt’ten başka hiçbir devlet yoktur!” diyen Abdurrahim Zapsu’nun torunu olan H. Cüneyt Zapsu ile “28 Şubat’ın truva atı” Çevik Bir’dir. Bugün, iyice yıpranan ve tıkanan R. T. Erdoğan’ın yerine, SP’nin de katılacağı yeni oluşumun başına Abdullah Gül’ü geçirmek ve Milli Görüş’ü tarihe gömmek isteyen Siyonist merkezler ve bu hıyanetlere duyarsız SP’liler elbette hüsrana düşeceklerdir.
Yenilikçi Hareket’in, tek başına iktidar koltuğuna oturan AKP’ye dönüşme serüveninde ciddi katkısı bulunan bu üç noktadan biri olan Fetullah Gülen, oluşuma onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen Abant Toplantıları üzerinden kaynak sağlayıp Abant Toplantıları’nın müdavimleri arasında yer alan Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Ali Coşkun ve Burhan Kuzu gibi isimleri partiye entegre ederken; Gülen’e yakınlığı ile bilinen Azizler Holding A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı ve BİM Marketler Zinciri’nin ortaklarından H. Cüneyd Zapsu da Erdoğan’ın TÜSİAD ile olan yakınlaşmasını sağlayabilmek adına çaba sarf etmişlerdir.
Erdoğan bir yandan Bülent Eczacıbaşı’nın Zapsu’nun organizasyonu ile evine yaptığı davete yine Zapsu ile iştirak ederken, bir yandan da 28 Şubat’ın TSK içindeki baş tetikleyicisi olup, süreci “Demokrasiye balans ayarı çektik!” diyerek özetleyen Çevik Bir ile görüşmelerine hız vermiştir. Erdoğan’ın, ABD ve Uluslararası Yahudi Lobileri’nden özellikle JINSA ile ilişkileri ödül alacak kadar iyi olan Çevik Bir’le olan ilişkisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Dönemi’nde başlamış ve Bir’in emekliliğinden sonraki bu son derece meşakkatli dönemde de kuvvetlenerek devam etmiştir.
Kanarya ve Loca Kardeşliği veya “Münafık+Mason” Biraderliği!..
Erdoğan’ın cezaevi çıkışından sonra İstanbul’da Çevik Bir ile yaptığı görüşmeye, ardından Çevik Bir ekibinden Emekli Koramiral Atilla Kıyat da eklenmiş ve Erdoğan, Kıyat ile Hidiv Kasrı’nda yediği yemekte Kıyat’a parti kapsamında yapmak istediklerini anlatarak rızalarını elde etmiştir. Hatta Atilla Kıyat ile olan görüşme basına da yansımış ve 25 Haziran 2001 tarihli Hürriyet gazetesinde görüşme “Askerle ilk temas” manşetiyle verilmiştir. Habere göre Tayyip Erdoğan bir Emekli Albay ve Emekli Koramiral Atilla Kıyat ile Hidiv Kasrı’nda yemek yemiş ve Erdoğan kendisini sıcak karşılayan bu iki isme parti programını özetlemiştir.
Ancak ertesi gün Genelkurmay’ın bir açıklama yaparak “Hürriyet’in Erdoğan’ın askerle görüştüğü ve onların onayını aldığını iddia eden haberini yalanlaması” da göstermektedir ki; Erdoğan’ın temasa geçtiği mercii “asker” değil, Pentagon ve Yahudi örgütlenmeleriyle yakından ilişkili Çevik Bir ve ekibiydi. (En azından o dönemde böyle düşünmüştük! Ama şimdi Genelkurmay içindeki Recep Tayyip Cemaati Kocatepe’yi dolduracak hale gelmiş durumdadır. Haber kaynağı ise bizzat AKP kulislerinin kendisidir…)
Ayrıca Çevik Bir’e en yakın isimlerden biri olan Atilla Kıyat’ın emekli oluşunun ardından Fetullahçı Aksiyon dergisi övgü dolu bir Kıyat haberi yayımlamış ve “Teamüllere aykırı biçimde emekli edildi” demiştir. Kıyat – Erdoğan görüşmesinin Çevik Bir köprüsü dışında yer alan diğer bir hazırlayıcısı ise Gülen’e yakınlığı ile bilinen ve Erdoğan’ın hatırı sayılır finansörlerinden olan Asya Finans’ın Yönetim Kurulu Başkanı İhsan Kalkavan’dır. Haberde adı verilmeyen Emekli Albay ise emekli olduktan sonra Albayraklar Holding’e ve Erdoğan’a danışmanlık yapmaya başlayan Adem Darama’dan başkası değildir…
İçeride “Teşkilatçılık”, Dışarıda “Taahhüt” Dönemi!
Ülke içindeki teşkilatlanmasını hızla genişletmeye çalışan Erdoğan’ın o dönem içinde asıl kuvvetlendirmeye çalıştığı bağlantılar ise dış bağlantılardır. İçerideki teşkilatlanmaya iktidarın nimetleri vadedilirken, dış bağlantılara yönelik vitrini ise; yeni kurulacak partinin iktidara geldiği vakit ABD-İsrail ve AB politikalarına uygun hareket eden “uslu” bir iktidar olacağı yönünde taahhütte bulunulması oluşturmaktadır.
Hıyanete Kahramanlık Jelatini ve “Tam Taahhüt = Tam Teslimiyet!” Süreci!
Erdoğan’ın bilerek ya da bilmeyerek kendisine destek veren içerideki taraftarlarından bir diğer üçlünün ise; “Akşener – Avcı – Orakoğlu Üçlüsü” olduğu bilinmektedir. Zira 28 Şubat Süreci’nin ardından “Çiller Özel Örgütü” yakıştırmasıyla kamuoyunda yer alan Meral Akşener, Hanefi Avcı ve Genelkurmay’a kulak yerleştirip elde ettiği bilgileri ABD’ye servis etmekten ötürü suçlanan Bülent Orakoğlu da Yenilikçi Hareket’e “Arkandayız!” mesajı veren diğer isimlerdendir. (Ve artık hadisenin bir kurgu olduğu, askerin niyetinin ciddiliğini ortaya koyacak bir senaryoya Avcı ve Orakoğlu’nun alet olduğu söylenebilir.) Gerçi Orakoğlu daha sonra Erdoğan’ın hararetli bir muhalifi olan Genç Parti’den Eskişehir Belediye Başkan Adayı olup; “AKP ile Çevik Bir’in yakınlaşmasına tepki vermek adına GP’de siyaset yapma kararı aldım.” diyerek zikzaklar çizecektir ama o dönemin oyuna gelmiş veya getirilmiş, etkili AKP destekçilerinden biridir.
İçerideki kaleler ile dışarıdaki güç dengeleri arasındaki hassas teraziyi gözetmeyi ihmal etmeyen Erdoğan, ülke içindeki teşkilatı genişletme çabalarına dış destekli köşebaşlarının da yardımı ile hız verirken; İsrail Büyükelçisi David Sultan’la buluşup yeni kurulacak partinin İsrail ve ABD politikalarına ters düşmeyecek “cici” bir parti olacağının garantisini vermekte ve Abdullah Gül’ü de İngiltere Büyükelçiliği’ne gönderip aynı garantinin İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Sir David Logan’a da verilmesi temin edilmiştir.
Ülkeyi pazarlamanın adı “Yenilikçilik” olarak değiştirilmişti! “Bizi iktidara taşıyın, Türkiye’yi siz alın!” diyenler de “ilerici” sayılıvermişti!
Ancak Erdoğan ve ekibi “ülkeyi satılığa çıkarma”nın adını “Yenilikçilik” koyarak konuyu yumuşatmaya çalışanların hazırladığı şemsiye altında kamufle olmaya çalışsalar da; ABD Büyükelçiliği’ndeki Müsteşar Silver Lawrence’la sık sık yinelenen gizli görüşmelerin de, Anadolu’da görev yapan Kenny Bob gibi çeşitli CIA görevlilerinin Erdoğan’a olan yakın ilgisinin de, “Tayyip, Hristiyan Demokratlar’a benziyor!” diyen Karen Fogg’un bu sözlerinin de ne anlama geldiği de gayet açıktır…
“Küresel Piramit”in en tepesinde tertiplenen madalya töreni!
(Sn. Erdoğan ABD’ye gittiği kadar Erbakan’ın evine ve sohbetine gitseydi, hırsına yenilmezdi!)
1994’te RP Beyoğlu İlçe Başkanı’yken o dönem ABD Ankara Büyükelçisi olan Morton Abramowitz tarafından keşfedilen ve kendisiyle birçok kereler kamuoyundan gizli görüşmeler yürüten Tayyip Erdoğan’ın, sonraları ABD yollarına düşerek neredeyse yılda iki kez ABD’ye gitmeyi âdet haline getirmesinin arkasında da bu önemli başlangıç yatmaktadır. Zira İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinin öncesinde ve sonrasında birçok kez bir araya gelen ikilinin bu özel görüşmeleri; “küresel tefeci ve efendiler” önünde görücüye çıkan Erdoğan’ı ABD Yolları’na düşmeye mecbur bırakmıştır.
Amerika’ya ilk kez 17-21 Nisan 1995’te giden Erdoğan, ardından “küresel seferler”ini sıklaştırarak 17-22 Kasım 1996, 20-23 Aralık 1996 tarihlerinde ve cezaevine girdiği 26 Mart 1999 tarihinin hemen öncesinde de birer ABD ziyareti yapmıştır. Ayrıca AKP’nin kuruluş çalışmalarının hız kazandığı 16 Temmuz 2000 tarihinde de ABD’yi ziyaret etme gereği duyan Erdoğan’ın bazı “önemli ziyaretler”de yanında bulundurmayı tercih ettiği isim ise tahmin edilebileceği üzere Çevik Bir’dir… (Nerede o “ihanet”in hesabını soran Genelkurmay Başkanı?)
Hidayeti kararıp, hıyanete yolculuk eden bir “Müslüman”ın tehlikeli gidişi!
Bu önemli ziyaretlerin bazı adresleri ise şöyledir; ilerleyen süreç içinde Erdoğan-Çevik Bir İkilisi’ne “üstün hizmet madalyası” nev’inden bir ödül takan JINSA (Yahudi Milli Güvenlik İlişkileri Enstitüsü) ve Amerikan Jewish Commite (Amerikan Yahudi Komitesi) olmaktadır. Bu iki kuruluşun üstünde yer alan NSA (Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Örgütü) ve NSA ile eşit statüde bir resmi devlet kuruluşu olup ABD Gladyosu’nun beyin takımını bir araya toplayan bir örgütlenme olan USIP’te (Birleşik Devletler Barış Enstitüsü) görevli yetkililer ise yine Erdoğan’a yakından ilgi duymaktadır.
USIP’in CIA ve Pentagon ile irtibatlı olan; bünyesinde generaller, diplomatlar ve bilim adamları bulundurarak İsrail’in askeri, siyasi ve ekonomik güvenliğini öncelikli hedef olarak gözeten bir devlet kuruluşu olduğu göz önüne alınacak olunursa; Erdoğan ve ekibinin hızla basamakları tırmanan başarı grafiği ile iktidara geldikten sonra sergiledikleri “siyon merkezli politikalar”ı anlayabilmek şüphesiz daha kolay olacaktır.
1- Hırlamak: Kin ve kızgınlıkla ters konuşmak, sinsice sataşmak.
“ERBAKAN HOCANIZI ÜZMEYİNİZ.” (ÇEÇEN DİRENİŞİ LİDERİ CEVHER DUDAYEV)
Şu fakir halkın karnını ilk kez doyuran Erbakan Hoca gibi bir “şansı” (evet milli bir talihti kendisi) karalamak resmen insaniyet yoksunluğudur!
Murat Bardakçı’dan Suat Kılıç’a… Azıcık insan olsaydınız, kapitalist-liberalist olmazdınız ki.. Yazı ve eylemlerinizde sömürü sisteminden yana bir rahatsızlık, adalet namına bir şey görürdük.
Daha da miğde bulandıran şey ise Suat Kılıç’ın Fatih Erbakan’ın yanında olması. Pes be.. Ama Allah Milli Çözüm’den razı olsun ki şu vicdani cevabı vermiş:
Geçmişi bilmeyen biri eski AKP Bakanı şimdi Yeniden Refah Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıç’ın şu satırlarını okusa, 28 Şubat cuntasına zorla darbe yaptırılıp zahmete sokuldular diye düşünse haklıydı. Değme 28 Şubatçı, darbeyi bu kadar güzel savunamazdı! Bu münafıkları cuntacılar ne kadar takdir etse azdı.
Makalede geçen şu ifadeyi hatırlatmakta yarar görüyorum :
(Sn. Erdoğan ABD’ ye gittiği kadar Erbakan’ın evine ve sohbetine gitseydi, hırsına yenilmezdi!)
Çok büyük bir mana taşıyan ifade… Kimlerle oturup kalktığımız, kimlerle yediğimiz içtiğimiz, kimleri örnek aldığımız, kimleri dikkate aldığımız, çok çok önemli… Malumunuz olduğu üzere; fizikte farklı kutuplar birbirini çekerken, insani ilişkilerde aynı kutuplar birbirlerini çeker…
Bir hadise anlatılır: 2 ayrı sahibi olan bir köpek varmış. Köpeğin sahibi olan o iki kişi köpeğin karşısına geçmişler. Köpeğin sahibinden birisi BANA GEL demiş köpeğe. diğer ikinci sahibi de BANA GEL BANA demiş… Köpek şaşırmış. Gitmiş sahibinden birini hart diye ısırmış. O zaman ne yapmışlar . Çat diye köpeği vurmuşlar. Burdan anlaşılıyor ki köpeğin bir sahibi olmalı… Sahibi köpeğin değil, köpek sahibinin ağzına bakmalı…. Köpeği köpek yapan sadakatidir. Teslim olunmadan sadık olunmaz…
Dolayısıyla en başta hatırlatmış olduğum makalede geçen o ifade çok çok önem arz etmektedir. Sayın Erdoğan ABD’ye gittiği kadar, günümüzde Aziz Erbakan Hocanın en sadık takipçisi ve talebeliğini yerine getiren Milli Çözüm’ün hatırlatmalarını dikkate alsaydı hem Filistin, hem Doğu Türkistan, hem Türkiye, Hem diğer İslam ülkeleri, hem de diğer insanlık alemi, makalede belirtilen HAVUZ SİSTEMİ – D8 HAREKETLERİNİN CANLANDIRILMASI – ADİL DÜZEN PROJELERİNE GEÇİŞLE maddi manevi saadete erecekti. Bu saadet öyle ya da böyle önünde sonunda yaşanacak ama asrımızın Kur’an’a tercümanı olan MİLLİ ÇÖZÜM’E ve şahsi MANEVİSİ Üstad AHMET AKGÜL’E bu teslimiyeti bu sadakati gösteremedikleri için gecikmektedir.
Evet makalenin manşeti : ” Siyonistlere ve İşbirlikçilerine Yaranmanın Yolu:
HÂLÂ ERBAKAN’A HIRLAMAKTIR “ son derece doğru tespit. Erbakan Hoca projeleriyle öğretileriyle öğütleriyle Mustafa Kemal Atatürk misali çok büyük devrimlere – çağ açıp çağ kapatan muhteşem icraatlara mührünü vurmuş ve bunları olgunlaştırıp pekiştiren ve Siyonizmi etkisiz yetkisiz kalmasına FİKRİ MÜCADELESİYLE sağlayan MİLLİ ÇÖZÜM – ÜSTAD AHMET AKGÜL ‘ün öncülüğünde MİLLİ MUTABAKAT HÜKÜMETİNE doğru hızla ilerlemekteyiz inşaallah. Siyonistleri ve İşbirlikçilerinin hedeflerini gayretlerini çıkmaza sürüklemek ve çürütmek ise ERBAKAN’A SADAKATİN – ERBAKAN’A TALEBELİĞİN – ERBAKAN’IN EN SADIK TAKİPÇİSİ olduğunun TESCİLİDİR, MİLLİ ÇÖZÜM ‘ÜN…!
Kara propaganda da her şey kullanılabilecek bir malzemedir, yeter ki bu malzeme istenen çıkara hizmet etsin.
onun içindirki Erbakan hocamızın sadece kendi kuruluşlarında değil,ona yakın gibi görünen kuruluşlarında içlerine kendilerine yakınları yerleştirmişler boş bırakmamışlar,tabi her ne yaparlarsa yapsınlar amaçlarına ulaşamayacaklardır zafer eninde sonunda inananların olacaktır.
Yoksa bu sataşmalar, Erbakan’a hırlamanın; Siyonist kodamanların ve işbirlikçi kiralıkların güvenini kazanmanın hâlâ en geçerli yolu olduğunu anlayanların hezeyanları mıydı?sorusunun cevabı evettir ve Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN Hocamızın söylediği gibi “Bugün gördüğünüz partilerin hepsi çoluk çocuktur. Bunların kafasıyla bir yere varılmaz. Meseleleri idrak edecek güçleri yok.Hakkın tesisi için çalışmamakla batılın hakimiyeti için çalışmak arasında fark yoktur. tespitleride ne kadar doğru olduğu birkez daha anlaşılmıştır.
Herkes vazifesini yapmakta idi. Herkesin amacı ve ayarını Allah net bir şekilde ortaya koyacak, hesap gününde Allah’ın sadık kullarına neden zora soktun, onlara neden tuzaklar kurdun dendiği zaman da bu kesimde ben bilmiyordum dememeleri içinde Rabbimiz Milli Çözümü hizmet etmekte idi. Herkes vazifesini yapmakta idi.
Cazip jelatinler ve kazip (yalancı) gerekçeler altında gizlenen “GERÇEK”leri anlamak için, bazen tek bir soru yeterli sayılırdı. Evet, “Erbakan’a düşman olan ve her girişimini baltalayan Siyonist odaklar, niye acaba Erbakan’a Hırlayanlara, her türlü imkân ve iktidarı sağlamakta ve madalyalar takmaktaydı?”
Aslında cevap çok basitti: İşin başına direkt “küresel odaklar” tarafından programlanan uygun bir yönetsel zincirin getirilerek; “Erbakan’ın amaçladığı tam bağımsız ve kalkınmış bir Türkiye” sorununun (!) aşılması çabasıydı.
Küresel odaklar bu çabalarının sonucu, Türkiye’yi, Zahiri İslamist Ama Hedefi Siyonist Bir Kayığa Bindirdiler!? Ancak bu kayığa binmenin zararı toplumun tüm kesimlerinde gün geçtikçe daha fazla hissedilmekteydi. Bugün yüksek askeri bürokratlardan, sefalet ve rezalet içinde kıvranan geniş halk katmanlarına kadar, herkes ve her kesim, Erbakan’ın kıymetini bilmemenin ve hatta nankörlük etmenin cezasını çekip durmaktaydı!
Koca iktidarları, imparatorlukları, diktatörlükleri parmağında oynatan Şeytan Şebekesi, her nedense Erbakan’ın gölgesinden bile korkuyordu. Hala karanlık komplolarla, dayatma kararlarla O’nu kötü göstermeye ve kösteklemeye çalışıyordu. Dış güçler ve işbirlikçileri hırsızlık ve arsızlıklarına engel olan Erbakan’ı yolsuzlukla suçluyor ve tabi çırpındıkça batıyordu. Çünkü “Eceli gelen it, cami duvarına kusuyordu ve Saltanatı sallanan Siyonist ise Erbakan davasına tosluyordu!” Evet, birileri Türkiye’yi karıştırıyor ve terörü teşvik ediyor, insanları kışkırtıyor, ama bugüne kadar olduğu gibi; böylesi basit fitne ve fesatlıklara alet olmuyor ve ucuz ve sonuçsuz kahramanlıklara tevessül ve tenezzül etmiyordu. Ama şuurlu, onurlu ve zorunlu bir karşılık gerekiyordu ve bu görev, takdirin cilvesi, Erbakan’ın sadık Milli Çözüm talebe ve takipçilerine kalıyordu.
Erbakan Hoca bahane uyduranlara “Ariel Şaron bu halinizi görse size maaş bağlar” derdi.
Aslında yazının başlığı, herşeyi özetliyor:
Siyonistlere ve İşbirlikçilerine Yaranmanın Yolu: HÂLÂ ERBAKAN’A HIRLAMAKTIR!
Tarih şahittir ki, Erbakan Hocaya iftira edenler ve ihanet edenler Siyonizm tarafından daima ödüllendirilmişlerdir. Bunu bilen din istismarcısı dünyacılar, siyonistlere göz kırpmak için Erbakan Hoca ve onun asil davasına dil uzatmaktadırlar.
Kimisi istismar ederek, kimisi de inkar ve dil uzatarak, dünyalık makam mevki devşirme derdindedir.
Ama yine tarih şahittir ki, ihanet edenler ve iftira edenler hafızalardan silinmişler, hakka ve adil elçilere sadakatla bağlı olanlar ise daima gönüllerde yer etmişlerdir.
Rabbimiz bizleri Sadıklardan eylesin. Nimetlerinin farkında olmayı ve şükrünü hakkıyla eda edebilmeyi nasip etsin.
Nur cemaline bakınca
Günahlarımı hatırlatıp
Mahcubiyet terleri döktüren
Asaletini özlerim…
Münafık maskelerin gizlediği
Şifreleri çözen,
Ve seneler sonrasını sezen
Ferasetini özlerim…
Fırsatçılara göz yummalarını
Fesatçıların yularlarını uzatmalarını
Ve böylece, kendi ayaklarıyla
Uçuruma yuvarlanmalarını sağlayan sabrını
Ve siyasetini özlerim…
Vefasızlara kök söktüren
Faziletini, Nezaketini özlerim!…
Erbakan’a Özlem Şiirinden alıntı
Hak davayı görüp bilip tanıdıktan sonra ihanete yeltenen’lerin ortak tavır ve özellikleri karşımıza şu şekilde çıkmaktaydı. Genellikle bastırılmış bir eziklik psikolojisine sahip olmaktalardı. Bunun tezahürü gereği ihanete kalkışmaktalardı. Başka bir ortak özellikleri ise yüksek kibir sahibi olmalarıydı. Bu yüksek kibir onları açığa vurmaktaydı. Diğer bir özellikleri ise Erbakan yanlış yapıyor ben daha iyisini yaparım kulisini yapıp baş kaldırmalarıydı. Bu işleri duruma göre ve gerektiği şekilde yapmaktalardı. Ve hepsi ben merkezli yüksek ego sahibi kişilerdi. Bu özelliklerinden dolayı Siyonizmin birer neferi oluveriyorlardı. Ancak Erbakan Hocamızı ne aldatabilmişler nede kandırabilmişlerdi. Erbakan Hocamızın üstün feraseti karşısında hep kaybeden olmuşlardı. Şimdi bile halen Erbakan Hocamıza hırlayınca Siyonizmin kemik vermesini umarak devam ediyorlardı. Günümüzde de Milli Çözüm vardı ve asla aldanmaz aldatılamazdı… Neden mi? Erbakan Hocamızın dediği gibi Milli Çözüm Hak kapısını tutmuştu, Hakkın ipine sarılan yanılmaz aldatılamazdı.
Prof. Dr. Merhum Aziz Necmettin Erbakan Hocamızın Lideri olduğu çok önemli bir hareket olan “Milli Görüş”tür. Milli Görüş’e istikamet veren, bu düşüncenin ufkunu tayin eden en muharrik amil de İslâm’ın ta kendisidir. Bu noktadan Milli Görüş’ün genel karakteristiğini şöyle hülasa edilebiliriz: Erbakan’a göre İslâm peygamberleri, insanları tevhid ve adalete davet ederek insanların hak ve adalet bilincini geliştirmişlerdir. Bütün peygamberlerin insanlığı davet ettiği İslam dini, yeryüzünü imar ve ıslah etmenin yol haritası hükmündedir. Peygamberleri rehber edinen İslam âlimleri, düşünür ve önderleri ilimle hidayeti birleştirdikleri için feraset, dirayet, sebat ve sabır sıfatlarına sahip olmuşlardır. Onlar, peygamberleri rehber edinerek tarihin akışını değiştiren çığırlar açmışlar ve beşeriyetin ufkunu genişleten hedefler belirlemişlerdir. Onlar, ilimde doğruların öne çıkmasına, ahlaki hususlarda iyi ve güzelin yaygınlaşmasına, iktisadi alanlarda kaynakların verimli kullanılarak faydalı mal ve hizmetlerin üretilmesine ve siyasette ise adaletin tesis edilmesinde aktif görev üstlenmişlerdir. Onlar yeryüzünün imar ve ıslahında önder olmuşlardır. Erbakan’a göre, bugün, yeryüzünün imar ve ıslahında söz konusu ettiğimiz, Çağımızın kurtuluşu Adil Düzen projeleri ışığında tüm insanların huzur ve mutluluk getirmesi için bir ömürü bu yolda harcayan ender lider Erbakan Hocamıza hadsizlik edenlerin kimlerin uşağı olduğu bellidir.
Ey zalim ler ve işbirlikçi hainler bu telaş ve korkunuzun verdiği hadsizliğınizin bedelini ağır ödersiniz. Korkunun ecele faydası yoktur bilseniz.
Mesele aslında Hak Batıl mücadelesinin dünya sahnesindeki figuranlarının oynadığı rollerdir. 28 Subat darbesini yapanlarla bugünkü iktidarlar kol kola güle oynaya “bak biz bu halkı nasıl kandırdık” fetö ile de kahraman olduk diye düşünen piyonlara değil arkalarındaki şeytani güç odaklarına: siz,Erbakanı bitirdik sanıyorsunuz ancak kestiğinizi sandığınız o ağaç şimdi dahada gür ve yeşermiş birşekilde geliyor hemde şeytanı bile şaşırtacak şekilde..Kim mi gelecek diye sorarsanız okadarınıda bilirsiniz herhalde…Kim Erbakan davasına sahip çıkıyorsa O gelecek!
Yeniden Refah Başkanı hiç değilse, davasına inanmayı bırak, babası olduğu için geçmişte Suat Kılıç gibileri kolunun altına alıp sarılmaktan dahi utanmamaktaydı. Belki de koltuğunun altına sıkıştırılmıştı. ABD den maaşlı kiralık yazarlar, kaleminizin mürekkebi artık bitti. İsteyerek veya istemeyerek bu ülkenin gerçek sahibinin olduklarının artık farkına varın ve o büyük eli öpün ki yarın iş işten geçmeden başınız ağırmasın… Milli Çözüm ve şahsi manevisi muhterem üstadımız tüm bu oyunları bozacak feraset, dirayet ve cesarete sahiptir. Çok yakında bilecek ve anlayacaksınız. Allah nurunu mutlaka tamamlayacak davasına samimiyetle hizmet edenleri zafere ulaştıracaktır. İnşaAllah
Yazar Yakup Köselere, Erbakan düşmanı YRP Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıçlara, Erbakan’a hırlamanın prim yaptığı günlerin geride kaldığını, yemsiz bırakıldıkları için kötü yola düştüklerini, Milli Çözüm öncülüğünde kurulacak Milli Mutabakat Hükümeti sayesinde dünyanın çok yakın bir zamanda değişeceğini, Adil Dünya Düzeninin onlara da refah getireceğini, tercih ederlerse namuslarıyla da yaşayabileceklerini, tercih etmemeleri halinde ise namuslu yaşamak zorunda kalacaklarını birilerinin anlatması lazımdı.
Erbakan’a yapılan 28 Şubat darbesinin asıl amacının; Adil bir dünyanın kurulmasının, faizci, kapitalist, ırkçı emperyalizmin mazlum milletlerin uyanışının engellenmesi olduğu, darbenin asıl sebebinin D8’lerin kuruluşu ile yeni bir dünya amacının engellenmesi ve ülkemizin ekonomik bağımsızlığının önünde engel olan rantiye faiz ekonomisinin Erbakan’ın icat ettiği kamutek hesabı ile engellenmeye çalışılması olduğunu, bu milli hamlelerin engellenmesinin bir siyonist plan çerçevesinde nasıl organize edildiği ve o dönem kullanılan siyonizmin (9 M-[1- Mafya, 2- Medya, 3- Mason.] + [4- Münkir, 5- Müşrik, 6- Münafık.] + [7- Müdür (bürokrasi), 8- Milletvekili (hain siyasetçi), 9- Mel’un Mal (haram ve haksız servet) sahibi.] )piyonları ve aktörlerinin nasıl siyonizmin hizmetinde çalıştıkları en güzel şekilde bizlerin istifadesine sunmuştur. Sayın yazara emekleri için teşekkür ediyorum.
Ez cümle;
Erbakan Hocamızın yeni adil bir medeniyet inşasında şu iki sözü bizlere mirastır:
İslam savunma değil; taarruz dinidir.
İslam şekil değil; şuur dinidir.
Bu ışıkla inşallah Milli Çözüm Hareketi yeni bir dünyayı inşaa edecektir. Ve şeytanın çocukları İsrail’in yerin dibine geçirildiği, Adil Düzen’in ilan edildiği o şerefli gün yeryüzünde Erbakan Mührü’nü görecektir.!!
Çok güzel özetlemişsiniz👍😊
İSTİSMAR EDENLER Mİ DAHA ALÇAK?
İFTİRA ATANLAR MI?
Gazi Mustafa Kemal önce 1. Dünya Savaşında Çanakkale’de ardından Kurtuluş Savaşında Siyonist Merkezli Haçlı Birliğine dur demiştir! Gazi Paşa, İslam Dünyasının uyanış ateşini yakmış ve bir çok İslam Ülkesinin bağımsızlığına vesile olmuştur.
Büyük İsrail’in kurulmasına engel olmuş, işgalcileri vatanımızdan kovmuştur!
Sevr’in yırtılmasıyla birlikte bugün Ülkemizin bir Suriye, Irak, Libya olmaktan kurtarmış. Yetmez, Büyük İsrail’in kurulmasına engel olarak bütün dünyanın kanayan yaramız Filistin olmasına da engel olmuştur.
Hasta Adam olarak adlandırılan Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, Mason Localarını kapatmış.. 1937’de İsrail’i kurmak isteyen Haçlı Birliğine “Kudüs’ü canımız pahasına koruyacağız, gerekirse bütün İslam dünyasıyla üzerinize yürürüz!” diyerek brifing vermiş ardından hastalığı doktorlar tarafından azdırılmış ve bir sene sonra hakkın rahmetine kavuşmuştur…
Mason Localarına hizmet edenlerin, Atatürk’ü istismar etmesi veya Atatürk’ten gıcık almaları AB sevdalısı olan işbirlikçi AKP ve CHP yöneticilerinin ana vazifeleridir..
Halkımızı kutuplaştırmak Haim Nahum Doktrini ve BOP Projesinin bir parçasıdır!
ATATÜRK’Ü EN İYİ ANLAYAN LİDER, ERBAKAN HOCA’DIR!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkemizi;
Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma, yerli ve milli imkânlarımızla kalkınma, çok uluslu Milletimizi, ortak paydamız olan İslam ile kaynaştırma ve barış içerisinde Büyük Bir Türkiye kurma hedefini en iyi anlayan lider Erbakan Hoca’dır!
Sultan Abdülhamid’in emek verdiği neslin büyük bölümü, Damat Ferit Hükümetinin hınayetleri ile şehit edildiği unutulmamalıdır!
Erbakan istismarı ile adam yerine konan, mal ve makam sahibi olan alçaklar ise Erbakan’a olan nefretlerini her fırsatta kusmakta ve Siyonistlere yağcılık yapmaktadır!
MİLLİ ÇÖZÜM’CÜ BİR MİLLİ MÜTABAKAT HÜKÜMETİ NEDEN ACİLEN KURULMALIDIR?
Haim Nahum Doktrininin 7 Maddesi Türk Halkını;
Aç bırak, işsiz bırak, borca esir et, dininden uzaklaştır, kutuplaştır, çarpıştır ve küçük lokmalar halinde kolayca yut şeklinde bir asırdır uygulanmakta ve din istismarcısı AKP ve AKP’yi iş başında tutma görevini üstlenen muhalefet döneminde son aşamaya gelmiş bulunmaktadır.
Milli Çözüm 20 küsür yıl önce Bizim Atatürk kitabı ile gerçek Atatürk’ü topluma tanıtmış ve Kemalistlerin planlarını bozmuştur.
Milli Görüş ile Gerçek Atatürkçülüğün empoze edildiği gibi aykırı zıt görüşler olmadığını.
AKP ile CHP’nin yani Din İstismarcısı ve Atatürk İstismarcısı Kemalistlerin, temelde bir farkının olmadığını belgeleriyle ispatlamıştır.
Erbakan Hocamıza ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e yapılan haksızlıklara karşı (ne çocukları, ne de askerleriyiz diyenleri)Milli Çözüm’ün yüzde biri kadar karşı çıkamayanlar utanmalıdır!
Milli Çözüm;
AKP’yi ayakta tutan Bel’am kılıklı sahte Hocaların din istismarını ise asrımızın ihtiyaçlarına uygun olarak hazırlanan, Bütün Siyonistlerin ve işbirlikçilerinin korkulu rüyası olan Meali Kerim’i hazırlayarak Halkımızın, İslam’ı sahte hocalardan değil bizzat Kur’an-ı Kerim’den öğrenebilmesi için tarihi bir hizmette daha bulunmuştur!
Kuva-i Milliye ruhu ile Halkımızı, ayaklarımızın altından kaymak üzere olan vatanımızı korumak, ortak paydalar ile yeniden kenetlenmesini sağlamak, tarihi ve kültürel değerlerimize sahip çıkıp anlamak, Ülkemizin parçalanıp İsrail’e vilayet yapılmasına engel olmak..
Yerli imkânları ile kalkınmış, adaletli, barış içerisinde yaşayan, zengin ve ahlaklı Büyük Türkiye’yi yeniden inşaa etmek!
Dünyaya yeniden Adalet getirmek için çalışmaktadır!
İttihatçı kafalara, ABD-AB mandacılığı yapan münafıklara meydan bırakılmadı ve bırakılmayacaktır!
Abdülhamid Han, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Prof.Dr. Necmettin Erbakan’ın hedefleri, çabaları, projeleri ve hayalleri boşa gitmeyecek ve özgür bir Filistin Kurulacak, İslam Birliği sağlanacak ve Yeni Adil Bir Dünya Milli Çözüm şuuru ile mutlaka kurulacaktır!
Yoksa bu sataşmalar, Erbakan’a hırlamanın; Siyonist kodamanların ve işbirlikçi kiralıkların güvenini kazanmanın hâlâ en geçerli yolu olduğunu anlayanların hezeyanları mıydı?
Hidayeti kararıp, hıyanete yolculuk eden bir “Müslüman”ın tehlikeli gidişi!
Ülkeyi pazarlamanın adı “Yenilikçilik” olarak değiştirilmişti! “Bizi iktidara taşıyın, Türkiye’yi siz alın!” diyenler de “ilerici” sayılıvermişti!
(Erbakan Hocamıza karşı veya davasının üzerine beton dökülmesine yönelik sinsi tüm girişimlerin (Yenilikçi, Haspa, Gül’ü SP’nin başına oturtulması planları) karşısında çelik kalkan gibi duruş sergileyen “GÜÇ” Erbakan Hocamızın Milli Görüş davasının devamını sağlayan en etkili “GÜÇ”
Hak her şart altında değişmeyen doğrulardır.
Batıl ise şartlara göre değişkenlik göstermektir.
İşte Erbakan hocam her şart altında hakkı savunan batılın karşısında, hatta sözde müslüman olduklarını iddia eden tüm Marazlı münafıkların karşısında dimdik duran hakkı savunan kahraman.
Şimdi sözde dindar kahraman olan zavallı zevat!. Deyil dünya lideri olmak, futbol maçını bile
yönetemezsiniz, . Sizin mayanız yok, mayanız, hani ansızın Gazze ye gideceksiniz bir yıl oldu, Sisi ey sisi deyip kucak açtınız,
bırakın dünyaya meydan okumayı siz en iyi kof kahramalık kitabını okumuşşunuz,
Hala Erbakan hocama dil uzatıp kahraman olmaya çalışan zavallılar bu kadar uzun yazmayın Erbakan’a düşmanız deyinki kısa yoldan gidip bir baltaya da siz sap olun.
Farkındalığımızı geliştiren çok yararlı bir yazı teşekkür ediyoruz.
Kıssadan Hisse...
Yaşanmış Vakıa.
Allah’ın verdiği mal, evlat ve nüfuzla şımaran bir köy ağası; kapısının önüne çıkarak kibirle kendi kendine seslenir.
Biraz peltek bir lisanla;
“Bu tarlalar kimin? Halil ağanın..
Bu trakörler kimin? Halil ağanın..
Bu oğullar kimin? Halil ağanın..
Eee yıkılırmı bu G..vat? Yıkılmaz ha..” der yine kendi cevap verir.
Vakta ki gün gelir ne Halil ağa kalır, ne mal; çocukları ekmeğe muhtaç olur.
Şimdi yeryüzünde Siyonizmin azgın zulümlerini görüp hala yıkılmayacağını zanneden ahmaklar; öyle gözüküyorki çok yakında Siyon tanrınızın tarumar olacağı, yalakalık yaparak paye almaya çalıştığınız piyonların devrileceğini gözünüzle göreceksiniz! Fakat bunların hesabının sorulması için mühlet verilmeseydi sizin ayarınız ortaya çıkmayacaktı, ve dünyalık hesaptan da kurtulacaktız öyle mi?!..Fakat “Allah (cc) imhal eder, ihmal etmezdi.” Haydi gözleyin, biz de bekliyoruz Allah’ın va’dini!..
Prof Necmettin Erbakan kimdir?
Milli Çözüm Nedir?
Erbakan Hoca;Devletin bünyesine yerleştirilmiş karanlık odaklarla, toplumun seküler kesimlerinden, dindarlarına, sağcı muhafazakarlardan, solcu marksistlerine kadar, herkesin ipliğini pazara çıkaran.. Özellikle dindarlık iddiasında bulunan kitlelerin, samimiyet ölçülerini ortaya koyan ve TEK başına, küresel karanlık odaya karşı mücadele yürüten, Millî Kahramandır.!
Bugün ise bu görevi, Millî Çözüm muktesebatı ve Şahsı Manevisi yürütmektedir.!
Ve İnşallah Erbakan Hocamızın finale getirdiği bu mücadele bayrağını , yine O’nun proğram ve hedefleri ile Milli Çözüm şuuru ve Ahmet AKGÜL Hocamız burca dikecektir.
Dün bir tanıdık ahbapla olan telefon görüşmemizde, o kişi aynen şöyle dedi: “Kıyamet öncesi bir haldeyiz, ahlâk çürümüş, namus ortadan kalkmış, gençler bitik, hiç kimsede doğruluk şeref haysiyet kalmamış, her yerde zulüm ayyuka çıkmış, hiç böyle bir çürümüşlük görmedik daha önce… Aslında başımıza taş yağması gerekirken, Allah kimin yüzü suyu hürmetine bize ekmek-su veriyor diye düşünüyorum… Başımıza ne zaman taş yağacak diye korkuyorum.”
Bu teyzemiz, toplumun geldiği durumu böyle özetlerken, bu yandaş takımı tam tersini iddia ederek, hükümetin İsrail uşaklığını meşrulaştırmanın derdine düşmüşler.
yakup köse denilen bu şahıs, 28 Şubat mağduriyeti üzerinden -dinini satıp dünyalık yapmanın yolunu bulan- sığ ve sıradan bir AKP yalakası…
Müslüman, her şart altında aynı kişidir.
Münafık, şartlara göre değişken olandır.
Demek ki Aziz Erbakan Hocam, işte tam da bunun gibi; Müslüman görünümlü “sığ-gevşek”lerin halini görmüş, bunlar mağdur olmasın, çünkü bunlar mağdur olurlarsa dini-davası için öyle birtakım zor şartlara dayanamazlar, sonra dönekleşip dinini-davasını satarlar diye, kan yutmuş-kızılcık şerbeti içtim demiş ve 28 Şubat’ın tüm sorumluluğunu TEK BAŞINA üstlenerek iç savaşı önlemişti… Buna rağmen; en büyük hakareti de yine bu “sığ-gevşek” münafıklardan görmüştü…
İşte bunun gibi “sığ-gevşek”lerin hâlâ Hocamıza dil uzatıp HIRLAMALARI bile ERBAKAN HOCA’NIN BÜYÜKLÜĞÜNE DELİLDİR.
Bu Stockholm Sendromlu işbirlikçi yalakalarının ruh halini Mücahit Gültekin’in şu sözleri ne güzel özetlemişti:
“Hükümetin İsrail’le yaptığı ticareti aklamak için öyle argümanlar kullanılıyor, öyle manipülasyonlar yapılıyor ki, bunlar dindar kamuoyunun bir kesiminde zamanla İsrail’in içselleştirilmesine neden olacaktır.
20 yıllık dönemde yanlarından geçmedikleri pek çok şeyi meşrulaştıran bazı dindarlar bu gidişle sanırım finali İsrail savunusuyla yapacaklar.”
Son kertede geldiğimiz nokta budur.
İşte Yandaş Yalakaların yalakalık yaptıkları Siyonist İşbirlikçileri.
Hidayeti kararıp, hıyanete yolculuk eden bir “Müslüman”ın tehlikeli gidişi!
Erdoğan-Çevik Bir İkilisi’ne “üstün hizmet madalyası” nev’inden bir ödül takan JINSA (Yahudi Milli Güvenlik İlişkileri Enstitüsü) ve Amerikan Jewish Commite (Amerikan Yahudi Komitesi) olmaktadır.
Bu iki kuruluşun üstünde yer alan NSA (Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Örgütü) ve NSA ile eşit statüde bir resmi devlet kuruluşu olup ABD Gladyosu’nun beyin takımını bir araya toplayan bir örgütlenme olan USIP’te (Birleşik Devletler Barış Enstitüsü) görevli yetkililer ise yine Erdoğan’a yakından ilgi duymaktadır.
USIP’in CIA ve Pentagon ile irtibatlı olan; bünyesinde generaller, diplomatlar ve bilim adamları bulundurarak İsrail’in askeri, siyasi ve ekonomik güvenliğini öncelikli hedef olarak gözeten bir devlet kuruluşu olduğu göz önüne alınacak olunursa; Erdoğan ve ekibinin hızla basamakları tırmanan başarı grafiği ile iktidara geldikten sonra sergiledikleri “siyon merkezli politikalar”ı anlayabilmek şüphesiz daha kolay olacaktır.
Fatih Erbakan’ın, Muhterem babasının ve Haklı davasının gayretini çekiyor sananlar yanılmaktaydı…
AKP Eski Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç 2002’deki ‘Son Ispartalı’ isimli kitabında, “Necmettin Erbakan’ın din istismarcısı ve 28 Şubat’ın mimarı” olduğunu söyleyecek kadar küstahlaşmıştı.
Şimdi Yeniden Refah Partisi’nde Genel Başkan Yardımcısı olan Kılıç’la Fatih Erbakan da aynı kafada mıydı, yoksa yardımcısının ayarından ve ahlâkından habersiz durumda mıydı?
Yandaş Yalakalık, Erbakan’a hırlamanın; Siyonist kodamanların ve işbirlikçi kiralıkların güvenini kazanmanın hâlâ en geçerli yolu olduğunu anlayan kiralık kafaların hezeyanlarıdır.
Yandaş Yalakalık, gevşek akıllıların, Erbakan Hocamıza hırlamaları, böylece Siyonist Şeytanlara ve işbirlikçi hainlere kuyruk sallamamalarıdır.
Yandaş Yalakalık, Erbakan’a sataşmakla “Büyük adam” sayılacağını zannedenlerin ahmaklığıdır.
Yandaş Yalakaların, Erbakan Hocamızın, örnek dirayetini ve yüksek metanetini anlamamaları!
Erbakan Hoca, 28 Şubat tezgâhını ABD merkezli Siyonist odakların planladığını anlamıştı.
Erbakan’ın Refah-Yol İktidarı döneminde uyguladığı ekonomi harikası HAVUZ SİSTEMİ’nden rahatsız olan faiz ve rantiye baronları… Bazı NATO kafalı komutanlar… Kiralık ve kışkırtıcı Medya patronları… Ve işbirlikçi Masonik siyaset erbabı… Evet, bunların tamamı yerli figüranlardı.
Erbakan Hoca, ucuz kahramanlık damarıyla direnseydi, Türkiye’de Asker-Millet çatışmasını kızıştırmak ve ülkenin ufuklarını karartmak için böyle bir bahaneyi dört gözle bekleyen dış güçlere fırsat sunmuş olacaktı.
Ama O; ülkesini, milletini ve devletinin geleceğini düşünerek, şahsi ve siyasi çıkar heveslerini dizginlemiş, büyük liderlere yakışan bir tavırla, 28 Şubat sürecini bir iç SAVAŞA dönüştürme planlarını boşa çıkarmıştı.
Ancak Erbakan Hocamızın örnek dirayetini ve yüksek metanetini, gevşek akıllıların ve kiralık yalakaların anlaması imkânsızdı.
Yandaş Yalakalık yapan tıynetsiz tipler, İsrail İşbirlikçisi münafıkları alkışlamaktalardı.
Sadece, dindar kahraman görünümüyle ve dünya lideri rolüyle sürekli İsrail’e atıp tutan, ama bir yandan da binlerce gemi dolusu malzemeyi İsrail’e taşıtan…
İsrail’i korumak üzere Doğu Akdeniz’e konuşlanan ABD savaş gemileriyle ortak tatbikat (pardon, geçiş eğitim manevrası…) yapan…
Kısaca aslında İsrail’e destek çıkıp ama Filistinlilerle yas tutup ağlayan münafıkları alkışlamaya uyarlı kiralık kafalardı…
Yandaş Yalakaların alkışladığı kahramanlar, şu kuduz İsrail’le “Normalleşme Anlaşmalarını” bile askıya alamamışlardı.
Yandaş yalakalara sormak lazımdı:
Hâlâ Erbakan’ı pasiflikle suçlamakla saçmalamak yerine…
Hatta kendi askerimize ve Teğmenlerimize sataşmak yerine…
Sn. Erdoğan’ın şu katil ve terörist İsrail’e: “Ya bu zulmü durduracaksınız, ya da gerekeni yaparız!” diye bir nota vermesi gerektiğini niye hiç hatırlatmıyorlardı?
Oysa Erbakan Hoca’nın Başbakanlığında, bu Siyonist kuduzlar bir tek Filistinlinin burnunu kanatamamışlardı…
“MES’UL OLDUĞUN ŞEYLE MEŞGUL OL”
Söyleyen ne güzel söylemiş
Mes’ul olduğunla, meşgul ol demiş
Bize, sorumluluk bilincini öğretmiş
O gerçek lider ve öğretici imiş..
Her anı, Allah yolunda geçen ömür
Önceden, tüm oyunları sezip görür
Cesur ve mert, Hakkın sözcüsüdür
Örnek şahsiyet, dava öncüsüdür..
Hâlâ hırlıyor, kuduz finolar
Siyona, yamanmaya çalışıyorlar
Kemik az gelince, kuduruyorlar
Ağızlardan boşalıyor, salyalar..
İmtihan süreci, devam ediyor
Dünyalık için, ahiret kaybediyor
Makam para hırsı, kaybettiriyor
Faiz ve kumar, ocaklar söndürüyor
Dava kardeşini, eğer üzersen
İyi niyetini, suistimal edersen
Okşayıcı sözlerle, söğüşlersen
Hesabı sorulur, bir gün senden..
Çok uyarıldın, hâlâ bu ne inat
Vazgeç artık, etme nefse itaat
Getir ki, kurtulasın, aza kanaat
İnsana zarardır, fazla şatafat..
Meşgul olmaz, Mes’ul olduğundan
Boş işlerle, geçirdiği zamandan
Hesaba çekilir, tüm yaptığından
Uzak durun, haramdan ve yalandan
Milli Çözüm, gerçek özüm
Budur size, son sözüm
Gördüğü sürece, gözüm
Gerçekleri haykırarak, ölürüm
Bizim için, diriliş ve şehadettir ölüm
Yalağında kemik kalmayan, sahipleri kemik atsın diye Hocamıza saldırıyor. Tabi, şeytani zekâvetleri geçmişten ders alıyor. Erbakan Hocamıza ihanet edenlerin eriştiği makamları görüp, bir kemik de kendilerine düşsün diye en alçak sahtekarların bile tenezzül etmeyeceği yalanları peş peşe sıralıyor bu “CİCİ MÜNAFIKLAR!”
Oysa mensubu oldukları hareket tarihe geçti. Siyonizme uşaklıkta çığır açan bu harekete mensup olan, yüzünde zerre utanma kalmayan bu Yakup Köse gibi papağanlara muhakkak bir yem veren olacaktır. Ancak şunu bilmelerinde fayda var ki o kazanım diye övündükleri ne varsa aslında kazanamadılar. Hem din ve davalarını sattılar hem de karşılık olarak aldıkları sahte çıktı. Güya vesayeti yok etme namına yaptıkları ne varsa hepsi ellerinde kaldı. Yakında kendi öz çocukları gözlerini oyarsa şaşırmasınlar. Gerçi en başları “kandırılmaya” müsait bu süper beyin topluluğu ona da bir bahane bulur ya hayırlısı…