“PROTESTAN İSLAM”
VEYA
“SİYONİST MÜSLÜMAN” TÜRETMELERİ!
AKP iktidarının bu millete yaptığı en büyük kötülük; ekonomik, sosyal ve siyasal tahribatlarından öte, korkunç bir imani ve ahlâki yozlaşma sürecini hızlandırmasıdır. Dünyaya ve olaylara Yahudi mantığıyla yaklaşan, Haçlı-Batı tarzıyla yaşayan, ama Müslümanların söylem ve geleneklerini öne çıkaran bir anlayışı yaygınlaştırmak; kısaca “Siyonist Müslüman” tipi oluşturmak, AKP’nin en derin ve tehlikeli tahribatıdır. Bu hıyanetin altyapısı “Ilımlı İslam” kılıflı “Protestan Müslüman” anlayışını benimsemekle başlamıştı. Bu işin taşeronluğu ise Fetullahçılara yaptırılmıştı. Gülen cemaatinin baş destekçilerinden olan CIA kurmayı ve Siyonist Yahudi Lobilerinin İslam coğrafyası Uzmanı Graham E. Fuller; yazdığı “İslamsız Dünya” kitabında, “Müslümanların ılımlaştırılıp Protestanlaştırılması durumunda, tehlike olmaktan çıkarılacağı” tezini savunanlardandı.
Adnan Menderes ve Celal Bayar’la başlatılan, Süleyman Demirel’le tabana ve topluma benimsetilmeye çalışılan, Turgut Özal’la hız kazanan ve nihayet Recep T. Erdoğan AKP’siyle meşruiyet kılıfına sokulup yaygınlaştırılan “Ilımlı İslam-Protestan Müslüman” mantığı, Martin Luther’in Hristiyanlıktaki reformlarının aynısıdır. Asıl amaçları ve arzuları, dünyalık mal ve makam toplamak ve iktidar olma hırslarını tatmine çalışmak olan, ancak bütün bunlara İslami bir kılıf geçirip din istismarı yapan bu “Siyonist Müslümanlar”, Kur’an’ın sıklıkla vurgulayıp mü’minleri uyardığı MÜNAFIK kavramının çağdaş versiyonlarını oluşturmaktadır.
Protestanlığın ve Kapitalizmin Avrupa ve Amerika toplumlarına kimler tarafından nasıl ve niçin aşılandıklarını incelediğinizde karşımıza Judaizm (Yahudi Siyonizm’i) çıkmaktadır.
Protestanlık, 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin’in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa’nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Martin Luther’in 1517 yılında Wittenberg Kilisesinin kapısına 95 maddelik o meşhur protesto yazısını asmasıyla, Hristiyan dünyasındaki en büyük bölünmenin temelleri atılmıştır. Luther, bu 95 maddelik tezde bütün reformist görüşlerinin özünü açıklamaktadır. İlk bakışta savunduğu düşünce; “Papalığın otoritesini reddetmek, onun yerine Kutsal Kitap’ın yani (Eski Ahit) Tevrat’ın tek dini otorite olduğunu göstermek” olduğu sanılmaktadır. Protestan Hristiyanlar sadece İncil’i değil ayrıca Yahudiliğin Kutsal kitabı (Eski Ahit) Tevrat’ı da okumaktadırlar.[1] Ancak Luther’in asıl amacı, Kabalist Yahudi inancını Hristiyanlar arasında yaymak; faize ve fuhşa meşruiyet kazandırmaktır. “Protestanlık ve reform sayesinde, Hristiyanlığın şirkten uzaklaşıp tevhide yaklaştığı” iddiaları tam bir yanılgıdır. Martin Luther, reform hareketleri başlamadan önce Yahudilikle, Tevrat ve İbraniceyle içli dışlıydı. Bu ilgisini ilk olarak “Jesus Christ Was Born A Jew” (İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu) adlı kitabında zaten açıklamıştı. Luther’in Yahudilerle ilgili olarak söyledikleri onun bu ilgisinin ispatıdır: “Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kâfir demekten yorulduklarında Yahudi desinler.”[2]
Protestanlık; aslına bakarsak Hristiyanlıktan daha çok Yahudi mezhebi gibidir. Protestan teolojisinin kurucuları, Kabala’yla karıştırılmış Eski Ahit (Tevrat)’ın hükümlerinin hiçbir yoruma tâbi tutulmadan doğrudan kabul edilmesi prensibini benimsemiştir. Protestanlar, İncil’den öncelikli olarak Tevrat okuyacaklar ve dünya görüşlerini Tevrat’ın hükümlerine göre şekillendireceklerdi. Bu durum: Eski Ahit’in yalnızca “bu dünya”yı önemseyen düşüncesine geri dönülmesi, ruha değil maddeye yönelinmesi ve öteki dünyanın (ahiretin) öneminin yitirilmesi ve faizin yaygın hale gelmesi gibi tehlikeli sonuçlar getirmişti. Orta Çağ Katolik Kilisesi’nin faizi kesin olarak yasaklıyor olması, faiz sisteminin çok fazla yayılmasına engeldi. XVI. yüzyılda Yahudi Kabala kaynaklı Tevrat’ı kabul eden Protestanlar, bu konuda çok farklı bir yaklaşım getirdi. Avrupa’da artık faiz meşrulaşarak tefeciliğin ve modern banka sisteminin gelişmesinin önü açılmış demekti. Bu da kapitalizmin doğuşu anlamına gelmekteydi.
Bir insanın bütün kabiliyeti ve enerjisi ile para kazanmasının gerekli olduğunu Yahudi Benjamin Franklin’in Genç Bir Tüccar’a Öğüt’ünde (Advice to a Young Tradesman) açıkladığını, Max Weber ortaya koymaktadır. Benjamin Franklin’e göre para ihtiyaçları karşılamak veya gelecekte harcanmak üzere kazanılmamalıdır. Aksine para kazanma başlı başına bir amaç olmalıdır. Başka deyimle, para kazanmak için, para kazanılmalıdır. Franklin’in üzerinde durduğu nokta, para sevgisinden öte, para kazanma zorunluluğu yani paraya tapınmaktır. Kendi tezini doğrulamak için Franklin, Tevrat’tan da iktibasta bulunmakta ve Süleyman’ın Meselleri Kitabında yer alan; “İşinde gayretli adamı görüyor musun? O kralların önünde durabilir”[3] sözünü örnek almaktadır. Weber, para sevgisinin ötesinde, para kazanma mecburiyetinin Franklin’in öğretisinde başlıca rolü oynadığını ve modern kapitalizm ile geçmiş zamanlardaki kapitalizm şekilleri arasındaki temel farklılığın “para kazanma aşkının insanlara aşılanmasında” belirdiğini anlatıyor.[4] Katoliklerce “gizli Yahudi” olarak tanımlanan Martin Luther, reform hareketiyle hem Katolik Kilisesine ölümcül bir darbe vurmuş, hem de geliştirdiği dini doktrin için asıl kaynak olarak Tevrat’ı esas almıştır. Yahudilerin “seçilmiş halk” olduklarını kabul eden Luther’in Roma Katolikliğine getirdiği yıkıcı darbeye ilk olarak Yahudiler tarafından sahip çıkılmıştır.[5]
Yahudilerle Protestanlar arasında kurulan yakın ilişki 20. yüzyılda da Siyonistler ile Protestan gruplar arasında aynı sadakatle devam etmekte ve bu Protestan gruplar Batı’da Hristiyan Siyonistler olarak anılmaktadır. Protestanlıkla birlikte başlayan “Yahudileşme”, aynı zamanda Batı’daki “Hristiyan Siyonizmi”nin de çıkış noktasıdır. Regina Sharif Non-Jewish Zionism: Its Roots in Western History (Yahudi-Olmayan Siyonizm ve Batı Tarihindeki Kökenleri) adlı kitabında, 16. yüzyılın ortasında doğan Protestanlığın güçlü bir Siyonist gelenek doğurduğunu vurgulamıştır. Sharif, Eski Ahit’teki Yahudileri öven bölümlerinin Katoliklerce göz ardı edilmişken Protestanlar tarafından ön plana çıkarılmış olmasına dikkat çekerek: “Yahudi yeniden doğuşu ve Yahudilerin Filistin’e dönüşü kavramlarını gündeme getiren Protestanlık, daimi ve etkili bir ‘non-Jewish’ Siyonist gelenek başlattı.”[6] gerçeğini hatırlatmaktadır. Protestanlığın, Yahudi önde gelenlerine büyük bir stratejik yarar getirdiği kesindir. Orta Çağ’da Kabalacı Yahudiler, Protestanlık sayesinde, Eski Ahit kehanetlerine en az kendileri kadar bağlı olan ve bu nedenle de Mesih Planı’na gönülden destek olacak önemli bir müttefik kazanmışlardır.
Ermenilerin, Tanzimat Fermanı’ndan sonra ABD ve İngiltere tarafından Protestanlaştırılmalarını ve bu yüzyıllık süren Protestanlaşma sürecinde misyonerlik faaliyetlerinin Ermeniler üzerinde çalışıldığını özellikle bilmemiz gerekiyor.[7] Peki, bugün misyonerlik faaliyetleri yürüten ev kiliselerin ve toplulukların Protestan oluşlarını, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren ABD ve İngiltere’nin Türkiye’deki Ermenileri Protestanlaştırmaya çalıştıklarını ve bu faaliyetler doğrultusunda okullar açtıklarını, faaliyetler yürüttüklerini neye göre değerlendirebiliriz? Ermenilerin Protestanlaştırılmaları İsrail ve ABD için bir stratejidir. Nitekim Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids) adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten bu gizli (Kripto) Yahudi asıllı cemaatin hikâyesini, Ermeni cemaatinden Levon Panos Dabağyan, 2006 yılında Aksiyon dergisinde vermiş olduğu röportajında dile getirmiştir. Dabağyan, Pakradunilerin Ermenilerden farklı bir yaşam sürdüklerini, geleneklerini devam ettirdiklerini, domuz eti yemediklerini ve çocuklarına İbrani isimler verdiklerini bildirmektedir.[8] Ermenilerin Protestanlaştırılmasını bu bağlamda düşündüğümüzde Pakraduniler için müthiş bir gizlenme yolu olduğu kesindir. Protestan görünen Pakradunilerin 1915 Ermeni olaylarındaki konumlarının da artık araştırılması ve tartışılması gerekmektedir.
Kapitalizm, Protestanlık ve Yahudilik üçgeni
Katolik dünyasının dine bakışı, daha manevi ve uhrevidir. Katolikler de tüketim konusunda, kültür konusunda, gelenek konusunda Protestanlara aykırı bir yaklaşım sergilemektedir. Bazı Avrupa ülkelerinde Katolikler davranışları ile daha dindar ve derinliklidir. İşte bu yaşam tarzı uluslararası kapitalizmin işine gelmemektedir. Onlar için iyi din olarak Protestanlık kabul edilir. Yani sen Siyonizm’e hizmet etmelisin, Hristiyanlık inancın da bunun bir kenarında duruversin… Batı kapitalizmi için en uygun Hristiyanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk değil, Eski Ahit’i (Tevrat’ı) kabul etmiş Protestanlık mezhebidir. Çünkü Protestan felsefe kapitalizmin hizmetindedir. Burada asıl amaç insanları Hristiyan Ortodoks ya da Katolik yapmak değil, Protestan yapmaktır. Yani Kapitalizm’e-Siyonizm’e demokrat köleler haline getirmektir. Amerika Birleşik Devletleri’nde Protestanlık ve Yahudiliğin adı Kapitalizm, Püritenlik ise İngiliz Yahudiliğidir. Onun için tarih boyunca Katolik ve Ortodoks Hristiyanlığa karşı yapılan şer kampanyalarının arkasında hep bu süreç gözlenmektedir. Yani Amerikan finans kapitali (mali sermaye) ve onlarla işbirliği içinde olanlar, kapitalin hareket alanını kontrol etmeye çalışan Yahudi kesimlerdir. Bunlar; Katolikliği, Ortodoksluğu ve İslam’ı, Amerikan finans kapitalizminin hesaplarına uygun tüketim toplumu yaratma önünde engel görmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi de bu çerçevede düşünülmelidir. Ne diyorlar? Demokrasi, serbest pazar ekonomisi… Ne içindir bu? Kapitalizmin önünde İslam engel, Katoliklik engel, Ortodoksluk engeldir. O zaman Türkiye ve Ortadoğu Yahudi geleneklerine yakın ılımlı İslamcılıkla, Avrupa ve Uzakdoğu ülkeleri de Protestanlıkla terbiye edilmelidir. İşte bugün Kapitalizm mantığıyla, İslam’a karşı psikolojik saldırı yürütülmektedir. Yozlaştırılmış Hristiyanlık dini, dünya hayatından ve doğal yaşamdan kopuk yoksulluğa, keşişçiliğe, çileciliğe övgü yaparken, Yahudilik zenginliği ve zevkçiliği öne çıkarıp müşteri devşirmektedir. Yine Hristiyanlar için reklam ve gösteriş günahken, Yahudilerde reklam serbesttir. Diğer taraftan Yahudilerin çok para sahibi olması dinen teşvik edilmektedir. “Altın ve gümüş ayağın sağlam basmasını sağlar,” “zenginlik ve güç kalbi coşturur”, “dindar kişi parayı vücudundan çok sever, sevmelidir.” Hristiyan öğretisinin ve kilisenin yoksulluğu yücelttiği göz önüne alındığında, yoksulluğu sayesinde cennete gitmeye çalışan Hristiyan ile altın ve gümüş toplamayı cennete gitmenin aracı olarak gören Yahudi arasındaki zihniyet ayrılığının ekonomik alandaki etkisinin farklı olacağı kesindir.
Karl Marx, 1844’te yazdığı “Yahudilik ve Kapitalist Zihniyet” adlı makalesinde, Avrupa’nın yaşadığı bu dini dönüşümden asıl kârlı çıkanın Yahudiler olduğuna dikkat çekerken de şunları belirtmiştir; “Yahudi sadece mali güç kazanmak yoluyla değil, fakat aynı zamanda paranın bir dünya gücü haline gelmesi ve pratik Yahudi ruhunun Hristiyan milletlerin pratik ruhu haline gelmesi yoluyla kendini Yahudice bir tarzda korumuş ve kutsamıştır. Yahudiler, Hristiyanların Yahudileşmesi ölçüsünde kendilerini kurtarmışlardır.” Kapitalistleşme ve Yahudileşme arasındaki ilişkinin altını çizen Marx’a göre, “Para İsrail’in kıskanç Tanrısıdır. Yahudi tanrısı dünyevileştirilip bütün insanlığın tanrısı halini almıştır.” Marx, Protestan ve Püriten geleneğinin kapitalizmle olan ilişkisinden bahsederken de, Hristiyanlığın Reformla birlikte yaşadığı büyük değişimin yönünü şöyle belirliyordu: “Hristiyanlık Yahudilikten doğdu. Şimdi ise Yahudiliğe geri dönmüştür.”[9]
Katolik ve Ortodoks Hristiyanlığın temel misyonunda dünyada mal, mülk ve zenginlik elde etmek değil, ahiret üzerine dayanan ve dünyevi zenginlikten uzak olan inanışı, İncil’de şu şekilde tarif edilmektedir; İsa öğrencilerine dedi ki; “Zengin kişi göklerin hükümranlığına güçlükle girecektir. Yine size derim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin kişinin Tanrı’nın hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.”[10] İsa gözlerini öğrencilerine kaldırarak; “Ne mutlu siz yoksullara!” dedi. “Çünkü Tanrı’nın hükümranlığı sizindir. Ama vay halinize, ey zenginler, çünkü tesellinizi bu dünyada almış bulunuyorsunuz.”[11]
Bir başkası İsa’ya, “İyi Öğretmen, sonsuz yaşamı (ahireti) miras almak için ne yapmalıyım?” diye sordu. İsa’da ona; “Bir şeyin eksik kalıyor” dedi. “Varını yoğunu sat, yoksullara dağıt. Böylelikle göklerde varlığın olacaktır. Sonra da ardım sıra gel.” Adam bunu duyunca yüreği tasayla doldu. Çünkü çok zengindi. İsa onun tepkisini görünce, “Parası bol kişilerin Tanrı hükümranlığına girmesi ne denli güçtür!” dedi. “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bireyin Tanrı hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.”[12]
“Ne mutlu yoksulluk ruhuna sahip olanlara”, “Gururlu kişi dünyevi krallıkları, yoksulluk ruhuna sahip kişi de Göklerin Egemenliğini arar.”[13]
Katoliklerin ve Protestanların farklı özelliklere sahip olduğu reddedilemez bir gerçektir. Genel anlamda Weber, Katolikler ve Protestanlar arasındaki ayrımı şu cümlesiyle ortaya koymaktadır. Katolikler daha sakindir; daha az kazanma güdüsü ile eğitilmiştir, çok az bir geliri de olsa, en emin yaşam biçimini, sonunda ona onur ve zenginlik getirebilecek tehlikeli, heyecanlı bir yaşam biçimine tercih etmektedir. Atasözü, “ya iyi yiyin, ya da rahat uyuyun” demektedir. Buna göre Protestanlar çok iyi yerlerken, Katolikler rahat uyumak peşindedir.[14] Protestan ahlâkı haliyle kapitalist ruhu beslemiştir. Zamanla bu süreç tersine işleyecek, Protestan ahlâkı giderek kapitalist ruhtan etkilenerek değişim geçirecektir. Protestan etiğinin etkili olması ve sekülerleşmenin bu etikte bu kadar başarılı olmasının sebebi, bireyin en derininde yatan güdülenmeye ve köleleşmeye müsait hale getirilmesidir.[15] Sabri Fehmi Ülgener, kapitalizmin Protestanlıktan çok daha önceleri ortaya çıktığını söylemektedir. Ülgener’e göre Protestanlık, burjuvanın dinsel yorumu şekillendirmesinden türemiştir. Ülgener’in söylemek istediği; insanlar Protestan oldukları için kapitalizme yönelmemiş, kapitalist olduklarından dolayı Protestanlığı benimsemiştir.[16]
Yahudilikte faiz ve zenginlik
Nitekim Haham Benjamin Blech, “Yahudilikte Yoksulluk ve Zenginlik konusunu” şöyle açıklamaktadır; Yahudilikte zenginlik kutsal bir amaçtır. Paran varsa, akıllı ve saygınsındır. Para insanın birçok mitzva (emrini) yerine getirmesini sağlayacaktır. Hristiyanlık ise yoksulluğun kutsallığı temeline dayanır. Yahudilikte yoksulluk övgüye değer bulunmaz. Yahudi varlık edinmeye çalışmalıdır. Haham Benjamin Blech, Yahudilikteki ahiret kavramını şu şekilde açıklamaktadır: Hristiyanlık, İsa’nın şu sözlerini vurgular: “Krallığım bu dünyada değildir.” Fakat Yahudilikte Tanrı, insanlara: “Krallığım bu dünyadadır” gerçeğini hatırlatır. “Bu dünyada hayatınızı iyi yaşayın; sonrası sizi ilgilendirmez” kanaati yaygındır.[17] Görüldüğü üzere Yahudilikteki ahiret kavramı da diğer İlahi dinlere kıyasla çok zayıf kalmaktadır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde Yahudilik bu dünyada zenginlik ve yeryüzü hâkimiyeti hedefine dayanır. Katoliklik, Ortodoksluk ise tamamen ahiret ağırlıklıdır. Oysa İslamiyet ise, hem dünyada izzet, asalet ve adaleti, hem de ahirette ebedi saadeti hedefleyen orta bir yol tutmakta, her iki hayatı birlikte kuşatmaktadır. Yahudilikte yoksulluk, insanı dünyadan uzaklaştıran ve tüm amaca ulaşmaktan alıkoyan bir günah algılanır.[18] Yahudi kaynaklarını, Tora’yı ve Talmud’u inceleyen birisi olarak sizlere şunları söyleyebilirim ki “çok para kazanmanın kutsallığı”, “zenginlik” ve çalışmanın ibadetten üstün olduğu Talmud’un Mişna bölümünde sık sık vurgulanır. Tanrı, üstünde yaşadığımız dünya küresini yarattığı vakit, canlı varlıkların ve bilhassa insanların, yaşamlarını sürdürebilmeleri için uğraşmaları / çalışmaları gerektiği prensibini koymuşlardır. Kutsal kitaplarda dünyamız “olam amaase” (çalışma dünyası) diye adlandırılır. Tanah’ta, İyov kitabında şöyle yazılıdır: “Adam le-amal yulad”[19] “İnsan, çalışmak için dünyaya yollanmıştır.”[20]
Allah, Kur’an’da; “Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım”[21] diyerek hayatın kulluk ve imtihan şuuru içinde yaşanmasını, çalışıp kazanmanın, bilim ve teknolojiyle uğraşmanın da bu genel ibadet huzuru ile yapılmasını şart koşmaktadır. Kapitalizmin ham maddesi olan faiz, Tora (Tevrat) kaynaklıdır. Tora’da faiz konusu şöyle bildirilmektedir; “Kardeşine (Yahudiler birbirlerine) ister para faizi, ister yiyecek faizi olsun, faiz alınan başka herhangi bir şeyin faizi olsun, faiz vermeyeceksiniz. Ancak yabancıya faiz verebilirsin, ama kardeşine faiz veremezsin.”[22] Hahamlar Yahudilikte faiz verilmesi konusundaki bu ayeti Tora’da şu şekilde açıklamaktadırlar; Tora “yabancıya faiz karşılığı para ver” kelimesini emir kipinde açıklamıştır. Ama kardeşiniz olan Beni İsrail’e faiz vermeniz ve almanız yasaktır. Faiz, her ne kadar ihtiyacı olan kişiye bir yük anlamına geliyorsa da, birçok durumda o kişi bu yükü memnuniyetle kabul edecektir. Faiz konusu canlı ekonominin en önemli etkeni olmuştur. Tora, faiz almayı bir hırsızlık ve haksızlık olarak görmemektedir. Tora, faizi insanlık çapında yasaklamış değildir.[23] Talmud’da ise faiz konusu şu şekilde açıklanmaktadır; “Yahudiler arasında faizin hem verilmesi hem de alınması yasaktır. Ama yabancıya faizli para ve borç vermeniz serbest bırakılmıştır.”[24]
Orta Çağ’dan günümüze kapitalist sömürü ekonomisinin can damarı olan faiz, görüldüğü üzere meşruiyetini Tevrat’tan almaktadır. Faiz’i büyük günah sayan Katolik Avrupa toplumlarına faiz, Protestanlık vasıtasıyla kabul ettirilmiş ve tarihten günümüze kadar yaygınlaştırılmıştır. Protestanlık da Yahudilik de faizi kullanmanın meşruluğunu Kabala tahrifatlı Tevrat’tan almaktadır. Nitekim bu durum Katoliklikte ve İslam’da büyük günahtır. Bu açıdan Kapitalizmin tarih sahnesine çıkışını ve yaygınlaşmasını incelemek istediğinizde Weber’in ve Sombart’ın tespitlerinden yola çıkaraktan Tora ve Talmud’un iyice incelenmesi şarttır.
Werner Sombart’ın Kapitalizm ve Yahudilik tezleri
Alman İktisatçı Prof. Dr. Werner Sombart, Kapitalist ruhunu, Weber’in tersine lüks yaşama ve bol harcama şevkinde aramıştır. Werner Sombart, “Yahudiler ve Modern Kapitalizm” adlı eserinde Püritan ve Protestan ahlâkın özünün Yahudi dininden kaynaklandığını ve Avrupa’da kapitalizmin ilk aşamasında ve kolonileşme sürecinde Yahudi sermayesinin önemli rol oynadığını vurgulamaktadır. Yahudilerin kendilerine has karakteristikleri sayesinde kapitalizmin bu kadar gelişme kaydettiğini açıklamaktadır. Sombart’a göre kapitalizmi üreten; Protestanlıktan önce, Yahudilik olmaktadır. Sombart Yahudi ve Hristiyanlar arasında karşılaştırmalar yapmış, ilginç sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Sombart’a göre gizli Hristiyanlık yoktur ama gizli Yahudilik vardır. (Tarihte bunun Amerika ve İspanya’daki benzerine Konversoluk, Osmanlı’da ve günümüzde ise Sabetayizm diyoruz.) Çünkü Yahudilik, dinlerini gizli sürdürülebilecek kadar bağlayıcıdır. Zenginliğin Yahudilerin dininde önemli bir yeri vardır. Zenginliklerin, Tanrı’nın onları kutsaması olarak anlaşılır ve tabi zengin olmak ve diğer insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak için, faiz ve fuhuş dahil, her türlü haram ve haksız kazanç yolu, Yahudilere mubahtır.[25]
İslam’da zenginlik
İslamiyet’te özel mülkiyet hakkı tanınmaktadır. Ancak, bu hakkın, milli gelirin bölüşümünde adil bir dağılıma götürülmesi de esastır. İslam; sebepsiz zenginleşmeyi, haksız kazancı, adaletsiz gelir dağılımını ve zengin ile fakir arasındaki derin uçurumları kabul etmemektedir. Hz. Peygamber, peygamberliğinin yanında dünyevi yönleri bulunan devlet başkanlığı, komutanlık, hâkimlik, muallimlik görevlerini yapmasına rağmen şaşalı ve debdebeli bir hayat sürmemiş, israf ve lüksten uzak, sade ve mütevazı bir yaşantıyı tercih ederek ümmetine örnek olmuşlardır. “Hz. Peygamber Kur’an’ın öğretileriyle bu sosyal yapıyı olabildiğince ‘Adil Paylaşılan’ bir zemine taşımaya çalışmış; mevcut sınıfları, çatışan gruplar değil, diyalog içindeki taraflar olabilmeleri için gerekli düzenlemeler yapmıştır. Bu düzenlemelerin insanlık tarihinde gerçekleşmiş en erken ve ileri düzenlemeler olduğu birçok çağdaş bilim adamı tarafından da kabul edilip takdirle anılmıştır.”[26] gibi doğru saptamalar yapan Salim Meriç’in aşağıdaki yorumları ise tamamen asılsız ve alâkasızdır.
“Hadislerin zühd başlığı altında yer alan rivayetlere bakıldığında, tam anlamıyla bir ‘fakir’ taraftarı söylemin Hz. Peygamber’in hadislerine hâkim olduğu görülmektedir” tezi temelinden yanlıştır. Ya bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır veya kasıtlı bir çarpıtmadır.[27] Çünkü İslam, ZEKÂT’ı, HACC’ı, CİHAD’ı (Milli savunma hazırlık ve harcamalarını) özellik ve öncelikle emir buyurmaktadır, bunlar da ancak zengin olmak, çalışıp kazanmakla mümkün olacaktır. Hz. Peygamberimizin öğütlediği; fakirlik ve acizliği övmek ve özendirmek değil, her türlü girişim ve gayrete rağmen başa gelecek yoksulluk haline sabretmek ve bundan kurtuluş çarelerini üretmekle alâkalıdır. Hz. Peygamberimiz çok çalışıp kazanmayı, ama şahsi saltanat ve şaşaadan sakınıp sosyal adaleti yaygınlaştırmayı vurgulamaktadır.
“Fakirlik Benim övünç vesilemdir, Ben onunla övünürüm.”[28] hadisi ise, maddi fakirliği, el âleme muhtaç hale gelmeyi değil, Allah’a karşı acizlik ve çaresizliğini bilmeyi ve mahviyet göstermeyi anlatmaktadır. Hz. Peygamber bir Hadis-i Şerifinde; “Sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat Ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.”[29] buyurması, mal kazanma hırsıyla haram ve haksız yollara başvurulması kuşkusundandır. “Her ümmetin bir fitnesi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır.”[30] buyurması da bu anlamdadır. İşte Allah’ın Resulü, helâl ve meşru yollarla çalışıp kazanmayı, onurlu ve huzurlu yaşamayı değil, maddeye tapınmayı ve dünyaperest olmayı kınamıştır. Bugün bazı İslamcılarımızın dünyaya bakışları ve yaşantıları ise Firavunlardan farksızdır. Bunlar dinden konuşup, dünyayı arzulayan, derdi de, hedefi de dünya olan… Mal, mülk, mevki ve makam peşinde koşup, kutsallarını pazarlayan münafıklardır.
Birtakım İslamcılar: “Hz. Muhammed zamanımızda yaşasaydı, denizde jetski’ye, karada en lüks jiplere binerdi” diyecek kadar istismara ve saptırmaya başlamıştır. Türkiye’deki genel çılgınlıktan, İslami kesim de payını almıştır. Müslümanlar Ümmet şuurunu yitirmişler, cemaat asabiyeti bataklığına saplanmışlardır. Eline para geçen kesim lüks, israf, sefahat deryasına batmıştır. “Dünya hayatı bir oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. Mal, çoluk-çocuk hepsi dünya hayatının süsleridir,[31] asıl gerçek olan Allah katındaki salih amellerdir.”[32] ayetleri unutulmaktadır. Kapitalizmi en sert eleştiren yazarlardan biri Seyyid Kutub’tur. Ona göre kapitalist düzen, insanların üstün değerlerini, ahlâk ve vicdanlarını bozmuş, adalet anlayışını altüst etmiş, devlet ve halk arasındaki dayanışmayı ortadan kaldırmış, sıkıntıları çoğaltmış, huzuru yıkmıştır.[33]
İslam’ın tavsiyesi, üretim ile ticari hayatın, son derece etkin ve caiz biçimde artırılması, büyük ölçüde sosyal refaha ve adil bir gelir dağılımına ulaşılmasıdır. İslam’ın esas amacı, sosyal statülerine bakmaksızın herkese ekonomik sahada fırsat eşitliği sağlamaktır. Bu maksatla mülk edinme hürriyeti yanında, sömürü ve tekelleşmeyi önleyici tedbirler alınmıştır. İslami bir ekonomide temel hedef insandır, insanın ve bütün toplumun dünyada refahını, ahirette (kurtuluşunu) sağlamaktır. Bu amaca ise, ferdi zenginlikle beraber, toplumun sosyal refahını artırmakla ulaşılır. Hatta amaç; serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmaktır. Şu halde İslam’da hedef, servetin hem çoğaltılması hem de dağıtılmasıdır. Müslüman çalışıp kazanacak, fakat hedefi, serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmak olacaktır. Yani İslam’da mal ve paranın akışkanlığı vardır, bu akışkanlığı kesersen para bir yerde yığılacak; biriken mal ve para biriktireni zenginleştirirken diğerlerini de fakirleştirip yoksullaştıracaktır. İslam tarihinde; fakir kitleler varken, servet yığmanın tehlikelerine karşı uyaran, İslami sadeliğe, eşitlik ve adalete çağıran kimseler de vardır. Bunu ilk olarak savunan, sahabe Ebu Zer el-Gıffari’dir. Ona göre bir Müslümanın, ailesinin temel ihtiyaçlarından fazla malı elinde tutup yoksullara dağıtmaması veya başkalarının da çalışıp yararlanacağı bir yatırım yapmaması şeriata aykırıdır.[34]
İslam’da zenginlik kınanmamış, aksine servet sahibi kişilerin bu zenginliklerini toplum yararına kullanmaları istenmiştir. Ayrıca, İslam’da biriken sermaye konusunda, ihtiyaç fazlası nakdi servet hoş görülmemiş, bunların yatırım ve harcamaya dönüşmesi teşvik edilmiştir.[35] Kur’an-ı Kerim’de şöyle denilmektedir; “Sizleri halife kıldığı (yönetiminize verdiği) mallardan infak edin.”[36] Bu nedenle insanlar; onları kendi bencil ve keyfi tutumlarına göre değil, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda harcamaları, yani infak etmeleri, insanların refah ve saadeti ile sosyo-ekonomik adaletin sağlanacağı bir tarzda kullanmaları esastır. Maalesef Yahudi geleneklerini benimsemiş İslamcıların birçoğu, Fazlu’r-Rahman’ın demeçlerini kendilerine dayanak yapmaktadır. Evet, üretim yapmakla ve para kazanmakla meşgul olan bir Müslüman, bunu meşru yollarla yapıyor, diğer sorumluluklarını da yerine getiriyor, zekât ve sadakasını hakkıyla ödüyorsa neticede Allah’a hizmet ediyor demektir. Peygamberimiz, fakirliğin neredeyse imanı reddetmeye (küfre) götürdüğünü söylemiştir.[37] Ancak Fazlu’r-Rahman’ın bu görüşlerini Tevrat ve Talmud’un “para kazanmak için her yol mubahtır” şeklinde yorumlamak sapkınlıktır. Kur’an’da; malın zenginler arasında dolaşan bir “devlet”, yani bir güç olmaması gerektiği vurgulanır. Ekonomik hayatta özel sektör aşırı derecede büyürse, Kur’an’ın bu emri gerçekleşmez. Çünkü sermaye faktörü tekellerin elinde çoğu zaman üretici rantlarına yol açarak tüketiciyi sömürülme alanında bırakmaktadır. İslam daha başlangıçta aşırı büyümenin kaynağı olacak bu sömürü çarkını kırmıştır.
Müslümanları Yahudileştirme süreci!
Bazıları Türkiye’nin geçirdiği dönüşümü ‘Türkiye’de İslami kesim Protestanlaşıyor ve İslamsız bir İslam oluşuyor’ şeklinde yorumlamakta ve şunları vurgulamaktadır: “İslamsız bir İslam görüntüsü ortaya çıkmaktadır. Bu; ahlâk, etik, hak-hukuk değerlerinden soyutlanmış bir İslam’dır. Tamamıyla şekle dayalı ve tüketim araçları haline dönüşen bir İslam anlayışıdır. Bugün Türkiye’de İslami semboller alınıp satılır hale gelmiş, yer edinmek için kullanılır vaziyete dönüşmüştür. Bu durum ise Amerika’da, Protestanlaşmaya yol açıyordu. Bunlar modern süreçleri ele geçirdiklerini iddia ediyorlar ve bunu başardılar da. Medya, finans, eğitim sektörü… Hepsinde güçlendiler. Ancak bunlar modernitenin içine girdikçe, modernite de bunların içine giriyor. Modernite, dini yeniden şekillendiriyor. Burada, kazanan kapitalizmin mantığıdır.”[38] Yandaş gazeteci yazar Ali Bulaç bile; AKP iktidara geldikten sonra tüketimi gösterişe döken, her gün kıyafet değiştiren, ciplerle dolaşan, sonradan görme, kısa yoldan zengin olmuş, hiçbir ilkesi, değeri kalmamış bu kesimi “Müslüman magandalar” olarak adlandırmıştı.[39] Parayla tanışan ve lüks yaşama alışan dindarlar, hızla kapitalist sisteme katılmaya çabalamışlardır. Bir yandan rahmetli Prof. Arif Ersoy’un sözleriyle; “Herkes harıl harıl kapitalizme uygun ayet bulma telaşına girmiş, diğer yandan ekonomik güç, bir üstünlük aracı olarak İslami çevrelerde yeniden üretilmeye başlanmıştır.”[40]
“Ey mü’minler, Allah’tan korkun ve (cahiliyette işlediğiniz) faiz hesabından arta kalanı bırakın (almayın), eğer gerçek mü’minler iseniz. Eğer tevbe eder, faizden vazgeçerseniz anaparanız sizindir. Yok, eğer bu faizi terk etmezseniz bilin ki, Allah’a ve Peygamberinize karşı harbe girmişsiniz. Eğer riba almaktan tevbe ederseniz ana paranız sizindir; ve böylece ne zalim olursunuz, ne de zulme uğramış bulunursunuz.”[41] Bakara Suresi’nin 278-279 ayet-i kerimelerinde geçen faiz kelimesi, Diyanet İşleri Başkanlığı mealinden tutun birçok mealde bile kullanılmaktan sakınılmış, çeşitli fetva ve yorumlarla faiz meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Oysa; İslam ekonomisini, diğer sistemlerden ve özellikle kapitalist ekonomiden ayıran temel özelliklerinden biri “faiz yasağı”dır. İslam, kazancın ve mülkiyetin temelinde sadece emek aramaktadır.[42] Faiz, insanlarda para düşkünlüğü ve zengin olma arzusu yaratır. Faiz, yoksullardan zenginlere kaynak aktarımı yapmaktadır. Faiz, insanların enerjilerini üretken girişimlere harcamalarından alıkoymaktadır.[43] Faiz yasağı, İslam iktisadi hayatının temelini oluşturmaktadır. Ama Türkiye’deki İslamcılarımız, günümüz şartlarında faizi meşru sayan fetvalara sığınarak, kapitalist bir anlayışa kaymışlardır. Şimdi bu İslamcıların, Yahudi felsefesiyle ne farkı vardır? Onlar da faiz ve rantiye yoluyla zenginleşmeyi meşru görüyor ve yaşıyorlar, kapitalist İslamcılar da.
Sonuç: Faiz ve haksız kazanç yoluyla zenginleşen, lüks yaşantılar içindeki İslamcılar, fikri anlamda ve yaşam tarzlarıyla Judaize olmuşlardır, bunların kapitalist Yahudilerden hiçbir farkları kalmamıştır. Para ve sermaye dağılımlarını incelediğimizde faize ve sermayeye bakış açıları ve zihniyetleri tamamıyla Tevrat’la aynıdır. Kapitalist Müslümanlar, Kabalist Tevrat ahlâkının bütün özelliklerini taşımaktadırlar. Bunlar, Peygamberin hayat prensiplerinin tam zıttı bir hayat yaşamaktadır. Bunların gözünde, aynı Batı kapitalizmini oluşturan Protestanlık ve Yahudilikteki gibi para kazanan, sermaye sahibi insanlar itibarlı sayılmaktadır. Yani Protestanlar, Yahudiler ve İslamcı kapitalistler aynı zihniyete, aynı ahlâka ve aynı düşüncelere sahip bulunmaktadırlar. Bu üçünün buluştuğu nokta, her ne yolla olursa olsun zenginleşerek dünyada güce ulaşmaktır. Kapitalist İslamcıların yaşadıkları İslam modeli, bilinen İslami kaynakların hiçbirine uymamaktadır.
“AKP döneminde Diyanetin Fetvalarını incelediğimizde, Diyanetin faiz karşısındaki tutumu tamamıyla Judaize’dir, Yahudi mantıklıdır. Diyanet’in ve İlahiyat Fakültelerinin, Judaik zihniyet ve düşüncelerin etkisine sokulmaya çalışıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Judaizm-Siyonizm sadece bir inanç değil, görünmeyen bir ideoloji ve hayat tarzıdır. Judaizm karşıtı olsanız bile, Erbakan Hoca’nın dediği gibi, onun hizmetkârı ve oyuncağı olduğunuzun farkına bile varılmamaktadır. İşte Diyanetin ve bazı ilahiyatçıların da içinde bulundukları durum bunun yaşanmasıdır.” tespitleri maalesef gerçekleri yansıtmaktaydı. Ancak, İslamiyet’i, Siyonizm’in diğer bir uydurması ve uygulaması olan bâtıl ve barbar komünizm-sosyalizmle aynı gösterme çabası ise, başka bir safsata ve sapkınlıktır. “Şimdi İslamcı kesimin Sabetayizm ve Siyonizm konusunun üzerinde neden durmadıklarını ve neden bu konular hakkındaki çalışmalara karşı çıktıklarını (ve Erbakan’ı yalnız bıraktıklarını) anlıyorsunuzdur sanırım.”
- The Catolic Encylopedia, Protestantism, Robert Appleton Company, New York 1911, Vol.9, Bib; Gans Henry, p. 112-113.) http://www.newadvent.org/cathen/09438b.htm
- Leon Poliakov, Richard Howard, History of Anti-Semitism, University of Pennsylvania Press, 2003, Vol. I, p. 225.
- Tevrat-Süleyman’ın Özdeyişleri, Bap. 22/29
- Fullerton, Kemper, Calvinism and Capitalism: an Explanation of the Weber Thesis, editör: Green, Robert W. Boston 1959, p. 8.
- Encylopedia Judaica, Protestans, Thomson Gale, Keter Publishing House, Jerusalem 1971, Vol. 16, p. 632.
- Regina Sharif, Non-Jewish Zionism: Its Roots in Western History, Zed Press, London 1983, p. 10-11.
- Ermeni Protestan Kilisesinin Yüzüncü Yıldönümü 1850-1950, Akın Matbaası, İstanbul 1950, s. 122-123.
- Aksiyon Dergisi – Mustafa Aydın Ermenileri Yöneten Yahudiler – 03.04.2006
- M. Özel, Kapitalizm, Hristiyanlık ve Yahudilik. Kapitalizm ve Din (1. Baskı) içinde (9-34). Alternatif Üniversite. İstanbul 1993, s. 14.
- İncil – Matta 19 / 23, 24
- İncil – Luka 6 / 21, 24
- İncil – Luka 18 / 18, 22, 23, 24, 25
- Katolik Kilisesi Din ve Ahlâk İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, 1893 Filmcilik Ltd. Şti. s. 577.
- Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çeviri; Z. Gürata, Ayraç Yayınevi, Ankara 1999, s. 35.
- R. Schroeder, Max Weber ve Kültür Sosyolojisi, çeviri; M. Küçük, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1996, s. 17.
- A. Rıza Zorlu, Sabri Fehmi Ülgeneri Okumak, Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız (1. Baskı) içinde (242- 261). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s. 36
- Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, çev. Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş. İstanbul 2003. s. 87, 90-91.
- Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, A.g.e. s. 94.
- İyov 5/7
- Talmud – Mişna 5 Perek 3, Pirke Avot, Rabi Eliyau Kohen, s. 116. Mişna Yahudilikte Medeni ve Ceza Hukuk’u olan Talmud’un ilk bölümüdür.
- Zâriyât Suresi: 51/56
- Tora/Devarim, Ki Tetse, Bap. 23/20-21
- Tora/Devarim, Ki Tetse, Bap. 23/20-21, Rabilerin Faiz Konusundaki Açıklamaları.
- Babil Talmudu/Baba Metsia 75b. Şifre 262.
- Werner Sombart, Kapitalizm ve Yahudiler, çev. Sabri Gürse, İleri Yayınları, İstanbul 2005, s. 19.
- Roger Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, trc; Cemal Aydın, İstanbul 1995, s. 11-22.
- Bak: odatv.com Yahudi İslamcılar
- Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Kitâbu’z-Zühdi’l-Kebir, Dâru’l-Cinan, Beyrut 1987, s.102.
- Buhari, Rikak, B. 7, Cizye, B. 1, Megazi, B. 12; Müslim, Zühd, H.No: 6.
- Tirmizi, Zühd, 26, (IV, s. 569)
- En’am: 6/32
- Kehf: 18/46
- Seyid Kutub, İslam Kapitalizm Çatışması, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, s. 10-19.
- Abdulaziz Duri, İslam İktisat Tarihine Giriş, (Tercüme; Sabri Orman) Endülüs Yay., İstanbul 1991, s. 31.
- Ahmet Tabakoğlu, İslam ve Ekonomik Hayat, DİB Yay. 275, İlmi Eserler: 48, Ankara 1996, s. 110.
- Hadid: 7
- Fazlur Rahman, “İslam’ın İktisat İlkeleri” İslamiyat, C. V (2002), Sayı: 2, s. 141.
- Şenay Yıldız’ın Röportajı, Türkiye’de kaybeden Gülen Cemaati, 25 Temmuz 2010 – Akşam
- Ali Bulaç, Sevda Alkan ile Röportajı, Haftalık Dergisi. Mayıs 2006
- Can Dündar, 12.03.1997 / Milliyet
- Bakara Suresi: 278-279 Ali Fikri Yavuz’un Meali
- Seyid Kutub, İslam Kapitalizm Çatışması, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, s. 55.
- T. Kuran, İslam’ın Ekonomik Yüzleri, İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 27.
İslam Bize Kâfi
Ey iman edenler iman ediniz Ayeti Celilesi ne kadar da güzel bir uyarıdır..
İmtihan dünyasında iki yol var…Ya İslam ‘ın Hak yolu veya adı ne olursa olsun batıl yollar…
Onlar batıl davaları için gece gündüz çalışıyorlar fakat biz Hak davamız için ne kadar çaba sarfediyoruz…
Erbakan Hocamız ın duası ne kadar güzeldir…Ya Rabbi bizlere Hakkı Hak olarak göster batılı batıl olarak göster bizlere Hak için çalışmayı nasip eyle …Amin
Nisa süresi 136.ayet
atom bombası ile yıkılamayacak güçler gün gelir SELEM SENEDİ İLE BÜTÜN SİSTEMLERİ YERLE BİR OLUR
Erbakan hocamız ;batılın sömürü saltanat düzenlerini alt üst edecek ekonomik modelide geliştirmiş.
SELEM Senedi (Sipariş) Kredisi: Selem; para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan alışveriş sözleşmeleridir. Bu, kitap, sünnet ve icma ile sabit ve caizdir, aklen, ilmen ve vicdanen de gerekli ve geçerlidir. “Selem; para peşin, mal veresiye yapılan senetleşmedir” demek; yani birkaç ay sonra üretilecek buğday, peynir, kumaş vb. şeylerin, o günkü piyasa değerinden biraz daha düşük bir fiyatla satılıp peşin parası alınarak, karşılığında taahhüt edilen malın, üretildikten sonra ödenmesidir. Bu durumda; peşin para veren alıcı (tüketici) ucuza mal almış olacaktır. Bu parayı tüketiciden veya bankadan peşin ve faizsiz kredi olarak alan müteşebbis ise, üretimi gerçekleştirmek ve işini genişlettirmek imkânı bulacaktır. Ancak, selemin, faiz şüphesinden uzak kalması ve meşru sayılması için şu şartları taşıması gerekir:
1- Para peşin olarak ödenmelidir.
2- Malın veresiye (en az bir ay gibi bir müddet sonra) verilmesi gereklidir.
3- Peşin ödenen paranın cinsi ve miktarı mutlaka belirtilmelidir. (45 Cumhuriyet altını, 7000 TL, 2000 ABD doları, 3000 Euro, gibi.)
4- Peşin alınan para karşılığında sonradan verilmesi taahhüt edilen malın,
a. Cinsi (buğday – peynir – kumaş gibi),
b. Nev’i (yerli buğday, kaşar peyniri, yazlık terlen kumaş gibi),
c. Miktarı (300 kg., 5 teneke, 170 m. gibi),
d. Sıfatı (süper, iyi, orta, düşük kalite gibi) her halde belirtilmiş olmalıdır.
5- Malın teslim edileceği yerin ve zamanın gösterilmesi şarttır.
6- Bu malın kararlaştırılan mekân ve mevsimde piyasada bulunur cinsten olması lâzımdır.
7- Selem yapılan iki bedelin (paranın ve malın) faiz illetine karışmaması için, farklı cins ve miktarda olması esastır.
Bütün bu şartların faize dönüşmemesi için aşağıdaki esasların da uygulanması gerekir. Bu esaslar İbni Abbas (ra) Hazretlerinin selem ayeti dediği, Bakara 282 ve 283. ayetlerinden çıkarılmıştır. Şöyle ki:
A- Selemin mutlaka yazılması (selem senedi veya sipariş senedi şeklinde),
B- Bu senedin devlet teminatı altında bulunması, yani resmi olması,
C- Bu senetlerde alacaklının değil, sadece borçlunun belirtilmesi,
D- Selem senetlerinin “Hamiline” şeklinde düzenlenmesi,
E- Taahhüt edilen malın belirlenen yer ve zaman, miktar ve evsafta teslim edilmemesi halinde bunu tazmin etmek üzere yeterli bir ipotek alınması ve teminat gösterilmesi.
F- Selemle satışa konu olan malın şartlara ve standartlara uygunluğunu kontrol edecek resmi bir teşkilatın bulunması gerekir.
İlk bakışta selemin (para peşin, -biraz ucuz sayılarak- mal veresiye alışverişin) faize benzediği zan ve iddia edilir ama bu asla doğru değildir. Şimdi faizi haram ve haksız, selemi caiz ve yararlı kılan; İslam’ın hangi hikmet ve hedefleri esas aldığını ve faizle selemin farklarını ortaya koyalım.
a- Faiz, malı önceden alıp parasını sonradan ödemek şeklinde olduğu için -vade farkından dolayı- fiyatlar artıyor ve enflasyonu körüklüyor. Selemde ise parayı peşin verip mal sonradan alındığı için fiyatları düşürüyor ve enflasyonu önlüyor.
b- Faiz, daha parasını ödemeden ve karşılığında bir şey üretmeden önce “peşin tüketim” yaptırıyor. Böylece “borçlu yaşama” düzenini doğurup, ekonomik dengeyi bozuyor. Selemde ise önce parası ödeniyor, tüketim sonraya bırakılıyor. Böylece hem üretime destek verilip teşvik ediliyor, hem de “dengeli yaşama düzeni” kuruluyor.
c- Adil Düzen’deki selem (Sipariş) senedi “malı” temsil ediyor. Bugünkü senetler ise “para” yerine geçtiği için mevcut para değerini ve alım gücünü otomatikman düşürüyor.
d- Faizli krediler; işletmeyi küçültür, üretimi düşürür ve işsizliği artırır. Selem kredisi ise tam aksine işletme kapasitesini büyültüyor, üretimi artırıyor ve işsizliği önlüyor.
e- Selem senetleri zaten “Hamiline” (taşıyana) yazılı olduğu için icabında para gibi işlem görüyor. Böylece selem yoluyla faizsiz kredi bulabilen hiç kimse, artık faizli krediye mecbur kalmıyor ve itibar etmiyor. Yani sadece “selem müessesesi” bile faiz yuvalarını kurutmaya yetecektir. Bu nedenle “Atom bombasıyla sarsamayacağınız Siyonist sömürü sistemini selem senediyle yıkabilirsiniz” sözü, asla mübalağa olmayıp gayet ilmi ve insani bir gerçeğin ifadesidir.
Reçete Belli
Oysa bu kof kahramanlıklar ve laf kalabalıkları, artık hiçbir işe yaramamaktaydı. Çünkü bu çıkışlar; dostlara umut, düşmanlara korku aşılamaktan çok uzaktı. İran’ın yapması gereken; Mezhep taassubunu bırakıp, başta Türkiye, tüm İslam Ülkeleriyle en samimi ve seviyeli irtibatlar sağlayarak, Erbakan Hoca’nın kurdukları ve İran’ı da içine kattıkları D-8 girişimlerini canlandırarak ve bir nevi İslam Savunma Paktı oluşturup, hep birlikte İsrail’e saldırarak bu çıban başını hizaya sokmaktı. Kaldı ki tek başına da İsrail’e saldıracak imkânları vardı… Bu beladan kurtulmak için böyle bir ortak kararlılık gösterilirse, sadece birkaç saatimizi alırdı. Bunun sonucu hem Batı’da hem Doğu’da ağırlığımız ve saygınlığımız da elbette artacaktı. Yok eğer bu cesaret ve dirayeti ortaya koyamayacaksak, o zaman da boş gürültüden ve tehditlerden uzak durulmalı, şeytanı azdırmak yerine onun kuyusunu kazacak tedbirler alınmalıydı!.. makaleden alıntı
Manevi İşgal
Merhum ERBAKAN HOCA’ mız birçok konferans ve seminerlerinde bilhassa Esam Akp nin manevi tahribatları başlıklı konferanslarında üstüne basa basa ‘’Akp’nin ana vazifesi daha önceki işbirlikçi iktidarların yaptıkları maddi işgali MANEVİ İŞGALLE tamamlamaktır’’ demişti. Maalesef tüm mazlumların çektiği zulümlere direk ve dolaylı çanak tutan akp iktidarı bu günahlara ortak olmuştur. Üstad Ahmet Akgül Hocamız milletimizi yıllardır bu tehlikelere karşı uyarmaktadır. .Ve insanlığın Erbakan Hocamızın hazırladığı Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya projelerinden başka çıkış yolu kalmamıştır. Bu bir seçenek değil zorunluluktur. İnşallah en kısa sürede Adil Düzene geçmek dileğiyle.
Yahudilik kavramı
Evet …Yahudilik kavramı ırki bir oluşumdan ziyade fikri bir yaklaşımı açıklamak adına kullanıla bilinilir ki bu yaklaşım hangi ırktan olursa olsun ve kişiyi toplum tarafından müslüman olarak bilinse dahi dünyalık mal makam ve imkan için yer yüzünde her türlü zulüm işkence ve kötülüğün yaygınlaştırılıp uygulanılmasına onay vermesi Yahudilik sıfatı taşıdığının belirlenilmesi adına yeterli sayılmalıdır zira Kur’anı Kerimde Cenab-ı Hakk kişiye İnsanoğlu zürriyetinden yaşam sunduğu halde şeytanın oyuncağı olmuş ve böylelikle şeytan adına yer yüzünde her türlü zulüm işkence ve kötülüğün yaygınlaşmasında aracılık eden kişilerede insi şeytan sıfatıyla hitab etmektedir
İnsanlık Adil Düzen’e Muhtaç
İslam insanın özgür olmasını ve bunun için hem nesiyle hem de Allah (c.c.) düşmanları ile mücadele etmesini ister. Bu anlamda faiz insanı köleleştiren bir unsurdur. Aziz Erbakan Hocamız sloganlarında köle düzeni kavramını kullanarak insanlara bulundukları durumu çok güzel özetlemiştir. Siyonistler İslam’ın bu temel prensibinin kendileri için en büyük engel olduğunu bildiklerinden taşeronlar kullanarak yüce dinimizin öğretilerini hissettirmeden değiştirmek için çaba sarf etmişler ve etmektedirler. Erbakan Hocamızın Evanjelizm’le ilgili açıklamaları izlenirse Siyonistlerin Hiristiyanlar’ı nasıl manuple ettikleri çok iyi anlaşılacaktır. Siyonistler benzer projelerini Müslümanlar üzerinde uygulamaya çalışırken maalesef ki içimizden kendilerine yöneticisinden ekonomistine, sendikacısından farklı STK temsilcilerine, sözüm ona din adamından medyacısına çokça insan kaynağı bulmaktalar. İşte yazıda da geçtiği gibi para kazanmayı vb. menfaat devşirmeyi yaşam biçimi haline getirenler için inancımızın gereklilikleri geri planda kalıyor. Böylece Müslümanlar kapitalist yaşam tarzına alıştırarak onları hissiyatsız, köle olduğunun bile farkında olmayan çağdaş köleler hailne getiriliyor. Aynı firavunun kölelerinin taş taşımalarına, kendilerinin köle olarak kullanılmalarına isyan etmek yerine kendilerine verilen ekmeğin azlığına itiraz edip, sonra biraz ekmekleri artırıldığında firavuna duydukları öfkenin gitmesi gibi. Firavun onlarla alay ettiği halde yine de firavunun köleliğine razı olmaları gibi.
Faizin olmadığı, selem senedinin mal üretim ve alışverişinde kullanıldığı, verginin servetten alındığı Adil Düzen projesini insanlığa kazandıran Aziz Erbakan Hocamızın hakkı ödenmez. İnsanlık şu anda buna muhtaç (Çok şükür ki Milli Çözüm Hocamızın projelerini duyurmak ve yaygınlaştırmak için elinden geleni yapıyor). Bundan dolayı Hocamızı, Siyonizm en büyük düşman olarak belirlemiştir. Adil Düzenin uygulanmaması için kendine birçok alandan taşeron bulmaktadırlar.
Faiz Belasının Kökeni
Aziz Erbakan Hocamız pek çok kereler bizlere Hak-Batıl mücadelesini anlatmış, bunun da Hz. Adem’den (as) beri devam eden bir mücadele olduğunu ifade etmişlerdi. Mücadelenin o döneme kadar dayanmasının gerekçesi yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de Hicr suresi 28-43. ayetleri arasında ifade edilmektedir. İlgili ayetlerde yaratılış sürecimiz, takdim edilmemiz ve iblisin karşı gelip lanetlenmesi ifade edildikten sonra; yeryüzünde işleyecek imtihan süreci özet olarak anlatılmıştır.
Nesli bozma, ekonomiyi alt üst etme, gelir adaletsizliği oluşturma, efendi-köle sistemi tesis etme ve nihayet kan akmasını temin ederek dünyayı yaşanılacak bir yer olmaktan çıkarma hedefi ile yola çıkan batıl sistem tüm bu fenalıkları tesis edebilmek için faiz mikrobunu uygulamaya koymuş ve bu uğurda dinleri tahrif etmekten, gerekirse milyonlarca insanın canına kıymaya kadar her yola girişmiştir. Buna mukabil olarak iyiliğin yani Hakk’ın taraftarları ise yıkıp yok etme üzerine kurulu sistemleri ortadan kaldırıp, hem dünyada hem de ahirette iyliği elde edebilecek sistemi kurma gayreti çekmişlerdir.
Üstad Ahmet Akgül hocamızın yaşadığımız dönemi tanımlamak üzere ifade ettikleri üzere; mevcut siyonizme dayalı sistem bugüne kadar şeytanın ve taraftarlarının kurdukları arasında kendi adlarına şaheser diyebilecekleri bir sistem olmuştur. Her türlü rezilliği ve fenalığı dünya çapında bu kabileyetle daha önce hiç bir zaman organize edememiş bu lanetli kafa, sistemi besleyecek damarların hepsini faiz ile beslemeye devam etmektedir. İşte Adil Düzen’in bir medeniyet tasavvuru olmasının, tek kurtuluş çaresi olmasının gerekçesi de burada gizlidir. Çünkü Adil Düzen faizi ve faize götüren işlemleri kaldıracak, yerine meşru mal edinme yollarını tesis edecek bir sistemi kuracaktır. Böylece saymış olduğumuz tüm olumsuzluklar bertaraf edilecektir. Ve nihayet kurulmuş olan sistem ile insanlar bir gün içinde bir çok kez farklı din ahlakı ile hareket etmek zorunda kalmayacak, çifte standartçılık ve münafıklık damarları kurutulacaktır.
* Bir, İslamsız Saadet olmaz * İki, Şuursuz Müslüman olmaz * Üç, Cihatsız İslam olmaz… Prof. Dr. Necmettin Erbakan.
FAİZ’ in her çeşidi ayağımın altındadır!…””HZ. MUHAMMED (SAV)
Tüm kötülüklerin temelinde faiz ve faizcilk yatar,
Dünyadaki Siyonist yapılanma ve emrindeki kapitalist ve emperyalist lere karşı bu şer odak yönetim sistemi bozacak ve bertaraf edecek tek sistem, bugün İslam’ın nezdinde Erbakan hocamız’ın başlattığı Adil düzen sistemidir.
Zalimlerin kendi menfaatleri düşündükleri, Mazlum milletleri ezdikleri ve somurdukleri bu barbar sistemi ancak Adil düzen sitemi curetecektir.
Kimki; Allah ve Resulü söylediklerinin , Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim uymaz ise,
Faizin haram olduğunu bilip de bunu kanun hükmünde kaldırmaya çalışan
Haçlı Avrupa Birliği değilde,İslam birliği diyen,
NATO değilde, İslam savunma paktı diyen,
İsrail’i le normalleşme değilde, Filistin Kudüs diyen Erbakan hocamızi ve çalışmalarını,”hayal ürünü” olarak gören bir anlayış ,
ya dinler arası diyalog safsatasina vagon
Ya tek! taraflı medeniyetler arası
ittifakı na uyumlu! Yolcu,
Ya Protestanlığı uyumlu muslumulan ,
yada, siyon güdümlü Budist ve maon düşüncesine uyumlu komünist düşünce var olmuştur..
Aşırı zenginlik ve tüketim çılgınlığı
Biz bölünmüş topluluğuz:
Miskinlik,
aşırı zenginlik ve tüketim çılgınlığı
olmaması gerekirken,
Müslüman toplum kendi zıddına evrim geçirdi.
Kur’an-ı Kerim’in
“…bu zenginlikler(nimetler) zenginleriniz arasında toplanmasın” emrine aykırı olarak,
nimetler yavaş yavaş
çok az sayıda kişinin elinde toplandı.
|| Aliya İzzetbegovic, İslâm Deklarasyonu, sf. 31
Dış görünüş olarak müslüman ;
* faizle ticaret yapan,
*kıyafetini,arabasını tüm sahip olduklarını put haline getirip tapan,
*Allahın evi camilerimizi beğenmeyip kendilerine ait has ibadet yerlerinde namaz kılan(ögrenci yurdu gibi)
*taziye evine giderken bile esarpla çanta kombinini düşünen
*her yıl düzenledikleri kermesi haşa Kabe ye benzeten
*dua ederken Allahın ayetlerini okuyup falanca efendiye kendimi emanet ettim diyince bir faninin onu koruyacağını düşünen ,
*eşarbını kendi belirledikleri model bağlayınca falanca kisi mahserde onlari tanıyıp yardim edecegine inanan ruh hastası insanlar malesef toplumda oldukça fazla yer kaplıyor.
Örnekler çoğaltılabilir bunlar benim bizzat gözlemlediklerim .Şekilci süslümanların şerinden Rabbime sığınırım.
Hedefleri sadece zengin olmak isteyen sözde islamcıların acınası hallerinin özeti…
43 tane dip not la yazılan
Öğlesine özet ve harika bir makale
dualardan bankacılığa
Protestanlığın kurucusu Martin Luther’e hayranlığı ile bilinen ilahiyatçı ve hukukçu John Calvin “Hristiyan Dininin Kurumları” nı kaleme almış, “Para parayı doğurmaz diyorlar, peki deniz neyi doğuruyor, ev neyi doğuruyor?” diyerek “ Nasıl bir ev kira getiriyorsa boşta kalan parada kira getirebilir.” fikrini ortaya atmıştır.
( Erbakan hocamızın bir konuşmasında ev kira getiriyor o zaman para da kira getirir diyemeyiz diye açıkladiği konu burada hatırlanmalıdır.)
John Calvin’ le aynı dönemde Osmanlı topraklarında da tesadüfen! faiz uygulaması başlamıştır.
Ebussud efendi fetvasıyla para vakıfları kurulmuştur. Vakfa para yardımı yapanların hayırlarından hayır çıkaran bir model geliştirilmiştir! Nakit bağışlar bu vakıflarca kabul edilmeye başlanmıştır.
Ama yardım yapanların “şart” koyması şartı getirilmiştir.‘bu garip fetva şu şekilde işlemiştir: Parasal yardımı yapana, ‘Sen bu 100 akçeyi verirken de ki bana: bunu ihtiyacı olana verin oda size 1 yıl sonra ödesin, ihtiyacını görsün. Ama vakfın da ihtiyaçları var ve hayatta kalması lazım. O halde en iyisi 100 verdiğiniz 120 ödesin’ de. Bu şekilde hem senin hayrın olsun, hem ihtiyacı olan fakir fukara, esnaf ihtiyacını görsün, hem de vakıf yaşasın.’
Bu uygulama ile John Calvin’ in uygulamaları aynı döneme denk gelmiştir!
Ne hikmetse dualarla açılan para vakıfları yıllar sonra 2 Mayıs 1920 de Şer’iyye ve Evkaf Vekâletine devredilmiş. 3 Mart 1924 de Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü
adını almıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü ise paraların daha iyi değerlendirilmesi ve halkın ihtiyaçlarının karşılanması için 11 Ocak 1954 de Türkiye Vakıflar Bankası’nı kurmuştur.
Ebussuud fetvası, bir banka doğurmuş ve hatta sözde İslami Bankacılığın dayanakları arasında kaynak gösterilmiştir.
Yine ne var bunda diyebileceğimiz kibarlıkla kurulmuş şeytani cümlelerle inşa edilen yapılanmalar, büyük tahribatlar ve zulüm sistemlerinin temelini oluşturmuştur.
Demek ki sözlerin söyleniş şeklinden tanınabilecek olanlara karşı verilen cevaplar; bir kişiye karşı değil bir sisteme karşı yapılan bir mücadeledir.
Milli çözümün bazen basit görünen bir cümleye yada kişiye karşı verdiği cevaplar daha iyi anlaşılmaktadır.
BU TAHRİBAT HER YERİ KUŞATTI!
Siyonist şeytan ve batı zihniyetinin güdümündeki Akp maalesef ahlak ve maneviyat konularında çok büyük tahribatların altına imza attı. Bu tahribatlar o kadar yayıpdı ki, en hassas ve takva bilinen insanlar dahi bu çarkın içerisine girdiler. Ticareti yahudi mantığıyla yapan, namaz kılıp Kur’an okumakla cenneti garantiye aldığını düşünen, yediğini içtiğini, giyindiğini, taktığı ziynet eşyasını, arabasını, itini köpeğini sosyal medyada paylaşmayı maarifet olarak gören, parasıyla, makamıyla, servetiyle övünen günümüz müslüman (süslümanları) geçinenleri artık çok yaygın ve bizlerede çok uzakta değiller. Sağımızda solumuzda, yakınımızda uzağımızda yani anlaşılacağı gibi her yere sirayet etmiş bu hastalık. Hadi Akp bunun öncülüğünü yaptı ve zaten bu amaçla dış güçler tarafından iktidara taşındı. Peki konuşunca yangında kül bırakmayan ama manevi hastalığın müsebbibi olmuş sözde müslümanlara ne demeli?!. Herkes başını ellerinin arasına alıp düşünsün. Gerisi teferruattır.
Şuur Şuur Şuur
(Ey Resulüm!) Sana indirilen (Kur’an’a) ve Senden önce gönderilen (Kitaplara), sözde inandıklarını öne süren (sahtekâr münafıkları) görmez misin? Ki bunlar, (hak ve adalet ölçüleriyle değil) tağutun önünde (zalim ve bâtıl düzenlerin kurum ve kurallarıyla) muhakeme olunmak (şeytan fikirli Yahudi ve Hristiyanların hükmü altında yaşamak) istemektedirler! Oysa (mü’min ve Müslüman sayılmak için) onu (tağutu ve süper güç putunu) red ve inkâr etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları derin ve dönüşü olmayan bir sapkınlığa sürüklemek istemektedir. [Not: Bir Müslümanın şu soruları kendisine yöneltmesi ve samimi yanıtlarına göre iman durumunu değerlendirmesi gerekir. Benim istisnasız her konudaki tercihim ve hedefim: 1-İman ve itaat mı, İtiraz ve inkâr mı? 2-İslam (Hakka teslim olmak) mı, Fırsatçılık ve isyan mı? 3-Kur’an’ın Rahmani esasları mı, Batı’nın şeytani yasaları mı? 4-Faizsiz bir nizam mı, Faizli sömürü çarkı mı? 5-İslam ülkeleri ittifakı mı, Haçlı ortaklığı mı? 6-Farz-helâl kuralları mı, Haramların mübahlığı mı? 7-Hidayet aydınlığı mı, Dalâlet karanlığı mı? 8-Hakk ve hayır mı, Şer ve bâtıl mı? 9-Nübüvvet ve Sünnet bağlayıcılığı mı, Nefsaniyet ve şehvet bataklığı mı? 10-Ahiret ve adalet amaçlı mı, dünya ve menfaat ağırlıklı mı? Evet bu 10 şıktan sadece 1 tanesinde bile ikinci maddeyi tercih ve tensip edenlerin, iman ve İslam şuuru yara almaya ve hidayeti kararmaya başlamış demektir. Baskıcı ve zorlayıcı durumlarda aciz ve çaresiz fertlere ve müstaz’af kesimlere İkrâh-ı Mülci=Ölüm ve sakatlama cinsinden ağır tehditler gibi bazı mecburiyetler bir mazeret sayılsa bile, imkân ve iktidar sahipleri için bu tür mazeretlere sığınmak geçersizdir.]
(Nisa suresi 60)
İslam Allahın Korunması Altındadır
İslamın en temel esası yeryüzünde tüm insanlığı hatta tüm canlıları kuşatıp saracak bir fıtrat ve adalet düzenini yerleşik kılmaktır…
İmanın en temel esası ise Alemlerin Rabbi olan Allahın rızasını kazanmak ve sonsuz ru’yete ve ebedi cennete ulaşmaktır…
Museviliğive İseviliği aslından çıkarıp, heve heveslerine alet eden şeytanın şebekesi olan Ehli Salip in aşırı uçları, şüphesiz yüzyıllardır İslamın içeriği üzerinde kafa yormaktadırlar.. Ve bunu sadece dışarıdan etki ederek değil, içerideki ve İslamın içeriği noktasında tırnak içinde tasarruf sahibi olduğunu iddia eden kesimlerle yapmaktadır..
Ve elbette İslam Allah yapısıdır ve her türlü zarardan ve yozlaştırma desisesinden korunacaktır..
Bu korunmayı da Allahın izniyle İman ve İslamdan nasibini almış sadık ve sağlam kalan bir Milli Çözüm damarı icra edecektir inşallah..
Laytlaşmak…
AKP iktidarının bu millete yaptığı en büyük kötülük; ekonomik, sosyal ve siyasal tahribatlarından öte, korkunç bir imani ve ahlâki yozlaşma sürecini hızlandırmasıdır. Dünyaya ve olaylara Yahudi mantığıyla yaklaşan, Haçlı-Batı tarzıyla yaşayan, ama Müslümanların söylem ve geleneklerini öne çıkaran bir anlayışı yaygınlaştırmak; kısaca “Siyonist Müslüman” tipi oluşturmak, AKP’nin en derin ve tehlikeli tahribatıdır. Bu hıyanetin altyapısı “Ilımlı İslam” kılıflı “Protestan Müslüman” anlayışını benimsemekle başlamıştı. Bu işin taşeronluğu ise Fetullahçılara yaptırılmıştı. Gülen cemaatinin baş destekçilerinden olan CIA kurmayı ve Siyonist Yahudi Lobilerinin İslam coğrafyası Uzmanı Graham E. Fuller; yazdığı “İslamsız Dünya” kitabında, “Müslümanların ılımlaştırılıp Protestanlaştırılması durumunda, tehlike olmaktan çıkarılacağı” tezini savunanlardandı.
Adnan Menderes ve Celal Bayar’la başlatılan, Süleyman Demirel’le tabana ve topluma benimsetilmeye çalışılan, Turgut Özal’la hız kazanan ve nihayet Recep T. Erdoğan AKP’siyle meşruiyet kılıfına sokulup yaygınlaştırılan “Ilımlı İslam-Protestan Müslüman” mantığı, Martin Luther’in Hristiyanlıktaki reformlarının aynısıdır. Asıl amaçları ve arzuları, dünyalık mal ve makam toplamak ve iktidar olma hırslarını tatmine çalışmak olan, ancak bütün bunlara İslami bir kılıf geçirip din istismarı yapan bu “Siyonist Müslümanlar”, Kur’an’ın sıklıkla vurgulayıp mü’minleri uyardığı MÜNAFIK kavramının çağdaş versiyonlarını oluşturmaktadır.
Protestanlığın ve Kapitalizmin Avrupa ve Amerika toplumlarına kimler tarafından nasıl ve niçin aşılandıklarını incelediğinizde karşımıza Judaizm (Yahudi Siyonizm’i) çıkmaktadır.
Faiz ve haksız kazanç yoluyla zenginleşen, lüks yaşantılar içindeki İslamcılar, fikri anlamda ve yaşam tarzlarıyla Judaize olmuşlardır, bunların kapitalist Yahudilerden hiçbir farkları kalmamıştır. Para ve sermaye dağılımlarını incelediğimizde faize ve sermayeye bakış açıları ve zihniyetleri tamamıyla Tevrat’la aynıdır. Kapitalist Müslümanlar, Kabalist Tevrat ahlâkının bütün özelliklerini taşımaktadırlar. Bunlar, Peygamberin hayat prensiplerinin tam zıttı bir hayat yaşamaktadır.
“Son 15 yılda Diyanetin Fetvalarını incelediğimizde, Diyanetin faiz karşısındaki tutumu tamamıyla Judaize’dir, Yahudi mantıklıdır. Diyanet’in ve İlahiyat Fakültelerinin, Judaik zihniyet ve düşüncelerin etkisine sokulmaya çalışıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Judaizm-Siyonizm sadece bir inanç değil, görünmeyen bir ideoloji ve hayat tarzıdır. Judaizm karşıtı olsanız bile, Erbakan Hoca’nın dediği gibi, onun hizmetkârı ve oyuncağı olduğunuzun farkına bile varılmamaktadır. İşte Diyanetin ve bazı ilahiyatçıların da içinde bulundukları durum bunun yaşanmasıdır.” tespitleri maalesef gerçekleri yansıtmaktadır. Ancak, İslamiyet’i, Siyonizm’in diğer bir uydurması ve uygulaması olan bâtıl ve barbar komünizm-sosyalizmle aynı gösterme çabası ise, başka bir safsata ve sapkınlıktır. “Şimdi İslamcı kesimin Sabetayizm ve Siyonizm konusunun üzerinde neden durmadıklarını ve neden bu konular hakkındaki çalışmalara karşı çıktıklarını (ve Erbakan’ı yalnız bıraktıklarını) anlıyorsunuzdur sanırım.”
Faiz
“İnsanların dini Meliklerinin dinidir” hadisi insanların savundukları ve sahip çıktık ları düşünce ve düzenlerin rengine boyanacagını bildirmektedir.
Medyada Sarıkla-Sopayla Gezip Hakikate Şaşı Bakılmasını Sağlayanlar ve “Erbakan Hocamızı Severiz” Deyip Ardından Erbakan’a-Davasına Zehrini Kusan Milli Görüş Döküntüleri Bekleyin Zehrinizi-Fitnenizi Kurutacak Milli Çözüm İnkılabı Gelmekte
23 Kasım 2020 tarihinde Youtube Kanalı Halk Ekranı muhabirlerinin İstanbul caddelerinde rastgele vatandaşlara:
“Sn. Kılıçdaroğlu’nun: “Amerika’ya sığınmamız, Avrupa’ya sarılmamız lazım…” anlamındaki açıklamasını nasıl karşılıyorsunuz?” sorularını, önce:
“O zaten şaşırmış, milli ve manevi değerlerimizle bağlarını koparmıştır. Hiç, Avrupa ve Amerika gâvurundan bize dost olur mu? Bu yaklaşım Çanakkale şehitlerimizin kemiklerini sızlatır!..” şeklinde yanıtlıyorlardı. Ama muhabirler:
“Pardon, bu sözleri Kılıçdaroğlu değil, Sn. Cumhurbaşkanı kullanmıştı!..” diye hatırlatınca, aynı insanlar bu sefer:
“Haa… O zaman başka… Sn. Erdoğan böyle diyorsa, herhalde bir bildiği vardır ve haklıdır!..” diyerek çark etmekten sakınmamışlardı. Maalesef bu çifte standartçılık, kuralsızlık ve şahıslara göre farklı tavır takınmacılık, kısaca münafıklık marazı, kafaları bu denli kuşatmıştı.
Sokaklarda sarıkla-sırıkla dolaşmayı takva ve cihat sanan çevresine farklılık havaları atan zavallı bir güruhu başına toplayıp bilgiçlik ve ermişlik taslayan bir meşhur sahtekârın:
“Anıtkabire başkaları giderse “kâfir”, ama Erdoğan giderse “safir” (kıymetli taş)” sayılır!” safsatası da işte bu çifte standardın en çirkin ve çarpıcı örneğini oluşturmaktaydı.[1]
İnsanımızı bu basiretsizlikte öte duruma düşüren; İşbirlikçi iktidar yetkilileri ve medyada Sarıkla-Sopayla gezerek Hakikate şaşı bakılmasını sağlayanlar ve “Bizde Erbakan Hocamızı Severiz” Deyip Ardından Erbakan’a-Davasına Zehrini Kusan Milli Görüş Döküntüleri, Bekleyin Zehrinizi-Fitnenizi Kurutacak Milli Çözüm İnkılabı Gelmekte. Ancak Milli Çözüm şuuruyla Milletimizin başına bela olmuşlar ve en sinsi belalar deşifre ve bertaraf edilebilir.
[1] https://www.millicozum.com/mc/duyurular/sn-erdogana-son-kuran-uyarisi
Faizin zararları
Faiz, karşılığı olmayan değerdir. Hiç bir emek olmadan ele geçirilen haksız kazançtır. İnsanoğlunun huzur ve selametinden biri olan ekonomik refahın en büyük düşmanıdır..
Ekonominin en önemli kuralından biri berekettir. Bereketi olmayan kazanç, ekonomi, mal yavaş yavaş tükenir ya da tesir gücü yani faydası azalır. Bereket kimin elindedir? Rabbimizin elindedir. Peki Rabbimiz faizli mal için ne buyuruyor? Tüketirim diyor. Yani bereketimi kaldırırım. Siz o kazançtan hiçbir şey anlamazsınız anlamı var burda.
Faiz madden nasıl ki bir bela ise gördüğünüz gibi mannen de büyük bir bela. Ve yine faiz ile iştigal olanları Rabbimiz kendisine ve Resul’üne s.a.v savaş açmış gibi kabul ediyor. Peki sormak istiyorum: Bu savaşın galibi kim olur? Mutlak surette kainatın yegane sahibi Cenab-ı Hak galip gelir.
Devletimizden milletimize kadar hepimiz bu faiz belasından kurtulmak için çalışmak Adil Düzeni kurmak zorundayız. Eğer mücadele etmezse; bu ekonominin siyah faresi bizi kemirip bitirecek. Ve böylece hem bu dünyada hem de ahirette rezil rüsvay olacağız.
İSLAMSIZ MÜSLÜMANLIK, ÇAĞDAŞ MÜNAFIKLIKTIR!
Çağdaş Münafıklar Yahudileşmiş Müslümanlardır!
[b]Çağdaş münafıkların SÖYLEMLERİ: [/b]
İslami söylemleri sadece istismar amaçlıdır!
[b]Çağdaş münafıkların EYLEMLERİ:[/b]
Asıl amaçları ve arzuları, faiz ve haksız kazanç yoluyla dünyalık mal ve makam toplamak ve iktidar olma hırslarını tatmine çalışmak, ancak bütün bunlara İslami bir kılıf geçirip din istismarı yapmaktır!
Söylemleri İslam, eylemleri Yahudi olan işbirlikçi hainler çağdaş münafıklardır!
[b][b]ERBAKAN HOCA’NIN HATIRLATMASI![/b][/b]
İslamsız Saadet Olmaz!
Şuursuz Müslüman Olmaz!
Cihatsız İslam Olmaz!
ŞAPKAYI ÖNE KOYUP SON KEZ DÜŞÜNMEK?!
Kapitalizm parasal, ve fiziki (askeri) güçü kullanarak insanı-Allah (cc) la savaştırmakta ve insanı (YAHUDİ IRKINI)
tanrı yerine yüceltmektedir.
Burada konu Siyonizmin kontrolüne alınması gereken Hıristiyan ve Müslümanların reformize edilerek, beyin ve ruhlarının ele geçirilip sömürülmesidir.
Pakradunluk, protestanlık, Ilımlı müslümanlık güncel etkili kullanım stratejileridir. Sekülerlik yani dünyevileştirip nefsi ilahlaştırıp sosyal yapı üzerinde ekonomiyi kullanarak, hak, ahlak, kısaca İlahi öğretiden toplumları koparmaktır asıl gayesi. Tabi bu kendi varlığını garantiye alma, hükümran olma maksatlıdır.
İşte Siyonizmin temel öğretilerinden biri olarak Tevrata sokulan “Siz öyle üstün bir ırksınız ki Tanrıyı bile yendiniz!” safsatasının Siyonistlerce imanın esası kabul edilen en temel öğretisidir.
Nihayet Hırıstiyanlar protestanlaştırılıp, müslümanlar ılımlaştırılıp bu güce esir edilmektedir.
İslam Hz Adem AS dan kıyamete kadar ki Hak dinlerin genel adıdır. Tahrif edilmemiş Tevrat ve İncil ayetleri Kur anı doğrulamakta ve gelecek İslam peygamberini müjdelemektedir. “Onlar kendi evlatlarını tanır gibi seni tanırlar” mealindeki ayette buna işaret etmekte ve Siyonistler bu kakikati bildiklerinden Hıristiyanlardaki islama yönelişin önüne geçmek için özellikle gayret etmekmektedirler.
İşte müslümanlara ılımlı islamı (sert islam da bunun türevidir), Katolik ve Ortadokslara Protestanlığı tanıtmak bu açıdan önemlidir.
Her ikisinin Hristiyanlık ve Müslümanlığın reforme edilmş şekli Siyonistleşmiş Müslman-Hiristiyanlıktır. Dünyevileşen müslüman ve protestanlaşan nihayeti Emperyalist Hıristiyan yahudileşmiş ve nihayet Siyonistleşmiştir. Ekonomik ve fiziki güç merkezinin gönüllü neferi haline gelmiştir.
Unutulmamalıdır Hırıstiyanlık(emperyalist olmayan) ve Müslümanlık ahireti esas alırken; Yahudilik IRKI esas alır ve sonun da Evanjelist de olsa onu kullanıp vakti geldiğinde yok etme maksatlıdır. Ve mütedeyyin yahudilerde Siyonist Yahudilerin günahını ayrıca çekmekte ve de hedef olmaktadır. Nihayet İsrail’in içindeki ve dünyanın çeşitli yerlerindeki dindar yahudiler bunu fark etmiş mitingler düzenlemişlerdir.
Siyonist vahşeti protesto eden ve nihayetinde Siyonistlerce öldürülen ehli vicdan Hırıstiyanların varlığı da Siyonistleri ayrıca ürkütmektedir. ABD yi yıllarca zulüm ve sömürü aracı olarak kullanan Siyonistler işleri bittiği ve göze battığı noktada Siyonist sermayenin merkezini Çin’e kaydırıp Hıristiyan ABD’ yi Armageddonda son kullanımlık yapıp çöpe atmanın peşindedirler.
20 Haçlı seferi ve bu uğurda ölen bunca Hıristiyan askeri bu planın zayiatlarıdır.
Artık şapkayı öne alıp Siyonist plana karşı durmanın zamanı geçmektedir.
İmtihan süreci ve İylerle Kötülerin Seçilmesi…
– Bugün bazı İslamcılarımızın dünyaya bakışları ve yaşantıları ise Firavunlardan farksızdır. Bunlar dinden konuşup, dünyayı arzulayan, derdi de, hedefi de dünya olan… Mal, mülk, mevki ve makam peşinde koşup, kutsallarını pazarlayan münafıklardır.
“Yoksa onların birtakım ortakları (ve gaipten haber fısıldayan şeytanları) mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri’ kıldılar (şeriat adına hükümler uydurdular). Eğer o fasıl kelimesi (imtihan süreci ve iyilerle kötülerin seçilmesi) olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilmiş (ve işleri bitirilmiş) olacaktı. Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır. (Çünkü; Allah’ın Şeriatını bozmak ve İslam’ın temel esaslarını yok saymak veya yozlaştırmak, Allah’ın asla izin vermediği bir davranıştır ve şirk sayılmıştır.) ( Şûrâ 21)